11 - Gece Yolcusu (Spooktober '23)
Gece geç saatlerde hâla yolda arabamı sürüyordum. Sınırın diğer tarafında bazı işlerim vardı ve sağolsunlar büyük zorluklarla onları halledip ancak dönüşe geçebilmiştim. Şehirde son zamanlarda yaşanan zulüm dolu olaylar sebebiyle bütün kontroller çok güç bir hale gelmiş ve sınırı geçmeyi başarabilenler için de diğer tarafta binbir türlü engel koymuşlardı. Sıradan günlerde, eğer şu dönemde böyle günler varsa, çoktan tatlı uykuma geçtiğims saatlerde hâla üzerimdeki ağır stres ve yorgunluk ile arabamı sürüyordum. Eve çok bir yol da kalmamıştı aslında ama kalanı da gözümde büyüdükçe büyüyordu. Eve vardığımda bedenimi üzerine atacağım sıcacık yatağımı ve benliğimi teslim edeceğim tatlı mı tatlı uyku diyarını düşündükçe gözlerimi açık tutabiliyordum.
Yakıt durumum ise beni düşündürüyordu. Eve dönmeye yeterdi belki ama yarın işe gitmek isteyeceğimde arabam yarı yolda kalabilirdi. Kafamda iki olasılığı tartıp durdum. O kadar yorgundum ki bütün riski yarına sarkıtmaya çok eğilimliydim. Tabii uykusuzluğumun ve huysuzluğumun da bu kararı alabilmemde büyük bir payı vardı. Yine de ne zaman böyle bir karar alacak olsam bundan hep pişmanlık duyardım. Kendime edeceğim küfürleri, yaşayacağım tonca stresi düşündüm, işte yiyebileceğim azarlar aklıma geldi ve yakıt doldurabileceğim bir yerde durmak her dakika daha mantıklı bir hal aldı. Kendime şu an küfür edecektim ama en azından yarın kafam rahat olur ve yarın bütün gün hissedeceğim sinirden kurtulurdum.
Durabileceğim bir yer ararken gözlerim de neredeyse kapanacak gibi oluyor ve son anda kendime geliyordum. Çok tehlikeli bir durumdu, her an kaza yapabilirdim. O an kendi hayatıma acımasam da sorumsuzluğum yüzünden başka bir cana kıymak korkunç olacaktı. Ara ara yan aynadan gözümün ucuyla arkadan gelen bir arabanın ışıklarını görür gibi oluyordum ama bakınca bir şey göremiyordum. Bu durum kendini birkaç kez tekrar edince özellikle dikkatli olmaya çalıştım. Az önce bahsettiğim kazayı yaşamaktan kaçınacaktım. Biraz daha uyanmak için kaslarımı biraz daha sıkıp saldım, ellerimle direksiyonu daha sert bir şekilde kavradım ve bir elimle yanağıma beni uyandıracak bir tokat attım.
Yan aynaya bir daha bakınca öyle bir şaşırdım ki direksiyonu istemsizce kırıp arabayı neredeyse yoldan çıkaracaktım. Tekerlekler asfalt üzerinde biraz kaysa da kontrolü sağlayabildim, kendime geldim ve gördüklerimin doğru olup olmadığını anlamak için aynadan yeniden baktım. Orada değildi, gitmiş olmalıydı veya uykusuzluğum sebebiyle olmadık şeyler görmüştüm. Yoluma devam ettim ama bakışlarımı zaman zaman aynalara çeviriyordum. Gecenin bu saatinde çevrede kimse yoktu, içinde bulunduğum riskli durumda bu belki daha iyiydi ama yalnızlık sağ kalım güdülerimi tetiklemişti. Yavaş yavaş yükselen paranoya ile birlikte arabayı sürmeye devam ettim. Uykum yeniden bastırmak üzereydi ki aynadan yeniden aynı şeyi gördüm, upuzun bir karartının tepesinden bana iki sarı göz.
Sarı gözler bu kentte hiç hayra alamet şeyler değillerdi. Özellikle Akçaçam gibi bir sınır semtinde yaşayan bizler için en kötü hikayelerin konusu olurlardı. Diğer tarafta sayıları iyice artan nöbetçilerin, sıklaşan kontrollerin sebebi de buydu. Onlar da muhtemelen bizler için aynı şeyleri söylüyorlardı. Bugünlerde dolanan söylentilerle birlikte iyice paranoyaklaşmışlardı. Sınırdan geçtikleri söylenen tanımlanamaz yabancılar, uç köylerde yaşanan vahşetler, bir insanın yapabildiğini kesinlikle düşünemediğimiz hayal edemeyeceğimiz cinayetler… Bu saatte yolda tek başına seyahat eden benim gibi birisi için hiç düşünmemem şeyler düşünüyordum. Bir söylentinin kurbanı olmak istemiyordum. Kendime gelmek istedim, dikkatimi yeniden yola verdim.
En sonunda sokak lambalarının sadece orada var olduğu ama hiç çalışmadığı bir mahallede yolun kenarından bir benzin istasyonu görünce arabayı hemen kenara çektim. Hem azıcık yürür hareket eder, gecenin temiz, serin, tazeleyici havasını alarak da biraz uyanırdım. Tüm bu düşünceler üzerimdeki baskı ile paranoyanın, onlar da yorgunluk ve uykusuzluğumun sonucu olmalıydı. Arabanın çevresinde biraz hareket etsem her şey değişirdi. Arabayı çekerken parmaklarımın bile titrediğini gördüm. Demek ki bedenimde de bir şeyler doğru gitmiyordu. Yolda gördüklerim ve aklıma gelen bu korku tamamen vücut kimyamda yaşanan olmadık gelişmelerin vardığı noktada gerçekleşiyordu. Burada bir de içecek bir şeyler bulsam her şeye ilaç olacaktı. Hem arabamın deposunu dolduracak hem de içim rahat bir şekilde evime gidebilecektim.
Kenara çekip dışarı çıktığımda istasyonun içinin de karanlık olduğunu gördüm. Gözlerimin önündeki kapkara perdeyi kaldıran tek öğre, gece göğünün tepesine dikilmiş dolunaydı. İçimden bir küfür ettim, dolunay da bu bölgenin insanı için iyi bir işaret değildi. Kimse mecbur olmadıkça böyle gecelerde dışarı çıkmazdı. Şimdi de batıl inançlarımın üzerime yürümesiyle boğuşuyordum. Bugün resmen kendi kendime bir savaş veriyordum. İstasyonun kapalı olup olmadığını merak ettim ama gördüğüm kadarıyla içeriye giden kapı da açıktı. Elektrikler mi kesildi diye düşündüm ama çevredeki tek tük evde yanan sönük lambaları görebiliyordum Yine de bu lambalar öyle loş ışıklar yayıyorlardı ki sanki dikkat çekmekten kaçınıyorlardı.
Uzaktaki bazı yerler o kadar karanlıktı ki yapıların nerede başlayıp nerede bittiğini de seçemiyordum. Bu yüzden gözlerim yine bir anlığına o sarı gözlerle buluşunca irkilerek geri sıçradım ama birden ortadan kayboldular. Bir evin arkasında kaybolmuş olmalıydılar. Beni takip eden birileri mi vardı? Benden ne istiyorlardı? Belki şu çok konuşulan gizemli sokak serserilerinden biriydi? Öyleyse bu konuda yapabileceğim bir şeyler olurdu çünkü arabamda tuttuğum bir tabancam vardı. Buralarda insanın kendini koruyacağı bir şey olmadan gezmesi çok bilgece olmazdı. En zararsız görünen vatandaşlar bile küçük cüzdanlarının içinde sinsice saklayabildikleri jiletler tutarlardı. Kimse de bu sebeple birbirine bulaşmazdı. Bulaşırsa artık her ne davaları varsa bunun ölümüne olduğu bilinirdi.
Arabama dönüp tabancamı aldım ve belime iliştirerek üzerini gömleğimle kapattım. Bana bulaşacak olan her kimse bunu yapmaması gerektiğini bilecekti. Ardından karanlık bir halde duran benzinliğe girdim. İçerisi bomboştu, kimse yoktu. Kapı açıktı açık olmasına ama raflar devrilmişti, ürünler çoktan parçalanmış veya bozulmuştu. Burası uzun zamandır kullanılmıyordu. Anlaşılan yakıtımı buradan alamayacaktım. Tam kapıya dönüp çıkacaktım ki birden önümden geçen bir karartı gördüm. Gözlerini seçememiştim ama kesinlikle iri bir şeydi, gittiği yöne doğru eğmişti vücudunu. Belimden tabancamı çıkarıp sessizce dışarıya çıktım. Eğer gerçekten de bir insansa çok kötü bir ders alacaktı, değilse ben bu dersi alacaktım.
Dışarıya çıkar çıkmaz sırtımı duvara yasladım. Kimse beni sırtımdan yakalayamayacaktı. Şimdi arkamı betona dayamış, önüm arabama dönüktü ama elimde tabancam, gözlerim iki yanıma bakar bir şekilde fırıl fırıl dönüyordu. İstesem arabaya doğru koşabilirdim ama birisinin arkamdan üzerime atlama olasılığı da çok yüksek olurdu. Canımı güvene almak istiyordum. Arabanın yakıtı da ben beklemezken biterse çok fena bir durumda yakalanacaktım. Yavaş yavaş sağ tarafımdaki duvardan yapının yanına doğru hareketlendim, yapının yan kısmında kalan boşluğu gözümle şöyle bir taradım. Kuru otlardan, işleyip işlemediği bilinmez eski tarz tahta elektrik direklerinden ve terk edilmiş benzinliğin dış duvarlarından kalkan tozdan başka bir şey yoktu.
Orada ne bir böcek, ne bir kuş ne de bir fare vardı. Rüzgar esmiyordu, susuzluktan ölmek üzere olan otlar hareketsizdi. Pencereler ya kapalıydı ya da evler de çürümeye bırakılmıştı. Bir elim boş, diğer elimde tabancayla otları bir bu yana bir o yana ittire ittire yerde onların arasında birileri saklanıyor mu diye kontrol ede ede ilerledim. Ortalarda kimse yoktu ama yerdeki bir ayak izi çok dikkatimi çekti. Vahşi bir hayvana ait gibiydi ama bir o kadar da bir insanı andırıyordu, çok iriydi. Havada mutlak bir sessizlik vardı, alıp verdiğim nefes bile içime müthiş bir huzursuzluğu yayıyordu.
İzleri takip ettiğimde eski benzinliğin arka tarafına gideceğimi düşünüyordum ama öyle olmadı. Duvarın azıcık yakınında bitiyordu. Her neyi takip ettiğimi düşünüyorsam ve şu ana kadar her ne beni ustaca takip etmişse, az önce içinde durduğum terk edilmiş yapının tepesine çıkmıştı ve ben hiçbir şeyi duyamamış, görememiştim. Benim algılarım karşımdaki şeyin hareketleri konusunda o kadar önemsiz ve devre dışıydı ki, neyi yapabilirim neyi yapamam diye düşünmeme de gerek yoktu. Zaten ancak o zaman yeniden görebildim o gözleri, bitik binanın tepesinde, hareketleri yüzünden kalkan tozun arasında, dolunay ışığının tam önünde sanki gölgeden yapılmış bir yaratıkmışçasına duran vahşi hayvanların postlarına sahip o iri yarı eğri büğrü yaratık…
Arabama dönemeyecektim çünkü yaratık beni alt ederdi. Hemen içeriye, tozlu ve harap haldeki istasyona koştum. Raflardan birisini delicesine bir kuvvetle kapattığım kırık kapının önüne devirdim, diğerlerini de pencerelerin önünde engel olur bir şekilde dizdim. Yaratık benim hareketlerime önce aldırmadı ama daha çok dalga geçtiğini düşündüm. Onun için zaten kolay bir avdım ve bunun sonuna kadar keyfini çıkaracaktı. Önce aşağıya inmedi, tepede dolandı ben de mermilerimi hemen harcamak istemediğimden, onu net bir şekilde hedefimde gördüğüm gibi bütün şarjörümü sıkmayı düşündüğümden bekledim. Belki elimdeki her kurşunu o anda harcarsam kendisini öldürebilirdim ama buradaki anlatılardan iyi biliyordum ki bunun için daha iyisi gerekirdi.
Ben ne olduğunu anlayamadan canavar çatıyı çökertip aşağıya indi ama ben de sağ kalım güdümün bana verdiği çılgınca bir güç ve hız ile az önce önüne rafları dizdiğim pencerelerden gördüğüm bir boşluktan kendimi dışarı attım. Paslı metaller, kırık camlar ve tenimden içeri girecek tonla kıymığa rağmen oradan geçebilmiştim. Vücudum yara bere içindeydi ama o canavarın oradan geçebilmek için fazla iri olduğunu biliyordum. Yine de çatıyı çökertip girmişti içeri, bu yüzden gayet duvarları da söküp beni yakalayabilirdi. Sarı gözler gerçekten de benimle kedinin bir fareyle oynadığı gibi oynarcasına bakıyorlardı, ben de yara bere içinde süründüğüm zeminde santim santim geriye doğru kayıyordum. Arabam oradaydı, onunla uzaklaşabileceğimi biliyordum. Her ne olursa olsun arabamdan daha hızlı gidemezdi.
En vahşi tazıları andıran bu berbat yaratık bir anda pencereye ve camların önüne koyduğum raflara yığdı kollarını ve omuzlarını. Bütün yapı aynı anda oynamaya, sarsılmaya başladı. Uzun zamandır şartlarını zorlayarak ayakta duruyordu ve yıkılmak üzereydi. Ben bu esnada biraz biraz daha geriye doğru çekiyordum kendimi ama koşmaya başladığım anda oyunun biteceğinin ve avın başlayacağının farkındaydım. Canavar pencereyi, rafları ve duvarları zorladıkça yapı biraz daha zorlanıyor, zorlandıkça yaratığın üzerine daha fazla şey çöküyor, o kadar şey üzerine çöktükçe de bu ucube daha fazla çığırıyordu. Tam dışarı çıkabileceği anda bütün bir bina bir anda üstüne yığıldı ve ben de müthiş bir sevincin etkisiyle delirmişim gibi gülümsedim.
Belki de delirmiştim, ya bu dehşetin etkisiyle ya da bu dehşeti yaratacak bir etkiyle.
Beynime binbir türlü kimyasalın akın ettiği bu mutluluk çok kısa sürdü çünkü yığının altından homurtular, gıcırdamalar, sürtünmeler gelmeye başladı. Bir kez daha şok olmuştum ama ayağa kalktım ve bir iki adım geriye gittim. Yaratık yığının içinden ya çıkmıştı ya çıkmamıştı ama anında tabancamdaki bütün kurşunları üstüne sıktım. Böyle olunca o da sendeleyip geriye düştü ve başka yapısal öğelerin altında kaldı. Anında geriye, arabama doğru koştum ve bütün bir çaresizliğimle motoru çalıştırmaya çabaladım. Çalışması uzun süren bir şeydi, yanlış giden bir şey olduğu anda duruyor, sessizliğe gömülüyordu. Her ne kadar panik olsam da bu yüzden sırayla ve zamanını bekleyerek çalıştırdım her şeyi, bir yandan da iyice göz yaşlarına boğulan gözlerle molozların arasından bütün bir öfkesiyle yükselen yaratığa bakıyordum.
Motoru çalıştırıp arabayı sürmeye başladığımda canavar hâla arkamdan koşuyordu. O gece eve gitmedim, bir daha da gideceğimi sanmıyorum. O şey beni ne kadar takip etti bilmiyorum ama gün doğana kadar yollarda ilerledim. Güneş doğduktan sonra biraz daha gidip bir benzin istasyonunda durdum ve yakıtımı doldurup o şehirden uzaklaşabildiğim kadar uzaklaştım.
Yorumlar
Yorum Gönder