8 - Kargalı Ev (Spooktober '23)

  Burada bazı şeyler ve yerler hiç değişmez, tarih boyunca aynı kalırdı. Kalan önemsizçoğunluk ise zamanın akışına direnç gösterecek kuvvet bulamayıp akıl almaz bir hızda değişir, yok olur, biçim değiştirir, yeri gelir yanar, yeri gelir çürür ve baştan yapılmak üzere toprağa karışırdı. O kargalı ev değişmeyen sabitlerden birisiydi. Orayı bildim bileli kimse dokunmamıştı, kimse içeri girip çıkmamıştı, kargalar da hiçbir zaman oradan ayrılmıyorlardı. Bazen insana tehdit edercesine bakıyorlardı, bazen de orada duruyorlardı. Tutumlarındaki bu küçük farklılıkların daha çok bizim niyetlerimizle alakalı olduğunu düşünüyordum çünkü merağımıza yenik düşecek gibi olduğumuzda kara kuşlar bunu sezmiş gibi dipsiz çukurlaır andıran gözlerini üzerimize dikerler vebir an olsun bakışlarını kaçırmazlardı. Bu hareketleri o evi daha da çok merak etmemize sebep olur ve de kaçınılmaz bir şekilde daha fazla karganın dikkatini üzerimize çekerdi. Yine de her Karabolulu’nun içgüdüsü merağını bastırmak yönündedir, biz de böyle yapar ve başımızı beladan uzak tutardık. Kent boyunca yaptığımız uzun nöbet yürüyüşlerinde bile içeride  bir sorun olup olmadığını düşünmezdik çünkü oranın nöbetçileri belliydi ve görevlerine sadıklardı.

Yürüyüş alışkanlığımız bedenlerimizi azıcık terletme gerekliliğinden veya evde dururken birden basan sıkıntıdan kaynaklanmıyordu. Mahallenin etrafında bir tur attıktan sonra buraya uzanan cadde boyunca yürüyüp çevreyi kollar, kimsenin evlerimize dadanmayacağına emin olduktan sonra geri dönüp mahallede yeniden bir tur atardık. Son zamanlarda sayıları artan serseriler herkesin başını ağrıtıyordu ve haberler bize ulaşır ulaşmaz aynı durumu yaşamayacağımızdan emin olmak istemiştik. Biz yürüyüş yaparken başkaları da kahvehanelerde veya evlerinin bahçelerinde oturup sokak başlarını ve kavşakları kolluyordu. Nöbetleri döne döne tutuyorduk, böylece kendimizi de tüketmiyorduk. Dikkatsiz davranıp pişman olmaktansa biraz uykusuz kalmayı yeğlerdik. 

İşte bu caddenin sonuna kadar yürüdüğümüzde, az eğimli yokuşun ta tepesine kadar çıktığımızda bu kargalı evle karşılaşıyorduk. Eskiydi, çok eskiydi. Bahçesinde içinden sürekli su akan bir çeşme vardı. Oraya akan su nereden geliyordu, hangi dolaşımdan ilerliyordu asla anlayamazdık. Bunu öğrenmeye ise hiç yeltenmezdik çünkü bizden önce deneyenlerin adları artık anılmıyordu. Ara sıra çeşmenin başına üşüşmüş kargalar gördüğümüzde anlardık ki yine kimsesizin teki muhtemelen onu artık delirten susuzluğuyla başa çıkabilmek için içeriye girip çeşmeyi kullanmaya çalışmış ama bunun bedelini de hiç düşünmek istemediğim yollarla ödemişti. Çünkü kargaları görürdük ama başka hiç kimseyi, hiçbir şeyi ve hiçbir izi göremezdik. Yürüyüşümüz sırasında caddenin ucuna her geldiğimizde tüylerimiz ürperirdi ve bunun önüne geçemezdik. Ne iyi ki kargalar da bunu anlayabildiğinde o tehditkar gözlerini bize dikmezlerdi. Her zamanki durgun, neredeyse insana onların heykel olduklarını düşündürecek durgun, cansız hallerinde kalırlardı. Öyle ki bölgeyi bilmeyenler için evin bahçe duvarlarının dış yüzeyine de değil, duvarın azıcık dışında, kaldırımın ortasına bir tabela konulmuştu. Kargaları herhangi bir şekilde beslemek, onlarla oynamaya çalışmak, onlara taş atmak veya herhangi bir göz veya el hareketi yapmak kesinlikle yasaklanmıştı. Her ihtimale karşı evin biraz ötesinde kalan bir dükkanın önünde sürekli bir veya iki kişi sandalyelerini koymuş oturur ve habersizce gelip evi rahatsız etmek üzere olan insanları uyarmak için beklerdi. 

Bizim günlük düzenimizde ve kararlarımızda herhangi bir değişiklik olmaksızın hayatımızı sürdürürken bir gün kargalarda bir huzursuzluk belirtisi gördük. Biz yaklaştıkça kıpırdaşmaya, iyice evin yakınına geldiğimizde ise oradan oraya hareket edip gaklamaya başladılar. Buna neyin sebep olduğunu anlamasak da eve karşı mesafemizi korumaya karar verdik. Kargaları biraz huzursuzlaştıracak kadar yaklaşıyorduk yine ama çok bir risk almadan da geri dönüyorduk. Bir süre sonra yürüyüşümüzün bu en ileri bölümlerini de başkalarına devretmek istedik. Caddenin uç kısımlarında artık oradaki insanlar nöbet tutacaklardı ama durumun neyden kaynaklandığını da öğrenmemiz gerekti. Kuşların eylemlerindeki böyle bir değişim kesinlikle hayra alamet olamazdı. Dükkanın önünde oturan insanlarla konuştuğumuzda yoldan geçen başkalarına aynı tavrı sergilemediklerini öğrenince merağımız iyice ateşlendi. Bir şey yapmamıştık, ev hakkında maceraperest niyetlerimiz yoktu ve hayatımızda değişen bir durum da mevcut değildi. Uzun bir süredir her şey olduğu gibi ilerliyordu. Durağanlık beladan uzak durmak isteyen bizler için en güvenilir sığınaktı.

Ne yazık ki bu durum kötüleşti. Ne zaman caddeden yukarı doğru yürüsek kargaların bir kısmı bu kez evden de ayrılıp peşimize takılıyorlardı. Verdikleri bir zarar yoktu ama yaratıkların aslında neleri yapabildiğini bildiğimizden korkmaya başlamıştık. Kaygılarımızdan dolayı caddenin ancak yarısını yürüyor, kalan yarısını da başkalarına bırakıyorduk. Durum yine de değişmedi. Geldiğimiz yere kadar geliyorlardı ve çevremizdeki başka duvarlara, çatılara, direklere konarak etrafımızda kalmaya devam ediyorlardı. Ne zaman uçmaya, yaklaşmaya başlasalar içimizde korkunç duygular uyanıyor ve bir an önce kaçmamız gerektiğini söylüyorlardı. Bunu mahallelilere açtığımızda önce güldüler ve dalga geçtiler. Nöbetimizde caddeyi olduğu gibi bir kenara atıp sadece kendi sokaklarımıza bakmaya başladığımızda ve kargalar gelmeye devam ettiklerinde komşularımız ancak ikna oldular. Bir sorun vardı ve bunu yakın zamanda çözemezsek birilerinin başına çok kötü şeyler gelecekti. Bu birilerinin bizdik ve bundan artık ölesiye korkuyorduk. Başımıza gelecekler öyle sıradan şeyler olmayacaktı. Tuttuğumuz nöbetten vazgeçmek de bu sefer başka belaların hayatımıza hücum etmesi anlamına geliyordu.

Ölen biz olmadık ama bazı zavallılar kendilerini Akçaçam Köprüsü’nden atmayı dilediler. Kargaların mahalleye bütün kuvvetleriyle musallat olduğu akşamlardan birisiydi. Saatler sonra ise berbat bir haber almıştık. Komşu evlerimizden bir tanesinin yaşayanlarını bir gecenin ertesinde bedenlerinden yarısı olmayan bir halde bulduk. Bir şeyler, bu talihsiz varlıkların uzuvlarını, karınlarını, ciğerlerini yemiş, parçalamış ve adeta yok etmişti. Bu durumdan kargaları sorumlu tutup namlusunu onlara çevirecek insanlar çıktıysa da kara kuşlara kimse dokunmak istemezdi, böylece onları da niyetlerinden çevirdik. Başımıza gelenler kötüydü kuşkusuz ama kargaları daha da kışkırtacak olursak neler yaşanırdı kimse bilemez. Buna rağmen bir ayrıntı benim aklımı kurcalayıp durdu. Bu eve girmeye cüret eden insanlardan geriye hiçbir şey kalmıyordu. Neler olduğunu bilmiyorduk, garipleri yiyorlar mı yoksa başka şeyler mi meydana geliyor ama bu sefer çok kötü kalıntılar duruyordu ortada.

Mahallemize çok girmemelerine rağmen böyle bir vaka için kanun güçleri anında evi ve sokakları doldurdu. Kimsenin görmediği köşelerde öldürülen insanlar için gelmeyen memurlar böyle bir olayı duydukları anda her şeyle ilgilenir olmuşlardı. Asıl şaşkınlığı ise ekipler gittikten sonra yaşadık. Onlardan sonra bu kez bir doktor ile beraber altı yedi kişilik bir takım geldi. Herkesi sorguladılar, vakanın gerçekleştiği evi incelediler ve her şeyi yazılı veya görsel bir şekilde kayıt altına aldıktan sonra her nereden geldilerse geri gittiler. Onlardan sonra ise bambaşka bir grup geldi. Genelde şehirden, hatta köylerden de uzakta yaşayan kıtalı aşiretlerden on on beş kişilik bir kitle şehrin içine, bizim mahallemize kadar girdi. İlk başta çözebileceğimizi düşünmediğim bir gerilim yaşandı çünkü hem her şeye karışmak, her yere girmek istiyorlardı, hem de kargaları rahatsız etmek üzereydiler. Aralarından iri yarı bir tanesi devreye girip bizimle daha düzgün bir iletişim kurunca olayı bütün boyutlarıyla öğrenmiş oldu ve anında bütün bir grup bize anlayış gösterip kuşları rahat bıraktılar. İlginç bir durumdu ve bu insanları nedense bizlere çok yakın gördüm. Eğer bizi de durduğumuz yerden kaldırıp başkasının evine kadar götürecek yaşantılara sahip olsaydık aynı davranışları sergilememiz çok muhtemeldi.

Mahallemize gelen tüm bu yabancılardan sonra doğal olarak yaşadığımız durumun da oldukça dikkat çekici bir yönü olduğunu anlamış bulunduk. Normalde insanı omur iliklerine kadar dehşete düşürecek berbat vaka Karabolu için aslında yeni bir şey değildi, yerimiz yurdumuz olan burası hakkında söylenen onca söylentiye rağmen. Ne bir devlet görevlisi ne de başka bir yabancı kendi keyfi hareketlenmeleri ile bizi ziyaret etmezdi. Çoğunlukla kendi düzenimizi kendimiz sağlar, kendi sorunlarımızı kendimiz çözerdik. Bu durum yüzyıllardır böyleydi ve yüzyıllardır da böyle kalacaktı. Yine de olayın ne kadar büyük bir şey olduğunu anladığımızda ruhumuza ekilen korku tohumları birden zeminden yükselip zehirli otlara dönüşüverdi. İşe devletin el atması hiç hayra alamet değildi. Şartların insanlara dayattığı kaygı ile bu sefer herkes kendi evine çekildi ve en nihayetinde birbirimizi de kendi kaderimize terk etmiş olduk. Korku nedir bilmez mahallelli için yaşanan yeni gelişmeler bütün varlığımızı değiştirdi ama en kötüsü daha yoldaydı.

Evlerimize çekilmemizden birkaç gün ya geçmişti ya geçmemişti ama herkesin duyduğu o çığlıkla yeniden birbirimizin yüzüne bakmak zorunda kaldık. Kurbanın bir zamanlar yaşadığı eve gittiğimizde gördüğümüz manzara yaşamın ve yaşamanın kendisine hakeret edercesine çizilmiş ustaişi bir resim gibiydi. Yine bir komşumuz betimlenemez bir biçimde parçalarına ayrılmış ve evi de onun vücut sıvılarıyla boyanmıştı. İyi ki bu insan yalnız yaşayan birisiydi ve bu bela her ne ise kurbanın yan komşusu olan çocuklu aileye denk gelmemişti. Belki de özellikle böyle seçmişti. İçeride kendisine yardım çağıramayacak birisi olmadığından daha kolay bir av olduğunu düşünmüştü. Kargalar ise her zamanki gibi yine yarısı yok cansız bedenin çatısında durmuşlar, çevreye gelen insanları gözlüyorlardı. Onlar oradayken avına pençe atma üzere bekleyen bir avcının bakışlarını bütün somutluğu ve acımasızlığıyla üzerimizde hissediyorduk. Kimse sözlü bir şekilde bunu belirtmiyordu artık çünkü konuşulduğu zaman karşılaştığımız akıl almaz gerçekliği üzerimize çağıracağımıza inanıyorduk.

Sonraki vaka bu sefer bir aileyi vurdu. Eski kurbanın komşuları değildi ama yine de mahalleden tanıdığımız bir aileydi. Ailenin babası ve büyük erkek çocuğu mahallede nöbet tutan insanlar arasındaydı. Kimse güvende değildi. Çaresizliğimize lanet okuduk ama belli ki çoktan lanetlenmiştik. Çok kötü bir alın yazısının çıkmaz sokaklarına vurup duruyorduk, kaçış olasılıksızdı.

Sıra en sonunda bize geldi. Uykusuzluğu sağ kalım mekanizması olarak belirlediğimiz gecelerden birinde evin arka kapısının açıldığını duyduk. İçimdeki bir mantık kırıntısı bana koridora çıkıp kimin girdiğini kontrol etmemi söylemişse de nereden dışarıya fırlayabileceğimi düşünüyordum hiç durmadan. Zaten ev arkadaşım benden önce davranıp dışarı çıkmak üzere camı açmıştı ama onu işte ancak o zaman görebildik.

Ev arkadaşımın bedeni biden ikiye ayrıldı, bir pençe beline, bir pençe de göğsüne geçirilmişti. Pencerenin önüne, acılar içinde çığıran ev arkadaşımı dışarı çekmeye çalışan yaratık yaklaşık iki metre boyunda bir hayli toplu ve şişkin, her tarafından kıllar çıkan ve yüz hatları en hastalıklı domuzları bile geride bırakan bir çirkinliğe sahip ipiri bir şeytandı. Şeytandı diyorum çünkü ancak böyle bir ucubelik ancak cehennemden çıkma varlıklara mahsustur ama hiç bilinmez. Belki dünya üzerindeki bazı anomaliler cehennemin kendisine bile meydan okuyabilecek çarpıklığa sahiptir. Biz insanların buna yatkın olduğu zaten inkâr edilemez bir gerçektir.

Yaratık arkadaşımı dışarı çekiyordu ki bir anda koca bir yığın halinde hücum eden gaklamalardan sonra dostumunyara bere içindeki cansız bedeni pencereden aşağıya düştü. Çirkin pençelerin bir süredir takılı olduğu gövdesi ise o berbat uzuvların kuvveti ile çoktan yarılmıştı ve benim müdahale edebileceğimden çok daha vahim bir biçime girmişti. Arkadaşımı korkudan beslenmiş bir acımasızlıkla o halde bırakıp bir anda kökeni bilinmez olağan üstü bir merakla dışarı fırlamak istedim. Koridora çıktığımda ise kapıdan içeri girmiş olan o çirkin yaratıklardan bir diğerini gördüm. Sanki insan türüne musallat olan devasız oburluk duygusunun yiyip bitirdiği ve en sonunda günahın kendi biçimine girdiği apayrı bir varlıktı. Onu görünce adım adım geri çekildim, o da bütün hantallığıyla ağır ağır üzerime doğru geldi.

Dışarıda olan biteni bir anlığına olsa bile hatırlayınca kendimi önce yine odanın içine attım, sonra da kırık pencereden dışarı fırladım. Parça pinçik olmuş yapı ve cam kütleleri vücudumda binbir türlü yara açmıştı ama umrumda değildi. Gecenin tekinsiz ve temiz havasını içime çektiğimde gözlerimi açtım ve arkadaşımı öldüren obur varlğın kargalar tarafından unufak edilişine şahit oldum. Diğer yaratık da aynı doyumsuzlukla girdiği kapıdan geri çıkıp peşime takıldığında kara kuş sürüsü bu sefer onun üzerine saldırdı. İğrenç mi iğrenç bir çığlık duyunca birden kulaklarımı kapadım ama gözlerim o koca ucubenin pençeler ve gagalar tarafından delik deşik edildiğini, her defasında ayrı bir karganın minik parçalar alarak saniyeler içinde bir hiç konumuna konumuna getirildiğini gördüm.

Pencereden atlamamdan sonra on saniye geçmemişti ki iki yaratık da orada o anda ölmüştü, eğer ki ölüm böyle ucubeler için hiç mümkünse.

O günden beridir mahallemizde tek bir karga bile görülmedi. Tekinsiz kuşlar kendi terk edilmiş evlerine döndüler ve bizi rahat bıraktılar. Şimdi düşünüyorum da muhtemelen en başından beri bizim peşimizde de değillerdi. Arkadaşımı ve çok olası bir biçimde diğer komşularımızı parçalayan berbat insanımsıları takip ediyorlardı. Sonra da daha kötü bir sonuca vardım. Kargaların cadde boyunca bizi yavaş yavaş izlemelerinden bu çıkarıma varıyordun. Muhtemeldi ki bu berbat oburlar mahalleye bizi takip ederek gelmişlerdi. Doyumsuz açlıklarıyla en başından beridir bizi takip ediyorlardı.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Karanlık Perde

Sırık Bölüm 1: Sarıbolu (Spooktober '24)

Sırık Bölüm 0 (Spooktober '24)