Kara Küre Bölüm 7: Zavallı Yaşayanlar (Spooktober '25)



Toplanma alanından kaçıp cadde boyunca uzaklaşan Melin, o deli adamla arasına mesafe koyarak azıcık da olsa rahatlamıştı. Bir zamanlar tanıdığı sakin, soğukkanlı, sorunsuz adam şimdi tam anlamıyla delirmişti. Bu gibi zamanlada, özellikle bu felaketten sonra onun gibi adamlardan uzak durmak gerekirdi. Dikkatli olmanın sağ kalıp kalmamayı belirleyeceği karmaşa ve yıkım ortamlarında, ne yapacağı belli olmayan insanları çevrede tutmak son derece tehlikeliydi. Peşine takılacağını düşünmüyordu, kafası zaten binbir türlü kurmaca korkuyla dolmuşken, hiçbir şekilde mantıklı düşünemezken ve meydanın yolunu bile zar zor bulabilmişken, Melin bu adamın peşinden gelecek bir hali olduğunu hiç sanmıyordu.

Şehrin merkezini boylu boyunca yaran ana caddede yürürken bir zamanlar aynı eylemi ne kadar fazla ve sık yaptığını düşündü. Her kafası bozulduğunda, daraldığında, değişikliğe ihtiyacı olduğunda veya sadece hayatına dadanan sorunları uzun uzun düşünmesi gerektiğinde hep bu yolda yürüyüşler yapardı. Yarım saat de sürebilirdi bu etkinlik, saatlerce de devam edebilirdi. Yanından geçtiği her bir binayı, sokağı ve esnafı ezberlemişti artık. Bu cadde üstünde yaşayan veya hayatını burada kazanan insanlarla tanışmış, kaynaşmış, muhabbet etmişti ama artık ne o binalardan ne de onların altında, önünde konuştuğu kişilerden geriye bir eser kalmamıştı. Geriye kalan bu maskeler ise sadece yüzeysel taklitlerdi, daha fazlası değil.

Yolun tam ortasından ilerliyordu, yapılarda ciddi yıkımlar yoktu ama ne olur ne olmaz deyip yaşamını emniyete almak istiyordu. Aslında değişik bir histi. Ne zaman buralarda gezinse yanından vızır vızır geçen arabalar onu hep rahatsız etmişti. Şimdiyse yolun tam içinden gönlünce yürüyordu. Açıkçası böyle bir depremden sonra yolların tıkanacağını, caddelerin ve sokakların ilerlemeye çalışan arabalarla dolacağını varsayıyordu hep ama şu an böyle bir durum yoktu. Binaların önünde park edilmiş tek tük araç vardı, varsa bir de garajlarda park edilmiş halde olmalıydılar. İnsanların araçlarını şehrin kuzeyindeki ormanlık ve kırsal alanlara götürmüş olması da bir ihtimaldi.

Evinin olduğu Feriye mahallesine geldiğinde biraz huzursuzlandı. Cadde daha açıktı ve ışıklandırması daha iyiydi. Sokak lambaları burada da vardı, evlerden de biraz ışık geliyordu ama Feriye görece caddeden daha loş ve kapalıydı. Melin’in ruhu daraldı fakat yoluna devam etti. Daha önce yaşanan küçük depremlerin hiçbirinde evinin duvarları, kolonları ve hatta pencereleri bile hasar görmemişti. Eşyaları duvarlara montelenmiş haldeydi ve güvenlik üçgenleri oluşturacak bir şekilde dizilmişlerdi. Oraya dönme konusunda biraz tereddüt yaşadıysa da varınca rahatlayacaktı. Belli ki dışarıdaki delilik bambaşka seviyelerdeydi. Yine de Cenk’in anlattığı hikayeler onu da huzursuzlandırmıştı ve yanlarına gelen o garip yabancı, bir şekilde onu da korkutup kaçırmayı başarmıştı.

Neden o kadar endişelenmişti acaba? Evet garip birisiydi, tuhaf görünüyordu. Vücudu olduğu gibi ıslanmış gibiydi ama belki de bu durum, delirmiş dostunun anlattığı hikayelerin onun ruhuna işlemesiyle alakalıydı. Sonuçta felaketle birlikte şoka uğramış, psikolojisi darmadağın olmuş ve aklı iyice kırılgan bir biçim almıştı. O yabancı eski arkadaşlarına da benziyordu ama hiçbir şey dememiş ve öylece ürkütücü bir şekilde yanlarında belirmişti. Tabii ki hayal gücü her zaman bir olasılıktı. Sevdiği bir dostu hakkında kaygılanan Melin, yanlarına gelen bu yüzü kir ter içinde, birbirine karışmış saçları yüzüne de düşen yabancıyı o kafa ile rahatça eski arkadaşına benzetmiş olabilirdi. Üzerine Cenk’in verdiği tepkiyi de koyunca Melin’in korkup oradan kaçması çok doğaldı.

Evine giden yol eski ve büyük bir mezarlığın yanından geçiyordu ama ölülerden değil, şu an yaşayanlardan daha çok korkuyordu. O yaşayanlar da zaten ellerinden tek bir silkelemeyle alınan eski hayatlarından soyutlanmış, var olan sağkalım savaşlarını ölümün amansız, acımasız ve tarafsız fırtınasına karşı veren zavallı insancıklardı. Yolun eğimi ara ara değişse de evi ile arasında hiçbir zaman dik bir yokuş yoktu, görece rahat bir güzergahtı. Eski dönemlerden kalma, ruhunu hâla saklayan evlerin ve binaların arasında ruhsuzca inşa etmiş apartmanlar vardı. Bir de oraya buraya bir iki tane atılmış devasa gökdelenler. Yine de iyi bir mahallede yaşıyordu. Aynı ilçede kalmalarına karşın onun evi Feriye’de, Cenk’in evi ise ta Kargatepe’nin ardından, Hamidiyeli’de kalıyordu. Mesafe fazlaydı ve Melin kesinlikle daha iyi bir bölgede yaşıyordu. Ara sıra geceleri bazı uyuşturucu tüccarları tabii ki kendini belli ediyordu, bazen de genç çöp toplayıcıları ve dilenciler, organize suç örgütleri tarafından tetikçi olarak kullanılıyordu bu mahallede ama artık bu kocaman şehrin, Boğazkent denen çürüyen metropolün gerçekliğiydi. Her geçen gün daha berbat bir katran katmanını görüyor, her geçen yıl bir öncekinden daha dayanılmaz hale geliyordu. Yine de bu kent hakkında garip bir şeyler vardı, insanları kendine çekiyordu ve bırakmak imkansız hale geliyordu, hem bağımlılıktan, hem de zorunluluktan.

Nihayet evine vardığında genç kadın kapıyı arkasından kapatıp kilitledi. Arkasından kimsenin takip etmediğine emindi ama hem hiçbir şeyi şansa bırakmamak istiyordu hem de Cenk’in kendisine anlattıkları ve de ardından o yabancının yanlarına gelmesi onu epey etkilemişti. Evi falan kontrol etmedi, kendini içeri kilitler kilitlemez sırtını kapıya dayayıp yere oturdu. Kafasını geriye attı, ellerini yüzüne götürüp bir süre o şekilde derin nefesler alıp verdi. Ardından ellerini yere attı, gözlerini de yere devirdi, son bir derin nefes daha aldı sakince, sonra da cebinden çıkardığı paketten bir tane sigara alıp yaktı.

Ciğerlerine çektiği ilk duman onu biraz rahatlatsa da yine depremi, depremle birlikte deliren insanları, şehrin içine girdiği bu garip hali düşündü. Aradan bütün bir gece geçmişti ve temas kurabildiği tek kişi Cenk olmuştu, onun da durumu belliydi. Diğer hiç kimseyi görmemiş, kimseden haber alamamıştı. Evet iletişim hatları çalışmıyordu ama en azından yakın çevredeki birileriyle, başka birileriyle karşılaşabilmeyi ummuştu. Yine de belki böylesi daha iyiydi. Bariz bir örnek karşısındayken öteki arkadaşlarının da benzer kaderleri yaşamış olması muhtemeldi. O zaman bir süre bu günleri tek başına mı geçirmesi gerekiyordu? Belirsizliklerle doluydu her şey. Bilmediği, anlamadığı, şaşırdığı çok fazla şey vardı.

BU düşüncelerle boğuşurken yanan parmakları onu inletti ve olduğu yerden fırladı. Tek bir nefes çekebilmişti sigarasından, geriye kalanı öylece harcamıştı. Hemen o ahşap zeminde giysilerini kullanarak söndürdü yanmakta olan izmariti. Zeminde kalacak bir iz şu an onun son dertlerinden biriydi. Zaten buradan kurtulursa ya bu evi baştan aşağı yenilemesi gerekecekti ya da olduğu gibi evden taşınması, tercihen başka bir şehirdeki eve. Derin bir nefes alıp ayağa kalktı. Bir sigara daha yaktı ve sakince evin içinde dolaşıp hasar var mı diye kontrol etti, kendisinden kaçtığı deli adamın da aynı anda aynı şeyi yaptığını bilmeden. Sağlam olduğu düşündüğü evin duvarlarında, tavanında ve pencerelerinde minik çatlaklar ve çizikler vardı.

Evin içini olduğu gibi dolaştı. Acaba emlakçı mı atmıştı bu kazığı, ki bu da bayağı mümkündü yoksa bu deprem beklediğinden çok daha şiddetli miydi? Eğer öyle olsaydı diğer binalarda, özellikle eski ve ucuz binalarda muazzam yıkımlar gerçekleşmez miydi? Meydandan buraya kadar yürümüştü ve çevrede ne tehlikeli çatlaklar ne de yıkılmış binalar görmüştü. Tabii ki gördüğü duvarlarda hasar mevcuttu ama çoğunlukla insanı o kadar çok korkutacak derecede ciddi görüntüler değildi bunlar. Özellikle de yaşadıkları sarsıntıların etkisi düşünüldüğünde. Peki sonraki sorun neydi? Evden çıkıp çıkmaması gerektiğine karar vermeye çabalıyordu. Dışarıdaki insanlar tehlikeliydi evet ama içeride kalırsa ve şiddetli artçılar yaşanırsa tehlikeli bir durum oluşabilirdi.

Depremi, insanları ve tehlikeleri düşünürken aklına yine Cenk’in deli saçması ifadeleri geldi. Sahilin ne kadar kötü durumda olduğundan, kıyıların doldurma kısımlarının nasıl denize çöktüğünden ve o ufukta görünen kara küreden… Merak etmişti, bu adamı bu kadar delirten, bu kadar çizgisinin dışına çıkaran şey neydi? Deliliğin kendisi o adamın hep içinde miydi? Yoksa gerçekten sahildeki durum bu kadar sıradışı mıydı? Sonuçta evden çıkmaya karar verirse bir yere gitmesi gerekecekti. Meydana geri dönmek istemiyordu çünkü eski arkadaşı oradaydı. O yabancı gibi başka tuhaf insanlarla bir araya gelme fikri de bu şartlarda ona pek cazip gelmiyordu.

Her durumda lazım olacak diye çantasını hazırladı. Zaten bir deprem çantası vardı ama eksikliklerini tamamladı, evinden başka eşyaları da topladı. Evden çıkmaya henüz karar vermemişti ama ne olur ne olmaz bu çantaların hazırda durması iyi olurdu. Deprem olursa anında kaçar giderdi, evden ayrılırsa da yine bir şey toplaması gerekmezdi. Üzerine alacağı giysileri de kenarda tuttu. Altına bir pantolon çekti, gömleğini değiştirdi, fazladan iç çamaşırları hazırladı, mutfak dolabına bakıp oradan konserve gıdaları da çantaya koydu. Lazım olur diye çekmeceden bir de bıçak aldı. Şimdi hazırdı. Ne olursa olsun yapacağı hamleler belliydi ama çantalar ve kendisi hazırken her nedense içindeki bir güdü onu dışarıya çıkmaya zorluyordu.

Elektriği kapattı, kabloları prizlerden çekti, vanaları çevirdi. Pek çok giysiyi benzer çantaların içine koyup kıyıya köşeye zulaladı. Sırf oyalanmak namına evdeki cihazları teker teker oldukları yerden söktü, paketledi ve kapıya yakın konumlara yerleştirdi. Dışarı çıkar ve olur da başka bir şehre gitme imkanı bulursa elektronik cihazlarını hemen dönüp geri alabilirdi. Konservelerin bir kısmını giysi zulaların yanına koydu, böylece depreme evde farklı yerlerde yakalanırsa benzer deprem çantaları gibi görev görebilirlerdi. Aynı mantıkla bulduğu her boş su şişesini doldurup yine o köşelere yerleştirdi. Evde kaldığında veya evden çıkarsa da dönmesi gerektiğinde bir sarsıntı yaşanırsa bu çantaların yakınında olmak istiyordu.

Yapılacak başka hiçbir şey kalmadığında Melin çantasını alıp evini terk etti. Apartmandan çıktı, mahallenin sokaklarında eski ve yeni binaların arasından yoluna devam etti. Mezarlığın yanından geçti, sarsılan, silkelenen toprağın içinde yatan ölülerin bu durumla ilgili bir derdi yok gibiydi. Hâla yaşayan genç kadın bu sessiz yurdu da arkasında bıraktı ve yeniden merkezi caddeye geldi. Bildiği, tanıdığı, yaşadığı caddelerin içinden yürüdü gitti. Meydana geri dönmedi, oradan uzaklaşmaya devam ediyordu. Cenk’in söylediği o hikayeler hâla aklındaydı. Kabus, deprem, kara küre, karanlık binalar ve onların içinden çıkıp gelen yabancılar ve de kaybettiğini söylediği ama sonradan onu takip ettiğini iddia ettiği karanlıklar içindeki eski arkadaşları. Herhangi bir parka da yürümüyordu Melin. Cenk’in anlattığı hikayeleri kafasında döndüre döndüre Cenk’in bambaşka bir bulvarı takip ederek terk ettiği sahile farkında olmadan giderek yaklaşıyordu.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Karanlık Perde

Sırık Bölüm 0 (Spooktober '24)

Savaş - Fallout: Anatolia