Kara Köşk'ün Efendisi FİNAL

 Köşk bir anahtar, bir kapı ve kapının ardındaki evren… ve insanlara ait değil.
 “Her şey yanmalı” diye düşündü genç efendi, diğerlerini dışarıya gönderdikten sonra. Dışarıya çıkmaları da zor olmuştu. Biçimsiz gölgeler ve gözün görmediği noktalara doğru eğilip bükülen şekiller oradan oraya koşuyor, köşk ahalisini hem taciz ediyor hem de kendi içlerinde dinmek bilmez bir kaosu yaşıyorlardı, yaşamak tabii ki bu zavallı varlıklar için ya hiç deneyimlenmemiş ya da artık unutulmuş bir kavramdı. 
 Okuduklarını düşündü genç efendi, burada yaşananları düşündü, burada yaşanabilecekleri düşündü. Buradaki her şeye ve burası ile alakalı her şeye bir açlık hakimdi. Çok ilkel, çok eski ve kesinlikle doyumsuz bir açlıktı bu. İnsani boyutları aşan sonu gelmez bir güdüydü. Vahşi, yırtıcı bir açlıktan öteydi. İnsan denilen varlığın dengesiz duygularından ve arzularından da çok öte bir şeydi. En kötü masalların en dehşet verici canavarlarının da duyabileceğinden fazla bir açlıktı. Ezelden beridir var olan ve her şeyi yutmak isteyen bir iradeydi bu.
 Genç efendi hemen harekete geçti. Yapılması gereken belliydi ve artık o bir an bile geç kalmayacak, bu eni sonu belli olmayan korkular silsilesine bir son verecekti. Köşkün içinde cirit atan tüm gölgelerin, çarpık bilinçlerin ve akıl almaz varlıkların arasında mahzene indi. Kazan dairesine girdi, mekanizmaları bozdu, tıkanmaya yol açarak bütün yapıyı temel katmanlarından yıkmak istedi. Bu da yetmeyeekti. Mekanizmayı besleyen yakıt bidonlarından bir kısmını yanına alıp yere dökmeye başladı ve üst katlara doğru yavaş yavaş ilerledi. Köşkün yanıp bitmesi gerekiyordu ve bunun olduğundan emin olacaktı. Buna rağmen her odaya girmedi, giremedi. Bazı yerler kapalıydı ve o yerlere girmek, bir insanın sahip olabileceğinden fazla cesaret gerektiriyordu. Elinden geldiği kadarını yapıp giriş katındaki geniş salona geri döndü. Hemen dışarıya çıkmak üzere bir konum aldı ve döktüğü yanıcı sıvıyı yaktı.
 Yangın müthiş bir hızla köşkün her tarafını sardı. Genç efendi yangını başlatmış olmasına rağmen oradan ayrılamadı. Olduğu yerde kalakaldı. Bir sorun vardı. Her şeyin yandığından emin olmak istiyordu ama başka bir his daha üzerine çökmüştü. Alevler canlandı. Yangının içinde kordan ve alazlardan biçimler belirdi. Sanki ateşlerin arasından başka varlıklar doğmuştu. Savaş, bu biçimlerin daha önce köşkün içinde cirit atan gölgeler mi yoksa bambaşka varlıklar mı olduğunu anlayamadı. Bir kısmı insanımsı bedenlere sahipti, bir kısmı ise gezegen üzerindeki hiçbir canlıyı andırmayan şekillere bürünmüştü. Sanki yangın ile birlikte Savaş’ın gözlerindeki bir perde kalkmıştı. Yıllardır köşke dadanan bu varlıkları yeni yeni gördüğünü düşündü. Buraya geldiğinden beridir içinde yükselmekte olan o tehdit duygusu ise hiçbir şekilde sönmemişti. Alevler hiçbir işe yaramayacaktı.
 Bir an sonra ise daha farklı bir duygu kendini göstermişti genç efendinin içinde. Burada başlattığı yangın köşkü tüketmiyor, tam aksine yayılıyordu. Alevler dışarıya çıkmıyordu ama köşkün en yeni efendisi, bu yangının geçmişe ve geleceğe doğru yayıldığını hissediyordu. Sesler duydu, çığlıklar. Bu çığlıklar köşkün içinden geliyordu ama derinden, çok derinden. Savaş’ın yaktığı ateş duvarları ve nesneleri değil, köşkün içinde geçmişte yaşamış insanları yakıyordu. Savaş onların çığlıklarını duyuyordu. “O yangınlara da mı ben sebep oldum?” diye düşündü ama bunun doğru olmadığını biliyordu. Yangının kendisi zamandan bağımsızdı, yangının kendisi bu uzaydan bağımsızdı. Sadece ve sadece köşke bağlıydı ve köşke hizmet ediyordu. 
 Yaşadığı bu dehşetin içinde genç efendi üst katlardan kendisine bakan başka bir figürü gördü. Bir insandı bu ama yaşayan bir insan değildi. Bir an bu kişinin köşkün geçmişini kayıt altına alan ihtiyar paşa olduğunu düşündü ama yüzü görünmüyordu. Savaş yangının içine girdi. Yanıyordu, yandığını net bir biçimde hissediyordu. Alevler onu yakıyordu, genç efendi acı çekiyordu ama onun bedeni zarar görmüyordu. Yine de alevlerin içinden yürümeye devam etti, merdivenlerden çıktı ve yüzü tekinsiz bir karanlığın altında kalan bu figürle yüz yüze geldi.
Yaklaştıkça genç efendi bu yüzü tanıdığını düşündü. Kara puslar altında kalan gözleri seçemiyordu ama o yüz ifadesini iyi tanıyordu. Kendisini hatırlatıyordu ama o değildi. Aynı kaderi paylaşan ve köşkün dehşetinin merkezine oturan birisiydi yine bu. Kendisinden önce bu köşkün yüklerini üstlenen eski efendiydi. Savaş, bir anlığına şimdi karşısında durmakta olan gölgenin köşkte olan tüm bu olaylardan sorumlu olduğunu düşündü. Burasının sahibiydi ve bu konumdan vazgeçmek istemiyordu. Fakat gerçek bu değildi. Köşk hâla alevler içindeydi ve eski efendi de tıpkı yenisi gibi bu yangın ile beraber yanıyordu. O da tıpkı genç efendi gibi köşkü yakmak istemişti ama tüm ölümlülerin basit yaklaşımı gibi kozmostaki daha büyük güçlere karşı işlediği bu ukalaca yaklaşımın bedelini varlığıyla ödemişti. O da köşkü yakmaya çalışmış ama en sonunda bu hatasını canlı canlı yanarken fark etmişti.
“Sen bu köşkün efendisi değilsin.” dedi genç efendi.
“Sen de bu köşkün efendisi değilsin.” dedi eski efendi. “Köşk bir anahtar, bir kapı ve o kapının ardındaki evren… ve insanlara ait değil.”
 Savaş bu efendinin kim olduğunu soracaktı ama biliyordu ki bu sorunun olası bir cevabı yoktu. Ancak insan zihnini aşan olasılıksız şartların içinde bir cevap mevcuttu. Genç efendinin içindeki çok eski ve inkâr edilesi bir ses bu imkânsız cevabı biliyordu.
 Evrenin yazılmamış tarihinin kozmik hafızalarından silinmiş bir anında tohumlarını değişip ölmekle lanetlenmiş bütün varlıkların içine ekmiş bir efendiydi bu. Zamanın, sözde tanrıların, uzayın dört bir yanına kollarını uzatmış her bir canavarımsı türün, boyutların üzerine çıkmış ve yaşamla ölümü egemenliği altına alan her bilincin içine işlenmiş bir efendiydi. Bir anahtardı, bir kapıydı ve o kapının ardında bekleyen her şeydi. Şimdi de varlığının bir zerresi, gölgesini köşkün üzerine vurmuştu. Bir kısmı bilerke, çoğu da bilmeyerek pek çok insan bu gölgenin bir parçası olmuş, büyümesine, canlanmasına sebep vermişti. 
 Genç efendi bunların hepsinin farkındaydı ama bütün yaşamıyla, bilinciyle reddetmişti.
 Eski efendinin gölgesi yavaş yavaş köşkün bilincinden sökülürken karanlıklar altında saklanan gözleri de Savaş’ın asla içine girmeye cesaret edemeyeceği bir tünele baktı. Bu tünelin sonunda, eski efendinin kendini yakarak pencereden aşağıya attığı oda vardı. Zavallı gölge ağır ağır alev alıp Savaş’ın gözlerinin önünden çekilirken genç efendi de kendi gözlerini o tünele dikti. Yapmayı düşündüğü zaman dehşet duyduğu eyleme girişecek ve o koridora doğru adımlarını atacaktı.
 Koridor karanlıktı, uzun bir süredir hiç kimse oraya girmiyordu. Yine de mantığın açıklayamadığı loş bir ışık hakimdi insanı boğuyor, yaşamasına izin vermiyordu. Savaş yürüdü. Sağlı sollu pek çok kapı koridor boyunca dizilmişti ve bu odalardan hiçbirisi boş değildi. Yıllar boyunca burada yaşamış olan aile üyeleri aradan geçen uzun zamandan sonra köşkü terk etmişlerdi ama köşkün tuzağa düşürdüğü zavallılar o odalara hapsedilmişlerdi. Hepsinin arkasında ayrı bir hayat, ayrı bir kader vardı. Hepsinin arkasında ölümü inkâr eden bir dehşet ölümlü insanların kıskıvrak yakalamıştı. Bu insanlar artık sonsuz boşluğa aittiler.
Genç efendi yürümeye devam etti. Her bir adımıyla birlikte arkasında bıraktığı farklı bir kapı açılıyor ve farklı bir gölge koridora giriyordu. Savaş yürüdükçe geri dönmek istedi ama arkasında bıraktığı bu gölgelerle karşı karşıya bakma cesaretini de kendinde bulamadı. İlerlemeye devam etti. O ilerledikçe koridorda daha fazla kapı açıldı ve daha fazla gölge koridoru doldurdu. Ama bir şeyler farklıydı. O gölgelerle yangınla birlikte canlanan biçimlerin veya köşkün üzerine basan varlığın hissettirdiği tehdit farklıydı. Bu zavallı figürlerin kendisinden bir farkı yoktu. Onlar da aynı çaresizlik ve kaçınılmazlığın kuşatması altındaydılar. Her birini çevreleyen mutlak kader, genç efendi ilerledikçe onu da çevreliyordu ve onun bu konuda yapabileceği hiçbir şey yoktu. Odaya ulaşmak zorundaydı. Koridorun sonuna doğru koşmak istiyordu, bu gölgelerle aynı kaderi paylaşmaktan kaçmak istiyordu ama paniğe kapılıp böyle bir şey yaparsa kendisini çok daha kötü bir olasılığın beklediğinin de farkındaydı.
O ilerledikçe arkasındaki zavallılar yığını iyice büyüdü ve daha fazla büyüyemeyeceği noktada genç efendi olduğu yerde durdu. Bir anlığına sadece bir anlığına kafasını geriye çevirip arkasına bakacak oldu ama içindeki çok ilkel bir güdünün etkisiyle bunu yapmaktan vazgeçti. Karanlığın bile gizlemeyi tercih ettiği yüzlerle göz göze gelmek onu bilinç katmanların en derinlerine çekecekti ve bu olursa ne bu köşke gelenler için de ne şu an köşkün dışına çıkmış olanlar için bir kurtuluş gerçekleşemeyecekti.
Savaş gözlerini kendi önüne çevirdi.
Önünde son bir kapı vardı.
Genç efendi bu kapının açacağı son kapı olduğunu düşündü.
Haklıydı.
Savaş kapıyı açtı.
Oda boştu, en azından insan gözüne boş gibi görünüyordu. Koridordaki loş tekinsiz ışık odanın içine de hakimdi. Bu kapıdan geçip odaya girerse evrenin kendisinden de ayrık kalacağını düşündü. Hapsolacaktı, arkasındaki karanlık tünelde hapsedilen diğer herkes gibi. İçeride başka şeyler de vardı. Adını koyamadığı, tanımlayamadığı, kavrayamadığı varlıklar… Genç efendi içeriye girdi ve odaya adım attığı gibi ağır bir mide bulantısı üzerine çöktü. Bedeni birden bütün gücünü kaybetti ve başı dönmeye başladı. Tam düşüyordu ki eski efendinin bir zamanlarki yatağına kolunu dayayarak ayakta kaldı ama elinin altında başka bir şey olduğunu fark etti. Elini oradan çektiğinde yatağın üzerinde bir çakmak olduğunu gördü. Yanmıştı, toz toplamıştı ama oradaydı. Onu eline aldı, parmaklarını üzerinde gezdirdi. 
Gözlerini yine odaya çevirdiğinde ise ne biçimini ne rengini ne de doğasını algılayamadığı bir garabetle karşı karşıya kaldı. İnsana benziyordu, hatta kendisine benziyordu ama o değildi. Yüzü sürekli değişiyordu, hayır, yüzü pek çok farklı yüzün ucube bir karışımıydı. Öyle bir şekli vardı ki sanki yüzün pek çok unsuru birbirinin içine kayıyordu, yer değiştiriyordu ama bu durum sadece gözleri kandıran bir yalandı. Karşısındaki varlığın niyeti iyi gibi hissettirmişti ama yine genç efendinin içindeki ilkel bir ses bunun da sinsi bir numara olduğunu söylüyordu. Varlığın biçimsiz bedeni, renksiz teni alev alıyordu. Alevlerin içinde insanın derisinin altında böcekler süründürecek çizgiler ve tonlar vardı. Savaş geriye doğru bir adım atıp odadan çıkacak oldu ama kapı gürültüyle kapandı.
Şimdi de genç efendinin arkasında, şu ana kadar kapının ardında saklanmış bir varlık kendini göstermişti. Savaş ona bakmaya cesaret edemedi. Her ne ise genç efendiyi tir tir titretiyordu. Ses çıkarmıyordu, onun gözlerinin önüne de çıkmıyordu ama zavallı ruhu bütün varlığıyla rahatsız ediyordu.
Karşısında duran diğer garabet ise genç efendiye bir vaatte bulunuyordu. Alevler içinden çekip kendisini buradan kurtarma vaadiydi bu ama Savaş biliyordu ki bu karar onun tüneldeki diğer herkes gibi berbat bir kadere mahkum olmasına neden olacaktı.
Genç efendi elinde tuttuğu çakmağı yaktı ve kendisini ateşe verdi.
 Dışarıya kaçmış olan köşk ahalisi birden bütün mülkten gelen ve tüylerini diken diken eden bir çığlık duydu. Genç efendinin çığlığıydı bu ama artık her yerde geliyordu. Çığıran tek şey Savaş değildi, bütün bir köşk hep birden çaresizlik içinde bağırıyordu. O berbat evin bugüne kadar işkence ettiği her bir bilinç aynı anda yardım için bağırıyordu ama kimse yardımlarına gitmeyecekti. Onların başlarına gelebilecek en iyi şey bu acı içindeki yavaş ölümdü. Ölümü kendilerinden esirgeyen art niyetli bir sonsuzluğun mahkumiyetinden daha iyi bir kaderdi.
 Dehşet içindeki köşk ahalisi olan biteni izlerken yapının pencerelerinden birinden alevler içindeki bir beden, kendisini dışarı atıp yere çakıldı. Çığlıklar bitmedi ama dışarıdaki zavallı insanlar korkudan felç olmuşlardı. Sessizlik en nihayetinde çöktüğünde köşkün içindeki yangın dışarıya taştı. Pencereler patladı, duvarlar çöktü, dumanlar her yeri kapladı. Köşkün bir zamanki hizmetçileri işte o zaman oradan koşarak ayrıldılar.
 Dışarıda siyah klasik bir araç kendilerini bekliyordu. Sürücüsü yoktu, buraya nasıl geldi, kimse bilmiyordu. Araca yine de bindiler ve oradan uzaklaştılar.
 İşte Karakamlı soyunun inşa ettiği Kara Köşk böyle bir şekilde son buldu. Ne köşkün küllerinin üstüne, ne de onları çevreleye ormana kimse bir daha hiçbir yapı inşa etmedi. Arada sırada bütün cahillikleri ile böylesi olaylara merak duyan insanlar Karakamlı mülkünün yakınlarına geliyorlar ama bir daha ortada görünmüyorlardı. Uzaklardaki dağların dibine kurulan çorak köylerdeki yerliler ise olabildiğince buraya kimsenin girmesine izin vermediler. 
 Böylece köşk de, köşkün kapıları da, o kapıların ardında duran insanlara yasak evren de bir daha o bölgede görülmedi.
 Ama sonsuzluk ebedidir ve isimsiz efendiler her zaman en nihayetinde uyanacakları zamanı beklerler. İnsanlar ise tüm ölümlü zavallılıklarıyla bu evrende yaşayıp duran hayal gücünü aşan yırtıcı varlıklara kurba olarak yaşayıp dururlar, kendilerini bitmek bilmez bir açlıkla bekleyen efendilerinden habersiz bir şekilde.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Karanlık Perde

Sırık Bölüm 1: Sarıbolu (Spooktober '24)

Sırık Bölüm 0 (Spooktober '24)