Kara Küre Bölüm 15: Güruh (Spooktober '25)
Kafasını kaldırmaya cüret edemedi, ama bir iki metre üstünde tersine gezen yansımasının ayak seslerini duyduğuna adı gibi emindi. Eğer aynadaki ses kaynağıyla göz göze gelirse bunca zamandır inşa ettiği akıl sağlığını hepten kaybedecekti. Ağır adımlarla, çok yavaş hareket ederek el fenerinin ışığının yardımıyla AVM içindeki arkadaşlarını aramaya devam etti ama tabii şu an bu kabus geri dönmüşse, binanın içinde ne durumda oldukları da meçhuldü. Her şeyden habersiz bir şekilde işlerine devam ediyor da olabilirlerdi, binadan kaçmış da veya çoktan bu dehşete kurban da gitmiş olabilirlerdi. Ne olursa olsun, Cenk diğerleri hakkında bir iz bulmak istiyordu en azından.
Ensesine nefesi vuran bir tehlikeyle baş başa kalan haliyle teker teker terk edilmiş mağazalara girip kontrol etti, sonu gelmez gibi görünen loş ve karanlık koridorlara baktı, ara sıra da AVM’nin dış tarafına çıkan kapıları yokladı. Belki geri dönmüşlerdir düşüncesiyle ana girişe döndüyse de oradan da bir sonuç alamadı. Arabalar hâla oradaydı ama arabacılar da yoktu. Cenk gittikçe geriliyordu. Böyle bir durumda çantasını girişe boşaltmayı bile düşünmeyip arayışına devam etti. Artık mağazaların camlarına da ışık tutmaya çekiniyordu çünkü oradan gördüğü yansımalar da kuşkularını artırıyor ve yer yer ayna tavanın bir kısmını genç adamın gözleriyle buluşturuyordu.
Başının hemen üstünden gelen ayak sesleri artık mağazalar ve koridorlar boyunca yankılanıp kendinden daha büyük bir gürültüye, uğultuya dönüşüyordu. Cenk, attığı her adımda yankılanan bu seslerle beraber daha güçsüz kalıyor, kalbi daha hızlı atıyor, dizleri titriyor, o berbat, ekşi, soğuk duygu karburgalarının hemen altında filizlenip hızlıca vücudunun her yerine yayılıyordu. Çok geçmeden mide bulantıları ve baş ağrıları peydah oldu. Büyük AVM’nin zaten dar olan koridorları ve alçak tavanları Cenk’in üstüne üstüne geldi. Görüşü puslandı, dengesini giderek kaybetti. Adım attığında artık ayakları yerde sürünüyordu, kolları kontrolsüzce sallanıyor, vücut duruşu çarpık bir hal alıyordu. Kabusu, bütün dehşeti ve baskınlığıyla yeniden başına dadanıyordu. İşte o anda hissetti, omzuna dokunan o soğuk, vücudunu olduğu gibi donduran, çığlık attıran berbat eli.
“İyi misin?”
İnleyerek kendini öne atıp yere serilen genç adamın gözleri, artık ne kadar süredir aradığını bilmediği arkadaşlarıyla buluştu. İki üç kişi şu an girişe yakın bir koridorda şaşkın gözlerle dikilip ona bakıyordu. Birkaçı da sırtında sonuna kadar dolu çantalarla AVM’nin çıkışına doğru yönelmişlerdi. “İyi misin? Ne oldu?”
“Bir şey olmadı.” dedi Cenk derin bir nefes vererek. Üstünü başını silkeleyerek ayağa kalktı, çantasını sırtladı. “Bir an nerede olduğunuzu anlayamadım, sonra da içeriye başkaları girdi sandım.”
Yalan söylediğini ve başka şeyler yaşandığını gayet iyi bilen bu insanlar pek aldırmadılar. Belli ki böyle durumlara aşinaydılar ama ne zaman aralarından birisinin başına gelse, pek bozuntuya vermiyorlardı.
“Aşağıdaydık, sinema salonlarına kaynak yığımı yapılmış ama saklanan yiyecekler de epey bozulmuş. Belli ki birileri burada kamp yapmış ama bir noktada eşyalarını bırakıp gitmişler ve geri de dönmemişler. Biz de her şeyi aldık.”
“Sinema salonları, evet.” diye derin derin nefes alıp vermeye devam etti Cenk. “Ses gerçirmezdir herhalde.” diye kendi kendisine bir açıklama getirdi.
“Yani, muhtemelen.” dedi görev arkadaşı. “İlla ki ama çok da iyi bir yere benzemiyordu.”
Rahatlayan Cenk birkaç saniye boyunca siniri bozuk bir şekilde hafifçe güldü. Arkadaşlarının şaşkın bakışları devam ediyorlardı ama bir iki dakika içinde her şey yeniden sıradan akışına döndü. AVM’nin içinde son bir tur attılar hızlıca, gözlerine belki bir şeyler takılır diye ama önemli bir şey çıkmayınca çıkışa geri döndüler. Arabaları bu sefer sınırları zorlarcasına doldurdular, kalan eşyaları da çantalarına atıp çekmeye başladılar. Artık çok ağır olan bu arabaları birer kişi taşıyamadığı için bütün ekipler hep beraber ittirip çekiyorlardı. Normalde hemen varacakları mahalleye bu halleriyle ağır ve yavaş bir halde ilerleyeceklerdi. Ne iyi ki yol kısaydı ve pek bir yokuş yoktu. Tek sıkıntı asfalt boyunca açılmış çatlaklar ve önceden kalan bakımsız tümseklerle çukurlardı. Tam yola çıkacaklardı ki bir tanesi hemen diğerlerine sessiz olmalarını, durmalarını söyledi. Arabaları sakince kenara çektiler ve arkadaşlarının işaretlerine baktılar. Cübbeler ve örtüler içindeki kalabalık bir grup ana caddeden meydana doğru yürüyordu.
“Kim onlar?”
“Bilmiyorum ama çok kalabalıklar, yüz kişi var en az.”
“Onları daha önce buralarda hiç görmedim.”
“Belki Eskikent’ten gelmişlerdir.”
“Oradan neden buraya gelsinler ki? Bütün semt surlarla çevrili.”
“Evet ama sahilde, çok da güvenli olmayabilir. Kaçıp sığınacak yer arıyor olabilirler.”
“Hadi gidelim.” dedi Cenk yanındaki bir diğer arkadaşını da arkasından sürükleyerek. “Etraf sakinleşince siz sığınağa dönün, diğerlerine haber verin. Biz onları takip edip bir bakacaz kimlermiş, ne istiyorlar, ne yapacaklar.”
Böylece genç adam ve arkadaşı sessizce ve gizlice ana caddede gördükleri kalabalığa yaklaştılar. Yüz kişiden biraz daha fazla kalabalık olan bu garip kitle, bir zamanlar gökdelenlerin ve iş merkezlerinin dolduruduğu Nehirbaşı’ndan meydana doğru ilerliyordu. Tuhaf bir şarkı, adeta bir ilahi mırıldandıklarına emindi Cenk ama yüksek sesle söylemekten kaçınıyorlardı. Bir kısmı yanında alışveriş arabası gibi araçlar sürüklüyordu ama içlerinde ne olduğunu kestirmek imkansızdı, üzerleri örtülerle kaplanmış durumdaydı. İnsanlar da o arabalardan pek farklı değildi. Herkes az çok çeşitli örtülerle, perdelerle gizlenmiş vaziyetteydi. Bir marş halinde düzenleri yoktu ama sakince belirli bir hedefe doğru odaklı bir şekilde sürdürüyorlardı yürüyüşlerini. Onları izleyen iki arkadaş oldukça endişeliydi.
“Sence bir tarikat mı?”
“Öyle görünüyor ama bildiğim hiç birine benzemiyor.” diye cevap verdi Cenk fakat bu fısıldaşlamaları esnasında kalabalığın kenarından yürüyen bir figür olduğu yerde durdu ve başını hafifçe onlara doğru çevirdi. Epey iyi saklanmış durumdaydılar ve sessizce konuşmuşlardı ama o kişi şimdi bu gözcüleri nasıl görmüştü, nasıl duymuştu hiçbir fikirleri yoktu. Onların olduğu yöne bakıyordu ama ikili, kendilerine baktığından çok da emin değildi, sadece öyle sanıyorlardı ama daha da önemlisi, tehdit altındaymış gibi, tehlikeli ve art niyetli gözler onları izliyormuş gibi hissediyorlardı. Tam olarak nereye baktığını anlamak mümkün değildi, yine de caddenin mahalleye çıkan yolunun sapağında durmuş, öylece bekliyordu.
Arkadaşı Cenk’i dürttü, hiçbir şey söylemeden geriyi işaret etti ve ikili geri geri ters bir şekilde yürümeye başladı. Gözlerini yoldan ayırmadılar, tetikte kaldılar. Yeterince uzaklaştıklarını düşününce de anında durumu ölçüp tarttılar.
“Hiç sevmedim, bu olayı, o kalabalığı hiç sevmedim.”
“Ben de.” diye cevap verdi Cenk. “Gel, koşarak ilerlersek, çevreden dolanarak meydana ulaşabiliriz. Yavaş yürüyor gibi görünüyorlar.”
Bu konuda anlaşınca depar atmasalar da düzenli bir ritimle hafifçe koşturmaya başladılar. Mahalle girişinin yanından geçerken yerel sakinler neler olduğunu, yabancıların kimliğini sorgulasalar da “Bakmaya gidiyoruz.” diye telaşlı bir halde cevap verip yollarına devam ettiler. Kapıda bekleyen nöbetçiler sadece endişeli endişeli arkalarından bakakaldılar.
Meydana varan son küçük caddeyi de arkalarına bıraktıklarında oradaki terk edilmiş işletmelerin bir tanesine sığınıp görülmeyecekleri bir pencereden olan biteni izlemeyekoyuldular. Kalabalık ana caddeden yavaş yavaş meydanda hâla çadır kurmuş vaziyette duran insan topluluğuna yaklaşıyordu. Kendilerine yaklaşan bu tuhaf figürleri görenler de bir bir ayağa kalkıp, cadde girişine geldiler. Öğle saatleri geride kalmıştı, ikindinin yaklaşması ve gece saatleri soğuğunun uzaktan fısıldamasıyla hava serinlemiş, ayaz kendini biraz biraz hissettirmişti. Çadırlarından çıkan insanlar üzerlerine alabildikleri herhangi bir kıyafetle panik ve şaşkınlık içinde konuşa konuşa diğerlerine katılıyorlar ve üzerlerine yürümekte olan garip kalabalığa karşı kendi güç gösterilerini yapmaya hazırlanıyorlardı.
Yüz kişinin biraz üstündeki güruh meydana vardığında birbirlerine yaklaştılar, sıkı bir hat kurdular. Bunu öyle bir doğallık ve akıcılıkla yapmışlardı ki sanki bundan önce de pek çok kez deneyimledikleri veya tatbikatını yaptıkları bir eylemdi. Sakin sakin başlayan konuşma sürecinde ara ara sesler yükselse de genelde bu durum meydan tarafında duran insanlardan kaynaklanıyor, cadde güruhu oldukça sakin duruyordu. Cenk ve arkadaşı konuşulanları pek çıkaramasa da meydandakilerin aradan zaman geçtikçe sinirlendiğini anlayabiliyorlardı çünkü gerilim tırmandıkça daha fazla kişi oldukları yerden kalkıyor, çadırlardan çıkıyor ve cadde kısmına doğru yaklaşıyordu. Artık üzeri örtülerle perdelerle kaplı bu yüz civarı yabancının karşısında en az birkaç yüz sinirli insan duruyordu.
İlk başta sadece iki grubun da ön saflarında duran kişiler konuşuyor olsa da zaman geçtikçe ve heyecan arttıkça arka taraflardakiler de bu tartışmaya dahil oluyordu. Yine meydandakiler seslerini her defasında biraz daha yükseltiyordu ama caddedekiler tekinsiz bir sükunet halinde ses tonlarında herhangi bir kırılma olmadan savlarını anlatmaya çabalıyorlardı. Yaklaşık bir on beş yirmi dakika boyunca sürdü bu tartışma ama tek tük kelimeden başka bir şey anlamadı Cenk ve arkadaşı. Meydanlılar iyice sinirlenince cadde güruhu safları iyice sıklaştırdı, arabaları da kendilerine yaklaştırdılar. Herkes olayın bir yerden patlamasını bekliyordu, herhalde bu semtte ilk kez insanlar arasında bu büyüklükte bir çatışma olacaktı ama beklenen olmadı, cadde kısmı geri çekildi ve aynı sükunetleriyle geldikleri yöne geri döndüler.
Bu esnada onları izleyen Cenk ve arkadaşı bir kez daha, caddenin ortasında hiçbir şey söylemeden, yapmadan, hareket etmeden durup kendilerine bakan o yabancıyla yüz yüze geldiler. Esen serin rüzgar örtüyü dalgalandırsa da ardında neyin olduğunu hiçbir şekilde anlayamıyorlardı. O kadar uzaktaydılar ki aslında bir kafa hareketi var mı yok mu, bedeni onlara dönük mü değil mi kestiremiyorlardı ama bilinç katmanlarının derinliklerinden yükselen bir ses tehditkâr bakışların üzerlerinde olduğunu söylüyordu ve bakışlarını avcısını izleyip her an kaçabilecek bir av hayvanı gibi gözlerini o garip figürden alamıyorlardı.
“Gidelim” dedi arkadaşı ve cevap vermesine fırsat tanımadan Cenk’i kolundan çekerek dışarıya doğru sürükledi. “Onlar her kim bilmiyorum, o şey ne hiçbir fikrim yok ama mahallede daha güvenli oluruz. Diğerlerine söyleyelim, meydandakilerle de bir konuşalım bakalım ne istemişler.” deyip arkasından genç adamı sürükleye sürükleye sığınağa döndüler.
Cenk ise tam çatma derme duvarların önünde, kapının hemen yanıbaşında durdu.
“Ne yapıyorsun?” diye telaş içinde sordu arkadaşı onun ardından ama Cenk cevap vermedi. Gözleri AVM’yi, etraftaki binaları, yolları ve caddeleri tarıyordu. “Eğer meydandakiler de bu durumdan bizler kadar rahatsız olmuşsa…” diye sessizce cevap verdi Cenk ama devamını getirmedi. Emindi bundan, sığınağı ana caddeye ve meydan girişine kadar genişleteceklerdi. Tehlike büyüyordu, sığınak da büyümeliydi.
Yorumlar
Yorum Gönder