15 - Yanık Binanın Cadıları (Spooktober '23)

Çocukken bilmediğim, görmediğim mekanları keşfetmeyi, maceranın, gizemin içine dalmayı çok severdim ama annemle babam beni her defasında böyle girişimlerde durdururlardı. Bazen ağlamaklı bazen de bağırmalı çağırmalı uyarılardan sonra kendileriyle beraber girmediğim yerlere gözlerimi bile çevirmememi söylerlerdi. Meraklı bakışların bile kötü sonuçları olabileceğinden bahseder dururlardı. Tabii ben bir çocuk olduğum için sağa sola dadanır, türbelerde büyülü eşyalar, değerli hazineler arar ve tepelik yerleri kazmaya girişerek saklı mezarlar bulmaya çalışırdım. Bu sebeplerden dolayı tetanoz aşısı olmaya gittiğimiz günler, eve pislik çamur içinde döndüğüm geceler ve çıkış yolunu bulamayıp ağlaya ağlaya yardım için bağırdığım zamanlar oldu ama hiç biri yanık bina dediğimiz yerle alakalı yaşadığım olaylardan daha kötü değildi. Zaten o bina hakkında hatırladığım son anılardan beridir de bir daha merağıma yenik düşüp canımı tehlikeye atmamıştım.

Yanık bina sokağımızın sonunda duran üç katlı bir yerdi. Zamanında Büyük Yangın’dan ateşler içinde kavrulmuş ama diğer yapıların aksine büsbütün durmaya devam etmişti. Yangın günlerinden beri renk tonu biraz olsun değişmemiş, duvarları bir santim bile çatlamamıştı. Sanki o felaket ile beraber uzay zamanın içinde dondurulmuş ve kehribarın içinde saklanan böcekler gibi korunulmuştu. Devlet görevlileri o kadar şikayete rağmen binayı yıkmaya yeltenmemişti, hatta mahalleye tehlike oluşturup oluşturmadığını kontrol etmek bile istemiyorlardı. Herhangi bir suçlu, serseri veya kaçak da içeriye girmiyordu çünkü herkes durumu bütün kesinliğiyle kavrıyordu. Hepsi o cadılar yüzündendi, yanık binanın cadıları yüzünden.

Cadılar buralarda hep konuşulan bir şeydir ama yanık binanın cadılarını sadece yangından sonra görmeye başladık. Elli altmış yıldır her nesil, her büyük baba, büyük anne, anne, baba ve torun bu cadıları hayatında en az bir kez gördü. Konu mahallenin dışına taşınca onların varlığını araştırmak ve kanıtlamak üzere binanın kapısının dibine kadar gidenler bile yüzlerine inen dehşetle geri dönüp kaça kaça gittiler. Onların çıkacağı puslu gecelerde kimse dışarı çıkmadı, kimse pencerelerini açmadı, kimse ses yapmadı. Sokaktaki insanlar yerlerini biliyorlardı ve cadılar her ne yapmak için dışarı çıktılarsa işlerini yapmalarına izin verip sabahı bekleyeceklerdi. 

Cadılardan kısa boylu olanı çöp kutularına atılan eski gazete, giysi veya battaniye gibi kendini örtebileceği nesneleri topluyor ve onlardan elbiseler yapıyordu. Bu elbiselerin rengi, biçimi, tasarımı önemli değildi, sadece giyebilsin yeterdi. Ayrıca böyle toplayıp giydiği şeyler asla da eskimiyorlardı. Üzerinde o ucube bir şekilde birleşmiş aykırı halleriyle duruyorlar ama yıllar içinde hep aynı hallerinde kalıyorlardı. Bu cadının postürü insana benziyordu, tırnakları uzun ama bakımlıydı. Saçları beline kadar dalgalana dalgalana, karanlığa bürünmüş alevler gibi inip yayılıyordu. Gözleri dar ve çekikti, içleri uzay karasıydı. Kaşları her zaman çatık dururdu ve köşeleri sipsivriydi. Bu cadı belki bir zamanlar insandı ama artık bambaşka bir şey olduğu belliydi.

Eğer ki insan hayal gücünü iyice zorlarsa diğer cadının da belki bin yıllar önce bir insan olduğunu düşünüp hayatının sonuna kadar baş ağrıları ile yaşayabilirdi. Yine kapkara gözleri vardı bu cadının da ama karanlığın içinde oynayan sarı, turkuaz ve kırmızı tonları herhangi bir düzenden yoksun bir şekilde çok ama çok soluk bir parlaklıkta adeta bir zamanların çarpık, cahil ve vahşi pagan tanrılarına ibadet edermiş gibi dans edip duruyorlardı. Cadı kamburdu, etrafta dolaştığı zaman berbat, ağır bir koku akın ederdi evlere ama yine de zararsızdı. İnsandan çok insan ile hayvan arasında bir varlığın biçimine bürünmüş gibiydi. Ya sürekli bir kürk giyiyordu ya da bu kürk zaten onun bedenine ona aitti. Tırnakları uzun ve bakımsızdı, duruşu avının üzerine atılmak üzere olan bir kurdu, aslanı veya bir fareyi yakalayıp kaçacak olan bir yarasayı andırıyordu. Diğer cadı çok sessizce hareket ederken bunun hareketlerini ve özellikle nefes alışını, hırlamasını duymak çok kolaydı. Bir hayvan ses çıkardığında bu da ses çıkarırdı. Çevresinde bir hareket görse kirli gözlerini hemen o tarafa çevirip kilitlenirdi. Yine de üstün bir zekaya sahip olduğu belliydi, bazıları öyle düşünse de kesinlikle diğer cadının evcil hayvanı değildi.

İki cadı da farklı dünyalara, farklı sezgilere ve kavramlara hükmeden bambaşka canavarlardı.

Yangından beridir yıllardır bu durum böyleydi ve değişmemişti ama son günlerde havanın ağırlığında bile bir farklılık vardı. Zaman zaman dışarıdan bir duman kokusu geldiğinde pencerelerimizi kapatırdık çünkü kokunun en kötü olduğu yerler yanık binanın çevresi olurdu. Bazı komşular gecenin geç saatlerinde, tam olarak yangının o gün sokağı da yaktığı saatlerde, binanın yandığını bile gördüklerini söylüyorlardı. Hem duman kokusunun geldiği hem de komşuların binanın yandığını gördüklerini iddia ettikleri zamanlarda illa ki cadılar bir yerde görünüyorlardı. Doğal olarak sokaktaki insanlar da bu denkleşmeyi kafalarında iyiye yormadılar ve bir şeylerin yaşanmak üzere olduğundan korktular. Cadılar bir belayı başımıza sarmak üzereydiler.

Bu belanın ne olduğunu görmek için çok beklememiz gerekmeyecekti ama biz önlemimizi almak istedik. Yaklaşık on beş yirmi evden oluşan bir iletişim ağı kurup kendi aramızda para topladık. Bu parayı cadı sorunumuzu çözen insanlara verecektik. Araştırmacı da, polis de, din insanı da olabilirlerdi. Bu konuda bir sıkıntımız yoktu. Sokağımızda lanetli bir evde yaşayan lanetli varlıklardan korkmadan yaşayabileceksek gezegendeki en garip insanları bile burada ağırlayabilirdik. Aradan günler geçerken komşulardan birisini sokakta vahim bir biçimde hareketsiz yatarken bulduk. Ölmüştü ve keşke sessizce ölseydi ama onun ölümüne kulaklarıyla tanıklık edenler evlerinden çıkmadılar. Bu olaydan sonra daha fazla komşu bu gayemize ortak oldu ve sunduğumuz para ödülü arttı da arttı. 

İlk başta konuya internette denk gelen meraklı yabancılar ilgi gösterseler de sonradan çok daha ümit verici insanlar geldi. Parayı tabii ki iş bittikten sonra verecektik ama böyle bir maddi gücümüzün olduğunu da toplanılan miktarı doğrudan onlara sergileyerek gösterdik. Parayı görür görmez ve cadıların yarattığı gizemi çözmenin onlara nasıl bir ün getireceğini anlar anlamaz bu insanlar hızlıca araştırmaya daldılar. Önce kamerasıyla onları kanıtlamak isteyenler ortaya çıktı ve gerçekten de hem cadıları sokakta uzaktan izleyip hem de yanık binaya gidip bir süre oradan kaldıktan sonra geri yanımıza dönebildiler ama yine de yaramadı. Kaydettikleri görüntüleri izlerken gördükleri bir şey yüzünden resmen kafayı yediler ve sokaktan hızla kaçtılar. O görüntülere biz de baktık ama bir şey göremedik.

Bundan sonra ise daha ciddi araştırmacılar geldi. Bunlar resmi soruşturmalarda dışarıdan danışılan ve hizmete alınan araştırmacılardandı, bu yüzden çok daha dikkatli ve kapsamlı bir süreç yönettiler. Olayların arkasında duran hikayeyi dinlediler, havadan, sokaktan ve binanın duvarlarından örnekler aldılar ve cadıların genelde izledikleri rotayı defterlerine kaydettiler. Kendilerini tehlikeye atmak istemedikleri için doğrudan cadıların peşinden gitmediler ve onlardan olabildiğince uzak durdular fakat bu da yaramadı çünkü araştırmalarına başlamalarından yaklaşık bir hafta sonra somut ipuçları için gece dışarıya çıktıkları esnada vahşice öldürüldüler. Cansız bedenleri keskin bıçaklar tarafından dikkatlice, sinsi amaçlarla kazınmıştı. Vücutların üstüne açılan yaralarda garip harfler, akıl almaz geometrilere dayanmış dairesel şemalar ve bunların bütün hepsinin çevresinde dolandığı insanın içini karıncalatan bir sembol vardı. 

Sonrasında din insanları geldi. Her defasında sadece tek bir inanç düzeninin olaylara dahil olmasına izin verdik çünkü zaten hayatımızı zora sokan şartların daha da karışmasını istemiyorduk. Rahipler yanlarında binbir türlü araç gereçle, kitapla maddeyle geldiler ama çoğundan onlar yanık binanın içine girdikten sonra uzun bir süre haber alamadık. Geride kalanlar uzaktan uzaktan binayı kontrol ettiler, sokaklarda nöbet tuttular, evlerde insanları korudular. Bu sırada kulağımıza gelen tek haber cadıların sokağın uzağında kalan yerlerde de görünmeleriydi. 

Onlardan sonra İsmail Hoca denen bir adamı ve onun öğrencilerini çağırdık. Onların dikkati önce yanık binanın üzerinde olmadı. İlk başta bir kaç gün boyunca rahiplerden önce gelen araştırmacıların bedenlerine kazınan şekillerle ilgilendiler. Onlardan bir anlam çıkarmaya, her neyin içine bulaştıysak onu iyice öğrenmeye çalışıyorlardı. Birkaç kişi bu çalışmalar üzerine tutulan bir ton girdi ile beraber dışarıda bir yere gönderildikten sonra sonunda hoca ve kalan öğrencileri yanık binaya doğru ilerlediler ama kimse içeri girmedi. Dakikalar boyunca bu insanlar binanın mutlak karanlığıyla bakıştılar, sessizliğin kesildiği nokta ise hâla ayakta duran kapı çerçevesinin içinden bir hortlağa dönmüşcesine sessiz, sakat, yavaş ve boş bakışlarla rahiplerin çıkması oldu.

Hoca takımı hemen onlara yetişti ve rahipleri önce evlere getirdik, sonra da hastaneye yolladık. En yeni araştırma grubumuz ise bunun üzerine doğal olarak içeriye girmedi. Orada kendilerini de aşan bir şeylerin olduğunun gayet farkındaydılar. Yapabildikleri kadar dua okudular, koruyucu tılsım bıraktılar ve sarf ettikleri sözlerden anladığım kadarıyla bizim olabildiğince merhametli bir şekilde ölmemiz için yalvardılar. Buna rağmen birkaç gün daha çevrede kaldılar, insanların içini rahatlatmaya çalıştılar, sokaklarda nöbetler tuttular ve rahiplerden geriye kalanlarla olayları kendi aralarında tartışıp bir açıklama bulmaya çabaladılar. Onlar da arkada bir iki kişi bıraktıktan sonra bizden özür dileyip gittiler.

Tüm bunlar olurken cadılar hâla sokağın uzağındaki yerlerde görülmeye devam etti. Bu noktaları bir haritanın üstüne koyduğunuzda yine yanık binanın merkezde kaldığı bir şekil oluşuyordu fakat onlar başka sokaklarda görülürken burada neden böyle olaylar oluyordu, onu anlamıyorduk. Araştırmalarımız teslim bayrağını çekerek sonlanınca başımızın daha da büyük dertlere gireceği o günler geldi ve belamız gerçek yüzünü göstermeye başladı. Cadılar önce sokağın o ucunda, ötesinde berisinde derken evlerine yavaş yavaş geri döndüler ama içeri girmediler. Dışarıda geziyor, bilmediğimiz yerlere kayboluyor ve kara vahşi gözlerindeki sinsi amaçlarıyla bizi izliyorlardı. Sadece bizi de izlemiyorlardı, sokaklarda dolandıklarını gördüğümüzde kendi evlerine de girmediklerini gördük. Asıl ilgilendikleri durum buydu.

İşte o gece, ertesinde bir daha hiçbir yere ve konuya meraklanmayacağım o gece, bunun nedenini anladık. Başlangıçta biraz afallandık çünkü cadıları dışarıda, binayı sanki kuşatmışçasına durduklarını gördüğümüzde mütevazı gözlerimiz evin içindeki mutlak karanlıkta da bazı oynamalar gördü. Orada birileri vardı, cadılardan başka, insanlardan apayrı birileri.

Cadılar önce kuşatmayı sürdürmek istediler, içerideki varlıklar dışarı çıkmayı reddedince de bundan cesaret alıp kapıya doğru ilerlediler. Bir tanesi süzülür gibi ilerlerken diğeri de avına sinsi sinsi yaklaşan bir sırtlanı çağrıştırıyordu. En sonunda içeriye girdiklerinde de hiçbir şekilde sempati duyamayacağım ama o anın içinde her nedense, her nasılsa onlar adına paramparça olduğum varlıkların acı çığlıklarını duyduk.

Çığlık insan veya hayvan çığlığı değildi ama öyle bir sesti ki sanki etrafımızdaki dünya, üç boyutlu uzay ve ona yapışık bir ikiz kardeşmişçesine bağlanan zaman titredi, sarsıldı, bozuluma uğradı. Gözlerimizden biz komut vermeden yaşlar geldi, Kendimizi koltuğun üstüne, duvarların dibine veya zemine bırakmış bir halde bulduk. Bazıları çığlığa kendi çığlıkları ile eşlik ettiler, bazıları ise bir daha asla konuşamadılar ama benim bütün merak duygumu korku, dehşet, paranoya ve kuşku ile kalıcı olarak değiştiren bu değildi. Çığlıklar atıldıktan sonra, yanık binanın içinden çıkan ve şekli biçimi en kötü kabuslarımıza dadanacak canavarlardan bile daha iç kaldırıcı, felç edici bir şekle biçime sahip o karartılar… Cadıları o evden uzaklaştırıp onlar uzaklaşınca başımıza dadadan o belalar… ve ondan sonra kavrayışına ancak vardığım şey… bu cadılarla sürekli aynı mahalleden aynı sokakta yaşamaya zincirlenmiş olmamız. Çünkü inanıyorum ki cadı dediğimiz o yaratıklar olmasaydı, çok daha berbat bir kaderin kurbanı olurduk.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Karanlık Perde

Sırık Bölüm 1: Sarıbolu (Spooktober '24)

Sırık Bölüm 0 (Spooktober '24)