5 - Dadanma (Spooktober '23)
Karabolu’nun Sesi gazetesindeki bir haberden alıntı:
“Bu hafta bir öğrenci daha kayıp şahıs vakaları arasına karıştı. Kayıp öğrencinin kimliği Erkan Alikar olarak biliniyor. Dağlıca Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’ne yeni başlamış olan öğrencinin şehre gelişinden iki ay sonra ortadan kaybolması hem okuldaki hem de şehirdeki insanları kaygılandırdı. Aynı hafta içinde üç gün boyunca kaybolup bu süre boyunca nerede olduğunu hatırlayamayacak bir halde bulunan diğer altı öğrencinin aksine Erkan Alikar’dan beş gündür haber alınamıyor. İkoneli’nden üniversite eğitimi için gelen öğrencinin ailesinin durumu perişan, tek çocuklarının bir an önce bulunmasını istiyorlar.
Gencin gece hayatından uzak durduğu ve kendi uğraşlarına kapanan bir kişiliği olduğu belirtiliyor. Yürüyüşlerini ve gezilerini gündüz vakti yapıp gece çökünce dışarıya adımını atmayan ve batıl inançlarıda epeyce güçlü birisi olduğu bildiriliyor. Öğrencilerin anlattığına göre Erkan Alikar, düzenlenen etkinliklere, eğlencelere de pek katılmıyor ve kendisini çoğunlukla eğitimine adıyor.
Öğrencinin güvenlik kayıtlarında görüldüğü son an ise kaybolduğu rapor edildiği gecenin erken saatlerinde yurt binasına yaptığı zaman. Güvenlik görevlileri kayıp şahsın davranışları konusunda sıra dışı bir durum görmediklerini, Erkan’ın doğrudan odasına gittiğini söylüyorlar. Sorguya çekilen öğrencilerin dediğine göre de Erkan hiçbir yere sapmadan odasına çekiliyor, kapısını kapatıyor ve bir daha dışarı çıkmıyor. Odasının yurt binasının üçüncü katında kaldığı, arka pencerelerin çıktığı bahçenin de kameralarda göründüğü göz önüne alındığında şahsın nasıl odasından ayrıldığı, nereye gittiği büyük bir gizem. Ailesiyle her gece yaptığı telefon görüşmelerinin o gün kesilmesinden sonra da odasına giren bir başkası da olmadığı doğrulandı.
Önemli başka bir ayrıntı ise öğrencinin daha birkaç gün önce girmiş olduğu kavga. Sokakta yaşanılan bir olay yüzünden yurdun olduğu bölgedeki kimsesiz serserilerden birisiyle sert bir tartışmayaşıyorlar. Kişiler sakinleşmeyince bu tartışma alevlenip fiziksel bir hâl alıyor ve ancak yurt personelinin müdahalesiyle son buluyor. Çevredeki esnafın anlattıklarına göre bu kimliği bilinmeyen şahıs Erkan’ı sık sık rahatsız etse de ilk kavgalarından sonra bir daha fiziksel temas yaşanmıyor. Yine de bakışlarıyla rahatsız ediyor ve bazen arkasından bilinmeyen bir dilde lanetler okuyor. Polisler bu kimliği belirsiz kişiyi bulmaya çalışsa da şu ana kadar ona dair bir iz bulunamadı. Erkan’ı kaybolmasıyla aralarında doğrudan bağ kuran bir kanıt da mevcut değil.
Hem devlet kurumları hem de vatandaşlar kayıp öğrenciyi bulmak için gece gündüz çalışıyorlar. Diğer beş kişinin ayrı zamanlar ve mekanlarda ortadan kaybolup üç gün sonra bulunmasından sonra şehir halkı hem aynı acıyı paylaştı hem de aynı umudu besledi. Buna rağmen insanların yüreklerindeki korkular büyümeye devam ediyor. Bazı semtlerde insanlar hiç sokağa çıkmıyorlar, çocuklarını da okula göndermiyorlar. Arayışa yeltenen cesur yurttaşlar ise bir yandan kentteki eski, harap, terk edilmiş yapıları ararken bir yandan da nehirleri, ormanları ve kırları dolaşıyorlar. Her şey Erkan Alikar’ın bulunabilmesi için.
Kayıp şahıs vakalarının ise maalesef Karabolu’da yeni bir durum olmadığını belirtmek gerek. Sürekli yaşanan bir olay olmasa da her on beş yirmi yılda bir insanlar dalgalar halinde kayboluyorlar. Bir kısmı bu hafta yaşanan olaylar gibi geri dönüyor, bir kısmı ise hiç bulunamıyor. Resmi girdilerde Büyük Savaş’tan sonra şehrin işgal edilmesinden beridir beş altı defa tekrarlanan dalgalar halinde sürdüğü görülse de halk anlatılarında ve gayriresmi kayıtlarda tarih boyunca kentte hep yaşanan bir durum olduğu anlaşılabiliyor.
Eğer Erkan’ı gören veya bir yerden bu konuda bilgi alan varsa lütfen resmi kaynaklara veya gazetemize ulaşmaktan çekinmesin.”
Beril Hanım’ın Mektubu
“Çağrıma cevap verdiğiniz için çok teşekkürler sayın vaiz. Öncelikle belirtmek isterim ki yaşadığımız çaresizlik için başvurmadığımız yer kalmadı ama insanlar yaptığımızın ahlaklı bir davranış olmadığını anlatıp bizi tersliyorlar. Toplumun bizim için yaptıkları için minnettar olmadığını söylüyorlar. Gitmediğimiz manastır veya vaazhane kalmadı, her türlü din adamından yardım dilendik ama bize öyle bir tavır sergilediler ki sanki şeytanın kendisiyiz! Ne kendi inancımızın ne de başka inançların insanları bize inandılar. Bir kısmı burun kıvırdı, bir kısmı da dürüstçe korktuğunu söyledi. Ama biz ne yapabiliriz ki? Gelip kendileri görse durumu anlayacaklar ama kimse cesaret edemiyor! Yanlış yaptığımızı bağıra bağıra söyleyenler bile eminim ki içten içe sorunumuz hakkında konuşmaya bile cüret edemiyorlar.
Durum şudur ki biricik oğlumuz Erkan, sizin ve bütün kentin gayet iyi bildiği bir şekilde bulundu. Neden veya nereye kayboldu, kaçırdıysa kim hangi amaçlarla kaçırdı bilmiyoruz. Bilen varsa da öne çıkmıyor. Çocuk o haliyle evin yolunu nasıl bulabildi yine hiçbir şey anlamadık, geldiğinde perişan bir haldeydi. Hastalıktan yığılmak üzereydi de babası sırtında taşıyarak eve getirdi oğlanı. Konuşmadı, konuştuğunda bir anlam da çıkaramadı. Soru sorsak cevap vermiiyordu, boşluğun kendisiyle konuşuyorduk resmen. Yine de kaç gündür ortalıkta yoktu, üşümüştür, aç kalmıştır, yorulmuştur diyerek bir şey demedik. Hastaneye götürdük, bir şeyi yok deyip geri yolladılar. Gerçekten de oraya gittiğimizde daha da gençleşmiş gibi oldu. Eve getirdik yine aynı hallere düştü.
Böyle de kalmadı. Kaç gündür öylece odasında yatıyor. Bir yanına yatıp ya pencereye ya duvara bakıyor ve hiçbir şey söylemiyor. Yemek getiriyoruz hiçbirini yemiyor. Gerçekten de bütün yemekler koyduğumuz haliyle orada duruyor. Su koyuyoruz içmiyor, çok endişeleniyorum. İştahının olmamasını anlarım ama su naısl içmez? İçiyor da bir numara yapıp bizi mi kandırıyor? Bir insan yemek yemeden su içmeden nasıl yaşar? Her gün biraz daha zayıflayıp çöktüğünü görüyorum. Oğlum aradan geçen her dakika ile ölüme daha fazla yaklaşıyor.
Ama son günlerde bu durum değişti. Yine getirdiğimiz yemeğe ve suya dokunmuyor ama geceleri sesler duymaya başlıyoruz. Başta fark etmedik çünkü çok sessizce, yakalanmamak istercesine hareket ediyor ama gün sona erdiğinde evin içinde dolaşıyor, kapıları açıyor, dışarı çıkıp geri geliyor. Bir gece babası geceyi bekledi, ardından onu takip etti. Dışarıya çıktığında otları böcekleri yediğini görmüş. Hâla su içtiğini görmedik ama arada içmiştir de biz kaçırmışızdır dedik. Babasının takip ettiği gecenin ertesinde ise bizim uykuda olmamız gereken saatlerde başımıza dikilip bekledi. Sanırım Ferhan Bey’in onu takip ettiğini anladı ve bizi korkutarak bir ceza vermek istedi. Gerçekten çok korktuk sayın vaiz, bir daha takip etmedik. Yine de bazı geceler sessizce odaya girdiğini biliyoruz. Uyurken kapıyı kapatıyoruz ve sabah yine açık buluyoruz. Bize açıkça bir mesaj vermek istiyor.
Daha da kötüsü onun gözümüzün önünde olduğunu bildiğimiz vakitlerde evde başka sesler duyuyoruz, sanki başka birileri daha varmış gibi. Çok korkuyoruz. Anlamadığımız şartların içine girdiğimizi düşünüyoruz, çok korkuyoruz. Ne doktorlar ne de memurlar bize yardım etmediler, edemeyeceklerini söylediler. Çocuğumuzu evden atmak istemiyoruz, zaten atabileceğimizi de düşünmüyoruz. Çok çaresisiz, lütfen bize yardım edin.”
Emekli polis memuru Beyazca’nın Alikar Vakası hakkında verdiği bir reportajdan derlenen kısım:
“Din admalarıyla tanıştığımda onları gözüm tutmadı. Rahip Akdefne çok yukarıdan bakar bir davranış sergiliyordu. Ona göre hepimiz eğitimsiz, cahil, sorun çıkaran varlıklardık ve kendisi şartların dayattığı zorunluluktan dolayı çözümleri getiren kişiydi. İsmail Korugan Hoca ise tam tersi çok samimi ve cana yakındı ama acayip tuhaf bir vücut dili vardı. Bu durumun kendisi de farkında olacak ki zaman zaman dönüp bu konu hakkında özür diliyordu. Yine de sanki başka bir gezegenden gelmiş gibi davranıyordu. Konuşurken sözcüklerin içinde yapmayı seçtiği vurgular en olmadık yerlerdeydi, yürüyüşü bir garipti, konuşurken çokça el hareketi yapar, parmaklarıyla söylediklerini öyle bir taklit etmeye çalışırdı ki ağzıyla değil parmaklarıyla iletişim kuruyor da ağzıyla destek veriyor sanardınız. Diğer yandan rahip de heykel gibi bir adamdı, yaptığı ayinler dışında elleri hiç oynamazdı. Onların bu tavırları ve ailenin içinde bulunduğu durumun istismar edilmeye çok yakın olması beni tüm bu sürece oldukça şüpheli bir şekilde yaklaşmaya itiyordu.
Kurbanı zaten cümle alem iyi biliyor ama itiraf etmeliyim ki benim gördüğüm hali çok kötü, çok acınası ve çok da ilginçti. Bazen insandan çok hayvan gibi davranıyordu, bazen de bir den uygar bir hal alıp kendi içine çekiliyordu. Bir şeylerin farkındaymış da kendi halinde çözmek istiyormuş gibiydi ama bunu başaramadığı da ortadaydı. Bana daha çok zihninde bir sıkıntı var gibi gelmişti ama ailenin hastanelere yaptığı başvurulardan aldıkları cevaplardan sonra din kurumlarına başvurmaları çok doğal bir hareket. Ne var ki inanç insanları da diğer kurumların davrandığı gibi davranıp bu kurbanları yalnız bırakmış. Yardım etmeyi kabul eden tek taraf ise az önce anlattığım iki garip kişi olmuş.
İlk başta çocuğun ve ailenin durumundan endişeli olduğum için bütün dini uygulamalar boyunca orada olmak istedim. Yine ilginç bir şekilde hoca ve rahip farklı inançlara dahil olan çözümler sunacaklardı ama belli ki en başından beri de bu şekilde anlaşmışlar. Yıllardır tanışan iki arkadaş olduklarından ve benzer vakalarda yine birlikte bulunduklarından ne yapacakları konusunda bir şüpheleri yok gibiydi. Ben de sadece herkesin güvenli olduğundna emin olmak istedim.
Büyük hataymış.
Durumun ne kadar vahim olduğunu o odada öğrendim. Anne ve baba aşağıda salonda otururken din adamları ve ben Erkan’ın yanında, üst kattaki odadaydık. Rahip ve hoca ilk başta sessiz ve sakin bir şekilde başladıkları süreci vites ata ata ilerletince ipler bir noktada koptu. Erkan’ın kendisinde bir sorun yoktu, o sadece korkmuş bir vaziyete sessizce oturuyordu ama odanın kendisi bir kabusun içindeymişiz gibi eğilip bükülmeye, sanki bambaşka odalara ve binalara komşu olmuşuz gibi sesler çıkarmaya başladı. Olmadı kişilikler başka odalardan bize sesleniyor, bağırıyor, hakaretler ve küfürler ediyordu. Bazen bu sesler bitiyor ve duvarlardan ve damdan sesler geliyordu. Beton yapılara vuruyorlarmış, tırmalıyorlarmış, sanki bu yapıları kırıp içeri giriyorlarmış gibi bir algı yaratıyorlardı. Bu imkansızdı çünkü üst kat yoktu, sadece çatı vardı. Benim odadan çıkmamı sağlayan nihai olay ise duvarın sanki incecik bir örtüymüşçesine sallanıp bükülmeye başlaması ve bu örtünün içinden adeta hayvani bir elin, hatta pençenin bana doğru uzanmasıydı. Din adamları hâla bütün sükunetlerini koruyor gibiydiler ama ben izin isteyip oradan çıktım, ailenin yanına indim.
Ben anne ve babayı sakinleştirip rahatlatmaya çalışırken din adamlarının dile getirdikleri dualar ile kutlu sözler arttı, hızlandı, şiddetlendi. Onların arasından başka kişiler adeta başka sözler söylüyorlardı, kutsallık denen kavrama herhangi bir açıdan yaklaşmaya uzak çarpık sözlerdi. Sözlerin ne anlama geldiklerini imkanı yok anlayamıyordum ama ne olduklarını ruhumun bilinmeyen köşelerinde biliyordum.
Bu sözlerin şiddeti arttıkça gariplikler bu sefer evin geneline yayıldı. Üst kattaki kadar absürt bozulmalar yaşanmıyordu ama pencerelere yansıyan gölgelerden dışarıda gezegen birileri olduğunu çıkarabiliyorduk. Zaman zaman pencerelerin ve kapının yanına gidiyor, önce dışarıyı dinliyor sonra da bir göz atıyordum ama kimseyi göremiyordum. Bazen de birbirimizin sesini duyuyor, birbirimize iğrenç küfürleri ettiğimizi sanıyor ama gözlerimizde anlamsız bakışlar görünce tüm bunların başkaca şeylerin yaptığı taklitler olduğunu anlıyorduk. Durum kötüydü, ailenin zihni de gittikçe bulanıyordu. Geldiğimiz noktayı kontrol etmek, aşağıdaki şartları anlatıp bu konuda tavsiye almak içi yukarıçıktığımda iki din adamının yine bütün sükunetleriyle ayini devam ettirdiklerini ve Erkan’ın da gayet iyi durumda olduğunu gördüm. Her şey güzel gidiyor gibiydi.
İyi haberleri vermek için aşağıya indiğimde ise berbat bir görüntüyle karşılaştım. Ne Beril Hanım ne de Ferhan Bey orada değildi. Oturdukları yerlerde kovalarca dökülmüşçesine fazla kan birikintileri vardı. Bazı izler duvarlara, bazı izler zeminin ortasına gidip yok oluyordu. Her yerde pek çok ayak izi vardı, yukarıda bana duvarın içinden uzanan pençeyi andırıyorlardı. Bu izler de kapıya ve pencerelere kadar gidiyor, sonra birden yok oluyorlardı. Dışarıda ise kimse yoktu.”
Yorumlar
Yorum Gönder