30 - Fareli Evin Hanımı Bölüm 4 (Spooktober '23)

  “İyi misiniz?” diye sordu Hanım. Cem dehşet içinde bakıyordu onlara, her tarafta tehlike arayan ve ağaçların, bitkilerin arasında sonuna kadar açılmış gözlerle bakan bir av hayvanıydı o artık. Kollarını ve bacaklarını hareket ettirmekte zorlanıyordu ama titreye titreye ellerini boynunda dolaştırdı, yara izleri hâla oradaydı. Demek ki merdivenlerden düştükten sonra yaşadığı o dehşet verici kabusun en azından bir yerinden gerçeklik payı vardı. Üzerine eğilen kara saçlı, kara gözlü, sivri dişli soluk tenli kadını düşündü. Şu an o otururken kendisine bakan hizmetçi de olabilirdi, Hanım’ın kendisi de. Fikirsiz bir birey, ikisinin kardeş olduğunu bile düşünebilirdi. Üzerine çevrilen bu iki çift göz Cem’i çok kaygılandırdı.

“Haklısınız.” dedi Hanım. “Bir fare sorunumuz varmış ama sizi temin ederim bunu en kısa sürede çözeceğiz. Bir daha böyle bir şey yaşamamanız için elimden geleni yapacağım. Her ne gerekiyorsa size sağlayacağım. Şu an için dinlenin Cem Bey, sizinle yapacağımız daha çok iş var.” dedikten sonra oradan ayrıldı Hanım. Arabacı da onu takip ederek kendi işlerine dönmek üzere uzaklaştı. Cem’in içip kendisine gelmesi için odaya bir çorba getirdikten sonra ev uğraşlarına devam etmek için geri dışarı çıktı. İçeride yalnız kalınca genç adama bir huzur çöktü çünkü ne Hanım’a ne de ona hizmet eden herhangi kimseye artık güvenmiyordu. Bu evde bir şeyler dönüyordu ve bu sır her ne ise ondan saklanıyordu.

Olduğu yerden kalktı, yine zorlanmıştı ama dünkü kabustaki kadar yere yığılacak gibi de değildi. Yürüyebiliyordu, hareket edebiliyordu, sadece fazladan güç harcaması lazımdı. Odanın içinde biraz dolandı, yeniden adım atmaya alıştı. Çorbayı içtikten sonra kuvvetini de yavaş yavaş kazanabilmişti. Elini kafasının arkasına götürdü, şişlik yine oradaydı. Gördüğü kabusta da kafası şişmişti ama o kesinlikle bir kabus olmalıydı çünkü koridorun ucuna doğru düşmesi olanaksızdı. Vücudunun her yanı yine ağrıyordu ama bu ona çok bir engel oluşturmuyordu. Ciğerlerine çektiği nefeste de bir sorun yoktu ama boynundaki yara yayıla yayıla sızlıyordu. Bir farenin buna sebep olabilmesi mümkün müydü?

Cevap istiyordu, bu yüzden dışarıya çıktı. Olabildiğince yavaş ilerledi, kapıları açarken ağır ağır hareket ettirdi kollarını, tam da kapatmadı. Etrafa bakına bakına ilerledi. Kimseyi göremiyordu ama görse rahatlayacaktı çünkü nerede olduklarını bilecekti. Gözleri ne arabacı, ne hizmetçi, ne de Hanım’la buluşamayınca gizli gizli izlendiğini hissetti.

Aşağıdaki bir odaya almışlardı onu, bu yüzden merdivenleri yeniden inmesi gerekmiyordu ama girişe gelince basamakların başladığı noktaya vardığında tüyleri diken diken oldu. O basamakların çıktığı yer geceki kabusuydu ve başladığı yer ise üstüne doğru gelen sivri dişlerin fırladığı noktaydı. Bir an zihni o görüntülere dalacak gibi olduysa da kulaklarına gelen bir ciyaklama dikkatini kapıya doğru çekti. Aralık halinde duran kapının ötesinde bir fare ona doğru bakıyordu. Cem tüm bunları yaşamasaydı farenin rastgele bir hayvanın merak veya korku duygusu ile kendisini izlediğini düşünecekti ama daha iyisini biliyordu. Fare onunla bir oyun oynuyor olmalıydı. Genç çiftçi buna kanmak istemedi ama hem hava kararmadan evden çıkmış olmak, hem de fareyi kendi oyununda alt etmeyi arzuluyordu deli gibi. 

Kapıyı açar açmaz küçük fare hızlıca tarlanın içine doğru kaçtı. Cem onu kovalamaktan vazgeçecekti, eğer ki ayçiçekleri arasında kendine bakan soluk tenli yabancı bir yüzü görmeseydi. Eve ait olan bir yüz değildi bu, geceki yüz hiç değildi. Soluk ölüm beyazı ile en gizemli gecelerde kendini belli eden dolunay mavisi arasında belirsiz bir tonu vardı. Gözleri karanlık mıydı yoksa karanlıkta mıydı anlayamıyordu. Kafası az eğik duruyordu, sanki onu destekleyen vücudunun bir önemi yoktu. Üzerinde eski ve kötü giysiler vardı, evsize benziyordu. Bir ses çıkarır gibi oldu ama genç onu duyamayınca biraz daha dikkat kesildi. Biraz daha ses çıkardı fakat Cem yine duyamadı ve bir adım yaklaştı. Baştan ses çıkarınca ve genç çiftçi onu yine duyamayınca bu sefer tüm dikkatini oraya verdi. O anda başkası ona saldıracak olsa hiçbir şansı olamazdı, saldırının geldiğini anlamasının bile hiçbir olanağı yoktu. İşte o mutlak dikkat ve sıfır farkındalık anında birden duyduğu ciyaklama bir iki adım geri sekip düşmesine sebep oldu. Vücudu hâla tam alışamadığı için yerdeydi ama şoku üzerinden atınca ayağa kalkabildi. Tarlaya baktı, kimse yoktu orada. Tarlanın içine daldı.

İlk birkaç adımı koşarak atıp hızlıca içeri girmek istedi ama sonradan yavaşladı. Hem o fare buradaydı hem de o yabancı figür. Güvende değildi ve herhangi bir yerden bir saldırı gelebilirdi. Okyanuslar kadar geniş bir denizin içinde yönünü bilmeden yolunu bulmaya çalışıyordu. İlerlemek zordu, zaten fazlasıyla enerji harcıyorken şimdi bir de ilerlediği yolu açmak zorundaydı. Kollarıyla sürekli önüne çıkan ay çiçeklerini sağa sola ittiriyordu ve ayağını düşmeyeceği bir yere basmaya çalışıyordu. Yanında herhangi bir silah da yoktu ve bunu umursamamıştı, en azından bir bıçak alabilirdi mutfaktan. Ne olursa olsun, artık ne yaşanırsa yaşansın en kısa sürede bir cevap bulmak istiyordu. Kafasında mı bir sorun vardı yoksa bu yerde gerçekler insanı delirtebilecek cinsten miydi? En azından içine düştüğü belayı anlayabilmeyi diliyordu. İnsanın doğası da böyle değil miydi? Kafada bir şeyler eksik kaldığında insan çaresizce onu tamamlamaya itmez miydi kendisini? En berbat akıl hastalıkları bile bu kökten doğmuyor muydu? Belki de bir deli olduğunu düşündü Cem, çevrenin kendisine dayattığı koşullar göz önüne alındığında çok da gerçek dışı bir olasılık sayılmazdı.

Bir ciyaklama daha duydu ama bu onu yere düşürmedi. Olduğu yerde durdu ve kulağıyla sesin kaynağını aradı. En az birkaç dakika süren sessizlik onu yıldırmadı ama en sonunda ciyaklama bir kez daha geldi. Sesin olduğu yönü tespit edince yer yer ayçiçeklerine çarparak, yer yer de onları sağa sola iterek, üstüne bastığı yerin zemin mi, bitki mi olduğunu ayırt etmeksizin koşturdu. O koştukça etrafındaki otların da hareketlendiğini, başka kişilerin de koşturduğunu gördü. Takip ediliyordu veya belki de kovalanıyordu ama o hâla ciyaklama sesinin peşinden gidiyordu. O hızlandıkça diğerleri de hızlandı, diğerleri hızlandıkça o da hızlandı. Dakikalarca süren bu koşuşturmadan sonra Cem kendisini takip edenlerin kim olduğuna bir an için, sadece bir an için bakacaktı ki ayağına bir bitki takılınca bütün vücudu masanın üzerine vurulan bir un çuvalı gibi yere çarptı. İnledi.

Neyse ki bilincini kaybetmedi ama bedeni yeniden acılar içindeydi. Sert olmasına rağmen çok da zarar verici bir darbe değildi bu fakat ağrıyan kasları ve dokuları şimdi yeniden ateşlenmişti ve ona bu ızdırabı yaşatıyorlardı. Derin derin nefes aldı, ciğerleri yeniden yandı. “Acaba aynı rüyanın bir devamı mı?” diye düşündü Cem bub gerçekliğin ta merkezinde olduğunu iyi biliyordu. Karşısında cevabından korktuğu bir soru vardı ve eğer bu gerçek olmasaydı, o kadar korkutmayacaktı. Korktuğu için üzerine gidiyordu sorunun.

Ayağa kalkınca havanın karardığını gördü. Tarlada o kadar uzun bir süredir mi dolanıyordu? Belki de yere düşünce yeniden bilincini kaybetmişti ama bunun farkında değildi? İki yerinden kesilip orta kısmının atıldığı ve geri kalan yerlerin öylece yeniden bağlandığı bir film şeridinin içindeymiş gibi hissetti. Yukarıya bakınca bitkilerin sıklığından gökyüzünün rengini doğru düzgün çıkaramadı ama yeşil ve gölgenin arasında mavi çatlaklar görüyordu sanki. Elleriyle biraz onları itelemeye, aralamaya çalışsa da bir işe yaramadı. Çok karanlık da değildi aslında ama ışıktan bu kadar yoksun kalması hiç hoşuna gitmedi. Dün gece hâla duygularında, bedeninde ve kararlarında yankılanıyordu. O bunları düşünürken gözleri bitkilerin arasındaki karanlıkta, ondan uzakta ama kesinlikle görecek kadar yakında da bir ışıltı, bozunum, farklılık gördü. Biraz dikkat etmeye çalıştı Cem ve çevresinin sarıldığını ancak fark etti. Pek çok soluk mavi tenli yabancı ayçiçeklerinin arasında duruyor ve ona bakıyordu. Çoğununu yüzü bile görünmüyordu ve gözleri de pek az parlıyordu, zamanın acımasız yıpratmasının bir sonucuydu bu. Ten renkleri zar zor seçilebiliyordu, dişleri ise bir avucu geçmeyecek sayıdaydı, hatta dikkatli bakıldığında bütün o karanlığın ortasında yabancıların her birinin iki üstte iki altta olacak şekilde dört tane dişinin olduğunu fark etti Cem. Yabancılar sessiz sessiz geri çekildiler ve müthiş bir ciyaklama duyuldu. Ses sonrasında Cem’in çevresindeki sık otlukta, tarlanın eni sonu olmayan boyutlarında dolandı ama hep birden yoğunlaşarak noktasal bir hareketle belirli bir yöne gittii. Artık tek bir ciyaklama vardı sadece ve giderek uzaklaşıyordu. Cem arkasından kovalamaya başladı.

Koşunun sonunda genç çiftçi kendini yine o kocaman evde buldu ama bu sefer arka tarafta bir yerdeydi. Tarlaya ait bir sürü araç gerecin olduğu ayrı bir garaj ve ayrı bir kulübe inşa edilmişti, bir de evin kendisinin mahzenine inen bir kapı vardı. Ciyaklama sönmüştü, bir fısıltıya dönüşmüştü. Gencin kulaklarını ve beynini delip geçen ince, kütlesiz, soluk ama sipsivri bir fısıltı. Fısıltıyı takip etti, bir garaja, bir kulübeye gidiyordu ama merkezine o mahzen kapısını alarak sallanıp duruyordu. En sonunda kapıya vardığında bu fısıltının da yine ciyaklamadan, sayısız ciyaklamadan oluştuğunu anladı. Yüzlerce fare hep birden ses çıkarıyordu ve kapının ardındaydı hepsi. Dehşete düştü Cem ama neden böyle hissediyor, bunu bilmiyordu. Kapıyı açar açmaz ayaklarının üstünden ve çevresinden bir sürü fare geçince kontrolsüzce bağırıp yardım istedi. Dün gecenin yankıları hâla güçlüydü ve fareler onun arkasında tarlaların içine kaybolduğunda bile hâla geriye düşmüş bir halde bekliyordu. Sessizlik onu ancak kendine getirdi, çok kısa bir süre için.

Genç çiftçi ayağa kalkıp mahzenin kapısına geri gidince ciyaklamalar yeniden başladı. Cem donuk ve sönük gözlerle izliyordu şimdi mahzeni çünkü kapıdan giren az gün ışığı, içeride yatan yüzlerce cansız bedene, soluk mavi tenli, kararmış gözlere sahip, eski delik deşik yıpranmış giysiler içindeki bedenlere bakıyordu artık. En sonunda bir tane bedenin hemen yanından başka bir fare çıkıp geldi Cem’in yanına, genç adam hiçbir şey yapamadan öylece baktı fareye. Fare yavaşça döndü ve geldiği bedene doğru geri ilerledi ama Cem gelmeyince yine durup arkasına baktı. Cem ilerledi. Fare en sonunda bedenin yattığı duvarın arkasında bir yerde kayboldu. Cem ise bedenin yanına yaklaştı ve inceledi. Kesinlikle tarlada gördüğü yabancılardan birisiydi bu ve boynunda iki tane delikten oluşan eski bir yara izi vardı.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Karanlık Perde

Sırık Bölüm 1: Sarıbolu (Spooktober '24)

Sırık Bölüm 0 (Spooktober '24)