Kara Küre Bölüm 5: Eve Dönüş (Spooktober '25)

Melin ve Cenk’in kaderi meçhul ortak arkadaşları adına yas tutacakları veya endişelenecekleri bir durumları yoktu, böyle bir şey zaten olanaksızdı. O kadar dehşete düşmüş haldelerdi ki sadece tanıdık bir yüz görmüş olmaları bile başlı başına yeterliydi. Yabancılar ve bilinmezlerle dolu bir karmaşanın ortasında güvenip sırtlarını dayayabilecekleri birilerini bulabilmek bu günde onlara müthiş bir güç veriyordu. Tabii ki öyle bir öngörülemez akli kaosun içindeydiler ki birbirlerini anında terk edebilecekleri şartların oluşabilmesi sadece an meselesiydi. 
Çok eski bir arkadaş grubunun parçasıydılar, Cenk’in başına saatlerdir dadanan aynı arkadaşlarının da içinde bulunduğu bir çevreydi bu. Şehirde yıllardır birlikte zaman geçiriyorlar, birlikte dertleşiyorlar, sokakları, caddeleri ve sıkıntılı zamanları birlikte yürüyorlardı. Deprem böyle bir şehirde her zaman bir gerçeklikti ve en kötü olağan korkuların ötesinde bir kaygıydı. Yine de şu zamanda yaşadıkları bu kabus sarsıntılardan, senaryolardan, korkularından çok daha başka bir felaketti. İkisi de gün içinde epey garip durumlar yaşamışlardı ama Cenk bütün bunların tam merkezinde yer almış, varoluşsal piyango ona çıkmıştı. Depreme nerede nasıl yakalanacakları konusunda belki de yüzlerce kez birlikte plan yapmışlar, önlemlerini almışlardı ama şimdi bu planların hiçbiri işe yaramıyordu. 
Meydan ve onu çevreleyen parklar çadırlarını alıp gelip kuran, olmayanların rastgele 
yerlere kuruldukları küçük kamplaşmalarla doluydu. Herkes belki artık olur umuduyla telefonlarından birilerine ulaşmaya veya felaketle ilgili bilgi almaya uğraşıyordu. Sıradan bir dönemde böyle bir depremden sonra insanların tanıdıklarına ulaşmaları gayet doğaldı. Ya önce onlar endişe edip sevdiklerinin iyi olduğundan emin olmaya çalışırlar veya sevdikleri ön alarak onlara iyi olduklarını söylemeye çabalardı. Bazıları sağda solda dolaşarak, belediyelerin, kurumların veya üçüncü taraf grupların dağıttığı ikramları arıyordu ama bunun da sayısı azdı. Dağıtılan yardımdan çok yardım arayan insanlar ağırlıklı çoğunluktaydı. Herkes sorununa çözüm arıyordu ama ortada çözüm getiren veya bulan kimse yoktu.
 Konuşacak çok şeyleri olmasına rağmen, bütün bu yaşananlar ortada olmasına rağmen Cenk ve Melin sessiz sessiz oturdular. Genç adam birazcık birşeyler yeyip az da olsa kendine geldi, gücününün bir kısmını toparlayabildi. Gece daha bitmemişti, hava hâla soğuktu. Şehrin ayazı bugün bir başkaydı, karmaşanın absürtlüğüyle birlikte daha beter bir hal almıştı. Bu şekilde otururlarken Cenk olduğu yerden fırlayıp dikkatli gözlerle çevresine bakındı.
 “Deprem mi oluyor?”
 Melin şaşkın gözlerle ona baktı önce, sonra bir işkilenip yeri yokladı, etraftaki trafik lambalarına, elektrik direklerine, zemine koyduğu su şişelerine baktı ama bir şey fark etmedi. Cenk yeniden oturdu bir süre ama asla sakinleşemedi. Onun bu paranoyak ve delilik halini gören Melin, hem onun için hem de kendi için endişelendi. Gözlerini çok nadir ondan ayırdı. Genç adam neredeyse bir saat boyunca etrafını inceledi, deprem için nöbet tuttu ve zaman zaman yerin sallandığına emin olduğunda ayağa kalktı panik için de ama her defasında Melin tarafından yeniden ikna edilip yere baştan oturdu.
 En nihayetinde gerçekten de bir artçı deprem oldu. Artçıydı ama yine de çok şiddetliydi. Kontrolü kaybeden Cenk koşarak kaçmaya yeltendiyse de Melin onu sırtından tutup yere yatırdı
 “Ölmek mi istiyorsun? Yat yere
 sakin ol. Burada güvendeyiz. Metro tünelerinden uzaktayız, en yakın bina neredeyse iki yüz metre ötede, başına bir şey çökmeyecek.”
 Yaklaşık yarım dakika süren artçıdan sonra Cenk olduğu yerde durup çevresine daha büyük yırtıcı gören bir kedi gibi bakınakaldı. Melin iyice kıllandı. Tanıdığı, güvendiği bir insanın yanında durmak, bu afeti bu şekilde atlatacak olmak artık ona güven vermiyordu. Yalnız başına daha rahat olacağını düşünüyordu. 
 Cenk ise bambaşka bir kafanın içerisindeydi. Depremin ilk saatlerinde ne olursa olsun dışarıda, açık alanda kalmak gerek diyen bu insan artık dış dünyadan ölesiyle korkuyor ve sallanıp duran bu şehirde ölme riskiyle birebir karşı karşıya olduğu evine dönmek istiyordu. Dış dünyayla arasına örebileceği ne kadar duvar varsa onu örüp kendini güvende hissettiği iç kısımlarda kapalı biçimde durma düşüncesi içini fevkalade rahatlatıyordu. Birbirlerini buldukları için bu kadar sevinen bu ikili artık farklı şüphelerin ve düşlerin etkisiyle birbirlerinden ve durdukları konumdan ayrılmanın hayallerini kuruyorlardı.
 Bu hayallere dalıp gözlerini çevrede oturup, dikilip duran diğer insanlara çevirmiş bu arkadaşlar birden günün daha erken saatlerindeki o karmaşaya kurban giden arkadaşlarını buldular. Herkesin arasında o da ayakta duruyor, herhangi bir duygu veya düşünce izi taşımaksızın onlara bakıyordu. Şaşkın halde arkadaşlarını izlerken, Melin, kararsız, şüphe içinde ayağa kalkıp bu gizemli kişiye doğru hamle yaptı fakat Cenk beklenmedik bir farkındalıkla onu geri çekti. Yüzüne tokat yemiş gibi o dalgınlıktan kurtulup kendin gelen Melin, hareketsizce duran arkadaşına bakarken içinde korku ve dehşet duyguları yükseldi aniden. Körfezin soğuk ve tekinsiz suları bu insan biçiminin üzerinden akmıyordu, veya bilinmez bir loşlukla, karanlıkla kaplı bir halde değildi ama her ne idiyse, onların tanıyıp bildikleri arkadaşları değildi. Duygusuz ve insanlıktan koparılmış insansı biçim onları izlerken Cenk de Melin de ayrı yönlere kaçtı ve ikisinin de o esnada yalnız başına, farklı yerlere kaçtığını umursamadı. Tek başlarına kalmak veya kalmamamak o sırada çok önemli değilmiş gibi görünüyordu, zaten istedikleri bir şeydi. O şeyden korktukları kadar birbirlerinden korkmuyorlardı ama bahane bahaneydi ve bir fırsat doğmuştu.
 Genç adam dinlenip bir şeyler yemiş olmanın getirdiği yeni güçlü hızla meydandan uzaklaşıp evine doğru yokuş aşağı giden küçük caddelere daldı. Depremden önce her akşam eve dönüş yolunda acelesiz telaşsız yürüdüğü sokaklardı bunlar, nereye gittiğini iyi biliyordu. Yokuş yukarı dizlerini bacaklarını zorlaya zorlaya çıktığı bulvardan sonra yokuş aşağıya, tepelerin diğer tarafına inmek daha kolay bir çabaymış gibi görünüyordu ama öyle değildi. Yorgunluk ve zedelenmeler her türlü etkilerini gösteriyordu ve Cenk zaman zaman yoluna çıkan çukurlara, dengesiz inşa edilmiş kaldırımlara veya sokağın ortasında öylece bırakılmış eşyalara takılıp sendeliyordu. Her sendeleyişinde ayağının, bacağının ayrı bir yerini sakatlamasına rağmen durmadı, yuvasına ulaşmak istiyordu.
 Yokuş aşağı giden caddeden sonra daracık sokaklardan ve artık sokak olmaktan çıkıp sadece merdivenlerle birbirine bağlanan sessiz aralıklardan sonra apartmanının önüne geldi. Kapının şifresini gireceği cihazın çalışmayacağını düşünüp önce anahtarla kapıyı açmayı denedi ama o panikle birlikte başarısız olduğu bir sürü denemenin ardından şifreyi girdiğinde rahat bir nefes aldı, sadece bir anlığına. Sokak aralığından gelen belli belirsiz seslerle birlikte kaygıları yeniden ateşlenince koştura koştura üst kata, dairesine çıkmaya çalıştı fakat bu sefer de merdivenlerin basamaklarına ayaklarını, ayak bileklerini, dizlerini vura vura sakat haliyle ancak yukarıya varabildi. Az önce kullanmayı başaramadığı anahtarını yine birkaç kez kullanmayı denedi, sesler binanın önüne kadar yaklaşınca en nihayetinde kapıyı açabildi ve içeri girer girmez arkasından çarparak kapatıp hem anahtarla hem zincirlerle hem de binbir türlü farklı kilitle kendisini içeri kilitledi. Pencerelere hücum edip aralık bıraktığı hallerini de sonuna kadar kapattı, perdeleri çekti ve önlerine de sandalye, masa, dolap benzeri farklı eşyaları ittirerek iyice emin oldu. 
O noktada arkasında bıraktığı Melin’i ve başka arkadaşlarını, insanları ancak düşünebildi. Bir dakikalığına belki vicdan azabı çekti fakat bu da çok sürmedi. Deprem gerçeği kendisini bir kez daha hafif bir sarsıntıyla hatırlatınca önce güvenli bir yerde yere çöktü, paranoyasının el verdiği sürece sallantıların durduğundan emin olduğu anda yeniden ayağa kalkıp evin her yerini kontrol etti. Dairenin olduğu bina bir mühendislik harikası sayılmazdı, bu yüzden hangi çatlağın sarsıntılardan önce, hangilerinin sarsıntılarla beraber ortaya çıktığını kestiremedi. Bir tanesi yatay bir çizgi boyunca koridoru olduğu gibi kaplıyordu. Başka bir tanesi küçük bir odanın dışına bakan bir duvarda oldukça endişe verici bir şekilde görünüyordu. Bazı duvarlardaki korkutucu çatlakların öncesinden da orada olduğundan emindi. Bazı yerlerde ise çatlakların olup olmadığını kestiremiyor, algılarına güvenemiyor, bütün bu olayın onun bir hayal ürünü, belki de hâla bitmemiş olan kabusunun bir parçası olduğunu düşünüyordu. Evin her tarafını gücü tükenmek üzere olan telefonunun ışığıyla dikkatli bir şekilde incelemeye girişti. Herhangi bir sonuca çıkmadığı bu şaka gibi incelemenin sonunda da yatağına geçti, telefonu hemen yanı başındaki şarj cihazına bağlayıp biraz olsun ayaklarını uzatıp iyileşmek ve kendine gelmek üzere dinlenmek istedi.
Yatakta uzanırken şarjda duran telefonunu eline aldı, sistemleri yokladı, dışarıyla temasın ne noktada olduğunu anlamaya çalıştı. Sinyal var gibi görünüyordu ama ne bir bildirim, ne bir mesaj geliyor, ne de bir mesaj gönderebiliyordu. Hiçbir site, hesap veya kanal çekmiyordu. Ne dış dünyadan bir haber geliyor, ne de dış dünyaya bir haber gidiyordu. Felaket ve kabus başlarına çökmüş haldeydi, psikolojileri harap olmuştu, şehrin toplumsal düzeni darmadağındı, tamamen kaosun attığı zarlara göre yaşıyorlardı. 
Telefonunu tam göğsünün üzerine koyup vazgeçmişken gelen ses yüzün bir gülümseme, gözlerine de yaş getirdi. Bildirim sesiydi bu, hemen kontrol etti ama bir an sonra öyle yapmamış olmayı, kapatmadan önce telefonu pencereden dışarı, uzaklara fırlatmış olmayı diledi. Mesaj sahilde ayrı düştüğü ve sonradan da onun biçiminin, taklidinin peşine düştüğü arkadaşından geliyordu.
“Neredesin?”
“Evdeyim” yazdı Cenk, bir saniye sonra yazmamış olmayı diledi. “Sen neredesin?
Sahilde seni kaybettiğimi sandım.”
“İyiyim ben kurtuldum.”
“Nasıl?”
“Sen de kurtulmak ister misin?”
“Nasıl kurtuldun?”
“Kurtulmak ister misin?”
Cenk’in telefonu tutan elleri titriyordu, parmakları gerilimden uyuşmuş vaziyetteydi.
 Yazdığı mesajları doğru düzgün yazamıyordu ama zaten bu konuşma da onun istediğinden fazla uzun sürmüştü. “Nasıl kurtuldun?”
 “Sen de kurtulmak ister misin?”
 “Evet.”
 “O zaman benimle birlikte denize atla.”
 Cenk boş ve aptallaşmış gözlerle telefonuna gelen mesaja baktı ama aynı anda hafif, çok hafif sesler geliyordu apartmanının içinden. Sesler önce zemin kattan geldi, sonra merdivenlerden, en nihayetinde de kapısının önünde durdu. “Neredesin?”
 “Burada.” diye yazdı öteki taraftaki kişi. Cenk telefonunu yanına aldı, ağır ve sessiz adımlarla kapıya kadar geldi ve kapının gözünden dışarıya baktı. Belli belirsiz bir silüet tam gözünün önünde hareketsiz bir şekilde dikiliyordu. Cenk’in gözleri tamamen hareketsiz duran bu biçimi izlerken telefonuna yeni bir bildirim, yeni bir mesaj geldi. “Burada.”
 Cenk anında kapattı telefonunu, kapının önüne ayakkabılığı ve bir iki küçük dolabı çektikten sonra pencereyi açtı, telefonunu kapattı ve dışarıya, olabildiğince uzağa fırlattı. Açık pencereden soğuk hava içeriye girerken ufuk çizgisinin rengi değişti, henüz doğmamış güneşin ışıkları, şehrin üzerine çöken bu berbat günü selamlıyordu.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Karanlık Perde

Sırık Bölüm 0 (Spooktober '24)

Savaş - Fallout: Anatolia