28 - Fareli Evin Hanımı Bölüm 2 (Spooktober '23)

  Gözleri sınırlarının nerede geldiğini anlayamadığı tarlaya takılı kaldı bir süre. Ufkun ilerisinde Cumhuriyet’in kuzey hudutlarının ardında Kıta’nın dağları görünüyordu. Batıdaki başka bir ülke sınırının ardında ise başka dağlar yükseliyordu. Eve ne kadar uzak olduğunun farkına vardı. Demek ki insan yuvasından ne kadar uzaklaşırsa aklının algıladığı gerçeklik de o kadar hızlı bir şekilde bozuluyordu. Rüyasında gördüğü şeyi tarlada görmek ya şu an birtakım absürt olaylara dahil olduğunu söylüyordu ya da kafayı iyice sıyırdığını ve o sıyrık kafanın da şu an kendisine olmadık şeyler gösterdiğini kanıtlıyordu. Gözleri yine gördü tarlada duran o yabancıyı, sonra diğerini, sonra bir diğerini. Cem’in anlayamayacağı bir hızla yabancıların sayısı arttı ve tarlanın her tarafını doldurdular. Arkasını pencereye dönere bütün içtenliğiyle delirmemiş olmayı diledi ama bu kez bu gariplikleri nasıl değerlendirmesi gerekiyordu? O ayçiçeklerinin arasında gezmeyecek miydi? İnsanları orada çalıştırmayacak mıydı? O tarlaları ekip biçecekti ve oralarda ne olduğu bilinmez yabancıların dolaşıyor olması çok ama çok büyük bir sorundu. Bunun üzerine yabancılar ev halkını da tehdit eden bir durumdaydılar, belki bir yandan onlarla uğraşırken bir yandan da silahlı korumalarla konuşmak gerekti. Zaten her türlü böyle bir koruma gücü üzerinde düşünüyordu ama hazır girişmişken emniyeti garanti altına almaktan zarar gelmezdi. Sonuçta öngörülmeyen tehditler yüzünden iş baltalanırsa daha büyük bir zarara girerlerdi.

Aşağıya inince kahvaltının başına oturdu ve hemen konuşmaya başladı. “Fare mevzusu konusunda eminim ve bunu bir şekilde çözeceğiz. Tarlaya dadanan yabancılar hakkında da bir şeyler yapmayı düşünüyorum ama bunun için önce bir inceleme yürütmemiz gerek. Ne ile karşı karşıya olduğumuzu anlamadan hareket edersek çok dikkatsiz davranmış oluruz. Eğer başka yerlerdeki çocuklar tarlalar boş, ev de büyük diye çevrede dolanmaya niyetlilerse olayı başka bir açıdan çözmemiz gerek. Gidip aileleri uyarırız, tarlalarda ilaç kullandığımızı ve bunun çocuklar için tehlikeli olduğunu söyleriz. Hayvanların onlara zarar verebileceğinden bahsederiz ve evet, hayvan da almamız lazım. Bahçelerde ve tarlalarda öyle sorunlar çıkar ki ilaçlarla üstesinden gelemeyiz, bir sürü hayvana ve de böceğe ihtiyacımız olacak.” diye iş güçten iyice konuştu Cem bir süre boyunca. Hizmetçi onu dinleyip durdu, bu konulardan çok anlamadığını ama arabacıyı onunla birlikte kasabaya gönderebileceğini söyledi. Cem de seve seve kabul etti.

Arabacıyla yola çıkmadan önce biraz çevrede dolaşmak istedi. Önce bahçede gezdi. Birbirinden güzel ve farklı çiçeğin garip bir estetik anlayışıyla dizildiği, bazıları zehirli, bazıları deva niyetine kullanılan nadir bitkilerin de ihtiyaç olur diye topluca farklı yerlerde konumlandığı geniş bir bahçeydi. Burayı her kim düzenlemişse işini çok iyi biliyordu. Cem’e söylendiği kadarıyla evin bir bahçivanı yoktu, demek ki yaşlı bir görevli zamanında bakmıştı buraya ve yakın bir tarihte ölmüştü. Yoksa bahçenin böyle gelişmesi de mümkün değildi.

Bundan sonra tarlaya doğru geçti Cem. Tam olarak yukarıdan gördüğü farenin hatırladığı kadarıyla çizdiği rotayı takip etti. Ayçiçeklerinin boyu gerçekten de çok uzundu, orası rüya değildi ama çevrede kimseyi göremiyordu. Farelerden veya başka hayvanlardan da bir iz yoktu. Zihninde ve etrafında biçim kazanmaya başlayan bu tutarsızlık onu oldukça rahatsız ediyordu. Sorunlarla karşılaştığı zaman onlara doğrudan ama sakin ve dikkatli bir şekilde yaklaşarak çözerdi. Burada buna müsaade edilmiyordu, sorunlar mümkünatı olmayan geometriler üzerinden üstüne varıyorlar ve aynı olasılıksızlıkla geri çekiliyorlardı. Cem tam geri dönecekti ki yerde kırık bir gözlük bulunca eline aldı. Bir süre inceledi, sonra da cebine atıp kasabaya gitmek üzere arabacının yanına döndü. 

Yol boyunca arabacının gözlerini inceledi, adam herhangi bir gözlük kullanmadan da gayet iyi görüyordu. Üzerinde bir gözlük kılıfı veya kabı yoktu. Gözlerinde bir lens varmış gibi de görünmüyordu. Onun bu dikkatli incelemesi arabacının dikkatini çekti.

“Dilediğiniz bir şey mi vardı efendim?”

“Hayır, hayır özür dilerim, sadece biraz tanımaya çalışıyordum.”

“Nasıl yani? Herhangi bir sorunuzu memnuniyetle cevaplarım.”

“Benim gözlerim biraz biraz zorlanıyor da bugünlerde, yine de işlerimi rahat rahat yapabiliyorum ama konu sağlık olunca insan aklı orada kalıyor. Sizin gözleriniz bir kurdunki kadar iyi görüyor sanırım, gözlük kullanıyor musunuz?”

“Hayır, hiç ihtiyacım olmadı.” diye cevap verdi arabacı Cem’e bir an olsun bile bakmadan. “Var mıydı başka bir sorunuz?”

“Hayır.” diye sakince cevap verdi Cem.

Kasabaya varınca ev ve evin etrafında dönen çiftlik için gerekecek ihtiyaçları aramaya başladılar. Nereye giderlerse gitsinler hep bir saygı ile karşılandıklarını fark etti genç çiftçi, dışarı yansıtılmamaya çalışılan hafif bir korkunun yanında. Bunu anlayınca gözlerini iyice açtı ve insanların onlarla olan mesafelerini koruduğunu gördü. Çevrede onlar dolaşırken bir sessizlik oluyor, kimse onların huzurunu kaçırmamaya çalışıyordu. Dükkanlardan bazıları hiç para almıyorlardı ama bu bir vefa borcundan çok ev ahalisinin çabucak ordan gitmesini istedikleri içindi. Burada biraz durup araştırma yapmak istediyse de hem arabacı yanında olacağından hem de kasabalıların çekincelerinden bu gayesinden vazgeçti. Arabaya döndüler.

Yolda Cem hanenin kaç yıldır bu bölgede olduğunu sordu.

“Hanım’ın kendisi bir on beş yirmi yıldır burada. Kocasını savaşta kaybettiğinden beridir tek başına işletiyor çiftliği. Kız kardeşi de maalesef genç yaşında hastalığa yenik düştü. Annesinden ve ailesinden ona kalan tek şey bu koca ev ve onun çevresindeki tarlalar. Lütfen işlerimize iyi bakın, Hanım’ın üzülmesini görmek istemiyorum. Belki kendine yaşıtınca bir eş bulur veya gönlü olursa bir evlat edinir de soyu devam eder, çiftlik sahipsiz kalmaz.” diye samimi bir şekilde konuştu arabacı. Cem hem ikna olmuştu hem de rahatsız olmuştu bu konuşmadan. Bir şeylerin yanlış olduğuna emindi. Adını koyamadığı bir tutarsızlık vardı ve buraya adım attığından beridir içini kemirip duruyordu.

Eve vardıklarında kapıda onları Hanım’ın kendisi karşıladı. Şık ama kara giysiler içindeydi, yıllardır yas tutuyormuş gibiydi. Yüzünde bir gülümseme vardı ama bunun bir maske olduğu her halinden belliydi. Yine de uygar bir tavır sergilemek ve meymenetsiz görünmemek için kendini gülmeye zorluyordu. Onun yüzüne bakmak hem müthiş bir keyifti çünkü dolunayın kendisini izliyor gibiydi insan ama aynı zamanda acımasız bir deneyimdi çünkü bu kozmik cismin arkasında bambaşka sırlar gizliydi ve insan onları öğrenmek için can atıyordu. Öğrendiğinde ise pişman olacaktı.

“Hoşgeldiniz Cem Bey. Sizi bu kadar geç karşılayabildiğim için üzgünüm ama benim de kendimce işlerim var, oldukça meşgul bir insanım. Bana gece bir tatsızlık yaşadığınız söylendi bunun için ne kadar özür dilesem az. Bu evin sorunları bir türlü bitmiyor ama sizin buraya gelme sebebiniz de zaten bu değil mi? Evimizin ve çiftliğimizin sorunlarını çözmek için işe aldım sizi. Bunu sağlayacak kadar keskin bir zekanız ve sağlam bir özgüveniniz var. Şimdi lütfen bana izin verin, çalışma odama çekilip bazı eski kayıtlara bakmam gerekecek. Siz de evi keşfetmekten çekinmeyin lütfen, bahçeyi, mülkü ve tarlaları dilediğinizce gezin.”

Hanım ile bu beklenmedik ve acele tanışmasından sonra Cem yanında hiçbir eşlikçisi olmadan koca evi gezmeye başladı. Tarlaya girmek istememişti çünkü orada takip edeceği izlerin sonunda hiç de sevmeyeceği bir yanıt alacağından korkuyordu. Bir yandan da içindeki bir ses böyle bir cevap bulmaktan korkuyorsa eninde sonunda o sonuç ile yüzleşmesi gerektiğini de biliyordu. Çoğunlukla korktuğu ve kaygılandığı şeylerle doğrudan yüzleşmeyi tercih eden Cem için bu sefer onu yolundan caydıran başka bir güç, his vardı. Ne olduğunu bilemediği bir hava ciğerlerine akın ediyor ve onu iradesinden alıkoyuyordu. Bu hissi hiç sevmezken elinden sorumluluğun ve gücün sökülmesi biraz olsun rahatlatmıştı.

Üst katın koridorlarında dolaşırken yine aynı dengesizlik ve düşme hissi bastırdı ruhuna ama bu sefer ayakta durabildi. Yere bakarak ilerledi koridorun bir sonuna, ardından da arkasını dönüp bir diğer bitimine yürüdü. Burasının aslında iki ucu sonsuzluğa açılan kozmik bir tünel olmadığını anladığında irrasyonel bir huzur doğru içine. Bir diğer ayrıntı da aynı anda zihninin karanlık köşelerini küçük kuşku zerreleriyle dolduruyordu. Bu kadar oda neden boştu? Bunca yıl neler yapılmıştı? İnsanlar nereye gitmişlerdi? Bu kadar büyük bir kalabalığın öylece ortadan kaybolması normal miydi? Kasabaya gidip bu durumu sorgulasa gerçekten bir cevap alabilir miydi ki? İşini kaybetmek istemiyordu, bu yüzden bunu yapmadı.

Tüm bunları düşünürken yine aynı sesler geldi. Duvarlardan tırmalamalar, ciyaklamalar geliyordu ama tekil bir kaynaktan geliyordu bu sefer ve yavaştı, zayıftı. Sesin kaynağı sanki Cem’in hiç farkında değilmiş gibi hiç acele etmeden hareket ediyordu duvarın diğer tarafında. Belki de farkındaydı ama onunla bir oyun oynuyor, dalga geçiyordu. Koridorun bir ucundan başladı ve ağır ağır ilerledi, peşinden Cem’i sürükleyerek. Uzun koridorda genç çiftçi oraya eğildi, buraya eğildi, duvara yaklaştı uzaklaştı, bir kulağını getirdi, bir gözüyle takip etti derken tam orta kısma kadar geldi. Artık koridorların iki yana açıldığı merkezi bölümdeydi çiftçi ama sesler kesilmişti. Bu sefer kulağını dayamadı ama duvara yaklaştı, bakarak, görerek. Anlam veremediği imkansız biçimlerin olaya dahil olduğu bir durum yaşarsa buna gözleriyle tanık olacak, kendinden emin olacaktı.

Dikkatli bir şekilde duvara yaklaştı da yaklaştı, yere eğildi, ellerini zemine koydu, dizlerinin üstüne çöktü. Hiçbir şey göremiyordu ama yerler de çok tozluydu ve bedenini çok zorlu bir biçimde tutmaya çalışıyordu. En sonunda dayanamayıp öksürecek gibi olduğunda hiç duymayı beklemediği bir ses çıktı, bir ciyaklama. Bunun nereden geldiğini anlamaya çalıştı çünkü düşündüğü gibi olamazdı, duvardan, tavandan veya başka bir eşyanın arkasından gelmiş olmalıydı ki zihni yanılsın. Öylece bekledi sesin çıkmasını ama bütün o devasa eve sadece sessizlik çökmüştü.

Nefesini tuttuğunu fark ettiğinde ciğerleri iyice zorlanmaya başlamıştı ve derin bir nefes çektiği gibi bütün o toz yeniden içine doldu ve onu yeniden öksürttü ve yeniden bir ciyaklama sesi duydu. Tam korkusundan bağıracaktı ki ciyaklamaktan korktuğu için susup kaldı. Hiçbir şey söylemeden, çıt çıkarmadan yavaş yavaş soluk alıp veriyordu. Eliyle göğsünü, karnını yokluyordu. Kendine gelmeye çabalıyordu. Gözlerini kapatıp içinden kendi mütevazı inancınca kutsal öğretileri okudu, tekrarladı ve yeniden ikna oldu. Gözlerini geri açar açmaz duvarda az önce var olmayan bir delikten şimdi kendisine bakan bir fareyle yüz yüze geldi. Daha şaşırmaya fırsat bulamadan fare onun yüzüne atlayınca Cem de geriye doğru sekti ve merdivenlerden yuvarlana yuvarlana zemine kadar düştü. Bilinci kapanmadan önce gördüğü son şey kara-kırmızı gözleri, ölüm beyazı ten rengi ve sivri dişleriyle ona yaklaşmakta olan güzeller güzeli bir kadındı.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Karanlık Perde

Sırık Bölüm 1: Sarıbolu (Spooktober '24)

Sırık Bölüm 0 (Spooktober '24)