Kara Küre Bölüm 13: Sığınak (Spooktober '25)
Önceliği ne olursa olsun evine alan Cenk ilk iş olarak yatak bazasını, çekyatını, dolaplarını kullanarak pencerelerin ve balkon kapısının önünü kapattı. Sadece dışarıyı görebilecek kadar boşluklar bıraktı, önlerine de sandalyeler ve masalardan oluşan barikatlar çekti. Evdeki süpürge sopalarını, spor aletlerini kullanarak basit silahlar inşa etti ve ne olur ne olmaz diye daire kapısının önüne de birkaç sandalye ve ayakkabılığı dizdi. Eğer içeriye girmeye çalışan olursa bunları kapının önüne çekecek, içeriye girilmesini engelleyecekti. Evde bulunan bir iki zinciri, halatı ve tel parçalarını kullanarak da her an kapının önüne çekebileceği bir hat daha yaptı. Gerekirse bu hattı diğer eşyalara veya tesisata bağlayıp olduğu gibi kendini içeriye kapatabilirdi.
Minderleri, yatağını yere dizdi. Evinde bulunan ve hiçbir görev görmeye küçük bir oda vardı, orasını artık yatak odası olarak kullanacaktı. Kapıdan uzaktaydı ama müdahale etmek için de yeterince yakındaydı. Dışarıdan yol üstünde doğaçlama bir halde edindiği az sayıda erzağı da buzdolabına koydu, kuru yiyecekleri de onun üstündeki başka bir dolaba yerleştirdi. Zaten bütün iştahı kaçtığı için fazla yemesine gerek yoktu, sürdürülebilir bir düzen kursa yeterdi. Olur da su giderse diye düşünerek elde bulunan bütün boş şişeleri de doldurup yine mutfağın bir köşesine koydu.
Evinde güvende kalacağından emin olunca, artık o da ne kadar emin olabilirse, dışarı çıkıp mahallenin güvenliğini sağlamaya katkısını koymak istedi. Bütün bir mahalleyi bütün bir tepeyi kaleye dönüştürmek ona umut, heyecan vermişti. İnsanların az çok birbirini tanıdığı, hiç olmazsa ara sıra birbirlerinin yüzünü görüp kendilerine kötü bir şey yapmadığını bildiği bu kişilerle etrafı çevrili güvenli bir bölgede kalmak, birbirlerinin güvenliğine katkı sunmak böyle bir zaman için gayet iyi bir fikirdi. Yeterince organize olurlarsa erzak toplamak, kaynak üretmek ve plan yapmak da epey işe yarayabilirdi. Sonuçta şehrin bu haliyle burada ne kadar kalacaklarını bilmiyorlardı ve bu koca metropolde bir tane bile tarla bulamazdınız. Sadece balıkçılık geçerli bir besin kaynağıydı ve şu an kimse o körfezle boğuşmak istemiyordu.
Mahalleyi çevirmek iş isteyecekti ama zor değildi. En açık kısımları Hamidiyeli’nin meydana ve ana caddeye bağlandığı geniş sokaklardı. Onun dışında şehir merkezlerine bağlanan yolların çoğu dar ve yokuştu. Geriye sadece dik ve küçük merdivenler kalıyordu, onların önlerine de barikatlar çekmek epey kolay olacaktı. Geniş caddeler ve sokaklar, olan arabalarla kapatıldı. Arabaların arasına çöp kutuları ve bölgedeki inşaatlardan çıkan moloz yığınları döküldü. Birkaç kişinin de uzman eli değince caddeler ve sokaklar sadece kontrollü geçişlere izin verecek bir hale gelmişti. Buralara yerleştirilen nöbetçilerle insanlar geceleri rahat uyuyabilirdi.
Dar yollar zaten dar ve yokuş olduğundan oraya da çekilen tek tük araba ve çevreden getirilen eşyalar yeterli olmuştu. Dik merdivenler de aynı şekilde oraya taşınılan masalar, sökülen kapılar, içi doldurulan çuvallar ve çöp torbaları ile rahatça kapatıldı. Bu kısımlara nöbetçi yerleştirmek için insangücü harcanmak istenmediğinden geçişe hiçbir şekilde izin verilmeyecek şekilde epey yüksek barikatlar kuruldu ve boşluklar tamamen dolduruldu. Cadde boyunca boş arazileri, geniş bahçeleri ve apartmanların önlerini çeviren teller de söküldü ve çevreye inşa edilen bu koruma yapılarına uyarlandı. Böylece isteyen zorlasa da içeriye giremeyecekti. Mahalleliler mahallelerini tam anlamıyla bir kaleye dönüştürmeyi başarmışlardı, şimdi onu korumak kalmıştı geriye.
Güvenliği sağlamışlardı sağlamasına ama bu tepede yaşamak vardı şimdi. Herkes kendi malına sahip çıkacaktı, kendi işini yönetecekti ama ortada sahipsiz kalan cihazlar, araçlar, kimsenin benim diyemediği ambarlarda ve devlet depolarında bekleyen kaynaklar, hepsi ortak noktalarda birleştirildi. İş yerlerinde çalışanlar ve gönüllülerden oluşan ekipler, dışarı çıkıp daha fazla kaynak toplamak üzere görev edindiler. Yeni besinler yetiştirmek üzere kendi evlerinde küçük kaplarda saksılarda ekim yapanlar da oldu, bir sürü araç gereci alarak, mağazalarda satılan toprakları bir araya getirerek boş arazilere tarlalar yaratanlar da. İşin bir de su yönü vardı, tesisatlar hâla çalışıyor, şehire hâla su geliyordu ama ne zaman kesileceği belirsizdi. Akla gelen fikir apartmanların damlarına havuzlar inşa etmek olduysa da çoğu yapı çatılıydı ve de bu uğraş çok sürerdi, bundan vazgeçildi. Bunun yerine apartmanların oluklarına bidonlar konuldu, sokaklardaki giderlere de önce leğenler yerleştirildi, sonra bu leğenler de çatma derme tesisatlarla havuz görevi görebilecek depolara, çukurlara bağlandı. Bir iletişi hattı da gerekiyordu, acil durumlarda anında temas kurabilmek için fakat ne radyolar çalışıyordu ne de telsizler. Havada sinyalleri bozan bir şeyler vardı. Radyolar ve telsizler bir süre denense de şehrin üzerine çöken kabus bu cihazların hoparlörleri üzerinden mahalleliye geri yansıyınca bundan hemen vaz geçildi. Sabit hatlar ve kablolarla bir iletişim kurulmak istenilse de bu da bir kenara atılan fikirlerden biri oldu. En nihayetinde mahalle içindeki ve hemen yakın çevresindeki iletişim, düdükler ve bunlarla belirlenen temel işaretlerle sağlanacaktı. En azından elektromanyetik dalgalara nazaran daha güvenilebilecek bir yöntemdi.
Bir yönetim tarzı ise belirlenmedi. Uzmanlık ve disiplinler konularında alanlarında en deneyimli, bilgili kişiler seçildi ve kararlar, çok büyük bir çoğunluğun tepkisi olmadığı takdirde bu kişilere bırakıldı. Gerekirse bu seçilmişler aralarında toplantılar yapacaktı ve isteyen herkes de tartışılanları dinleyebilmek ve kendi düşüncelerini de söyleyebilmek için bu toplantılara katılabilecekti. Kimse kimsenin alanına uğraşına karışmayacaktı, zaten böyle bir zamanda da birbirine karışan, bulaşan insanlara pek tahammül edilmiyordu.
Kağıt ve bozuk paralar hâla kullanımdaydı. Duyulan güvene göre insanlar bir hizmet veya mal alırken hâla borçlanabiliyordu veya tarafların onayı olursa takas da yapılabiliyordu. Pazarlık her yerde sık tanık olunan bir şeydi. Cenk’in önceki işi internet üzerinden yürüttüğü serbest yazılımcılık olduğu için bu ortamda yeri geldiğinde ekimlere yardımcı oluyor, bazen nöbet tutuyor, zaman zaman da dışarıya çıkıp keşiflere katılıyor, gözcülük yapıyor veya kaynak topluyordu. Bunun dışında bazı işleri organize etmek için bilgisayarlar ve telefonlar kullanılmaya devam edildiğinde de eski işi ara sıra kullanışlı oluyordu. İhtiyaç duyulduğunda her yere yetişse de temel gereksinimlerini karşılayabildiği ve de eskisi kadar gideri olmadığı için iş konusunda aslında çok fazla meşgul olmasına da gerek yoktu ama kafasına iyi geliyordu.
Mahallenin içinde kahveciler çaycılar bile vardı. Boş zamanlarını genelde uğraşlarla dolduran insanlar bir araya gelip kafa dağıtma ihtiyacı da duyuyorlardı ve aslında topluluğa çoğunlukla iyi geliyordu. Fikirlerini paylaşıyorlar, günlük meşguliyetlerinden bahsediyorlar ve ileride başka nelere ihtiyaçları olabileceğini konuşup geleceğe dönük planlar da yapıyorlardı. Böyle anlarda çalgısını getiren, müzik söyleyen, bulduğu kitapları millete sesli okuyanlar bile vardı. Yer yer televizyonlar dışarıya çıkarılıyor ve çevrimdışı halde elde bulundurulan filmler, belgeseller, eski haberler ve videolar herkese izletilebiliyordu. Afetin ortasında, kabusların arasında terk edilen mahalle halkı bu durumda bile hayatı bir yönünden yakalamayı başarmıştı.
Her şeye rağmen mahallenin tamamını değil, sadece bir kısmını kapatmayı tercih etmişlerdi. Güzçilek Caddesi’nin sonunun tanımladığı bir uçtan başlayarak Hamidiyeli tepesinin etrafını çevrelemişler ve ilçe meydanıyla ana bulvara çıkan kısımlar içeriye almamışlardı. Bunu yapmak çok daha fazla zaman, daha büyük bir işgücü ve muazzam kaynaklar gerektirecekti. Yani Güzçilek Caddesi, bu kalenin omurgasını, merkezini oluşturuyordu. Oradan çevreye çıkan sokaklar, aralıklar, merdivenler ve yokuşlarla birlikte ve de onların etrafına dizilen barikatlarla sığınak tamamlanmış oluyordu. Tabii ki dış kısımları da kapatabilseydiler büyük bir alana ve de gerçekten kullanışlı binalara, tesislere ulaşacaklardı ama şu an için böyle bir aceleleri, ihtiyaçları yoktu.
Mahallenin merkezi konumu sayesinde de şehrin pek çok yerine ulaşım çok kolaydı. Ana caddeyi kullanarak başka mahallelere ve hatta ilçelere kısa sürede gidebiliyorlar, diğer bölgelerle iletişim halinde kalabiliyorlar, başka insanlarla konuşup ellerini değdirebildikleri bütün kaynakları toplayabiliyorlardı. Eğer olurda kendilerini yardıma muhtaç bir konumda bulurlarsa yine çağrı yapmak, onlara ulaşabilecek insanlara ve gruplara uzanmak dert olmayacaktı. Tek sıkıntı hemen yan taraflarında bulunan Kargatepe’ydi. Diğer bir tepede bulunması onlar açısından bir avantajken oraya çıkan yollara ve geçitlere fazladan önem vermişler, orada bulunan setlerin ve engellerin sağlamlığına, yüksekliğine, sıkılığına iyice özenmişlerdi. Ana caddeye çıkan yollara konumlandırdıkları nöbetçiler kadar Kargatepe’ye çıkan artık kapalı yollarda da pek çok gözcü vardı.
Depremin hemen sonrasında yaşanan bütün o berbat olaylar sebebiyle de neredeyse her bir cadde ışıklandırılıyordu. Sokak lambalarına ek olarak bulabildikleri her yerden fazladan elektrik hatları çekip ekstra ışık kaynakları kullanıyorlardı. Mahallenin tek bir sokağının dahi karanlıkta kalmamasına fevkalade önem tanıyorlardı. Evler de ayrıca aydınlatılıyor, içinde ne olduğunu anlayamadıkları hiçbir yer bırakmıyorlardı. Boş kalan evlere dışarıdan gelen tanıdık, dost, akrabalar yerleştirilmişti. Güvenmedikleri hiçbir yabancıyı mahallede oturtmuyorlar ama yine de gündüz saatlerinde başlarına koydukları bekçilerle dolaşmalarına, işlerini yapmalarına izin veriyorlardı. Yaklaşık on bine yakın insan mahallede bu şekilde yaşıyordu artık. Herkes az çok alışmıştı bu duruma ama her zaman da tetikte duruyorlardı.
Cenk’in en gözde etkinliklerinden bir tanesi kitap okumak olmuştu ama artık bunun bambaşka bir anlamı vardı. Geçmişe, bilime ve insanların hayal dünyalarına dair her şeyi öğrenmek istiyordu. Önem verdiği her şeyi not tuttuğu defterleri vardı, bir tanesi bitince hemen yeni deftere geçiyordu. Elindeki kitaplar bittiğinde dışarıdan bulduğu ve okumasında sakınca olmayan yeni kitaplar getiriyordu. Sakıncalı kitapları da içinde yeni kaygılar ve korkular oluşturmayacak kitaplar olarak kodlamıştı kafasında ama bu konuda esnekti. Nasıl bir durumun içine girdikleri hakkında fikir verecek hikayeler, ders kitapları ve makaleler gördüğü zaman yanına alıp göz atmaktan çekinmiyordu. Pek çoğu bu konuyu pek aydınlatmazken öğrendiği bilgiler ona kesinlikle yardımcı oluyor, en azından biraz daha iyi hissetmesini sağlıyordu.
Hamidiyeli bölgesi kesinlikle deprem sonrası bu dünya parçasına uyum sağlamıştı. Hem insanlara hem de insandışı olarak niteledikleri tehditlere karşı önlemlerini almışlardı. İçlerinde din adamları da vardı fakat böyle bir durumda bu insanların görevlerinin ötesine geçip kişileri ve grupları tehditkâr yapılara dönüştürmelerine izin verilmiyordu ve zaten bu görevliler de artık durumu bu şekilde kabul etmişti. Kabul etmeyenlere çoktan yer vermişlerdi. Kaynaklarını sağlama almışlar, her an mobilize olacak şekilde hazırlık yapmışlar ve de geceleri rahat bir şekilde uyuyabilecekleri bir hayat düzeni kurmuşlardı.
Hamidiyeli hazırlıklıydı ama bir yandan şehrin, bu kara düşün kendisi de sürekli uyum sağlamaya, evrilmeye devam ediyordu.
Yorumlar
Yorum Gönder