20 - İçerideki Canavar Bölüm 2 (Spooktober '23)

  Tam yere düşecekken dizlerimi yere koyunca eklemlerimi çarptığım beton yüzünden muazzam bir acı yaşayınca hemen geri kalktım, kendime geldim. Gözlerimi açınca kimseyi göremedim. Biraz durunca kimseyi de duyamadım. Hayır böyle olmayacaktı, kaçacaktım. Laboratuvardan yüzüme su çarptım, bir iki derin nefes aldım ve koridora çıktım. Bütün bina kapkaranlıktı, kimse yoktu. Laboratuvar dışında içeriye giren tek ışık kaynağı dışarıdaki dolunaydan gelen sönük ışınlardı.

Aşağıya indim, sessiz ama hızlı adımlarla. Çevremi kontrol ettim, kimse yoktu. Bakışlarım arkamı kontrol ede ede kapıya kadar geldim. Ellerimle yoklayarak kapıları açmaya çalıştım ama kilitliydi. Yaşadığım şaşkınlıkla gözlerimi yeniden önüme çevirdiğimde gördüm ancak, kilitli kapıların hemen dışından bana bakan o berbat canavarı.

Dolunay şu an yaratığın tam arkasında kalmıştı, gözlerimin seçtiği ışık ise gece karanlığının izin verdiği kadardı ancak. En az iki metre boyunda, omuzları ve kolları öne doğru çıkık, tamamiyle uzun, sık ve sivri kıllarla kaplı, iyice ileriye fırlamış ağzı, çenesi ve burnuyla vahşi, çirkin, ilkel bir yüze sahip haddinden fazlasıyla uzamış parmakları olan iri bir canavardı. Kaşları olsa çatık diyebilirdim ama bütün yüzü de aynı kıllarla kaplıydı. Gözleri sapsarıydı, kirliydi ve açtı. Gece soğuğunda nefesini havada görmek mümkündü. Gövdesinden yukarısı öne doğru eğilmişti, bu dengesiz biçimini güçlü ve fazladan eklemli bacakları ile parmaklarının ayakkabısını delip çıktığı kocaman ayaklarıyla destekleyebiliyordu. Bileği olması gereken yerde ayakları ile arada bir tane eklem daha vardı, bir kurt, aslan veya kartalı andıran ayakları bu eklemin önünde duruyordu. Yaratığın üstünde ise eski püskü yırtık pırtık bir tulum, bacaklarının parçaladığı bir pantolon ve geniş, bol, uzun bir ceket vardı. Ay ışığı arkasından vururken gözleri net bir şekilde seçiliyordu. 

Birkaç adım geri atıp anında geldiğim yöne doğru koşturdum. Nasıl bu kadar hızlı bir şekilde gelmişti binanın bir yanından bir diğer tarafına? Koştuğunu duymamıştım, dışarıya karşıma çıkabilmek içinde başka bir kapıyı açması gerekirdi. Fakültenin her bir kapısının kilitli olması lazımdı şu an ama güvenlikleri de uzun bir süredir görmüyordum. 

Fakültenin koridorları geniş ama upuzundu. Yanından geçtiğim odaların, ofislrin, laboratuvarların, sınıfların kapıları camdandı ve içerideki karanlıkta bir yerde her an bu şey ile yeniden göz göze geleceğimden korkuyordum. Öyle ki bir an koşmayı bıraktım ve yavaş, dikkatli bir şekilde yürümeye başladım. Acaba onlardan iki tane olabilir miydi? Veya ortabahçenin diğer tarafında gördüğüm görüntü, belki de canavarın daha içeri girmediği bir andandı. Eğer yukarıdan tırmandıysa, ki böyle yapması da bir delilik, bahçede pencere üzerinden onun yansımasını görebilirdim. Tabii bu da başka bir sıkıntıyı akla getiriyordu. Eğer bu kadar kolayca tırmanıyorsa içeriye girmenin başka bir yolunu bulamaz mıydı? Ortabahçeden veya yukarıdan eminim güvenlik önlemlerinin alınmadığı bir giriş çıkış mümkündü.

Bir diğer durum da oldukça kafamı karıştırmıştı. Şu ana kadar canavarı hem içeride hem dışarıda görmüştüm ama hiçbir kapıyı pencereyi kırmamıştı. Öyle yapsaydı gecenin sessizliği ve fakültenin yuvalık yaptığı bu engin boşluklar içinde en azından yankılarını duyardım. Eğer içeri girdiyse bunu bir yeri kırıp etmeden nasıl yapmıştı? Eğer girmediyse ben ortabahçede neyi görmüştüm ve bu varlık neden içeriye girmemişti? Yavru bir kedinin rüzgarın etkisiyle yerde sürünen bir ölü yaprakla oynadığı gibi benimle oynuyor olabilir miydi? 

Başımdan geçen her şeyi düşündüm. Yoğun iş gününü, gece koca kampüste yalnız başıma kalışımı, buralarda ilk kez bir köpek izine rastlamamı, müzede tüm o ölü hayvan sergileriyle ürkmemi ve özellikle girişteki o yabancıyla karşılaşmamı. Oldukça stresli bir geceydi, bu yüzden tüm bunların beynimde yaşadığım geçici bir hastalık olduğunu düşünmeye başladım. Çok baskı altındaydım, zihnim hatalı çalışabilirdi. Müzede gördüğüm bütün iskeletler, doldurulmuş hayvanlar, böcekler, yırtıcılar hayal gücümü beslemişti. Kampüs girişinde o deli yabancıyla, belki de artık sokaklarda amaçsızca dolanan aklını kaybetmiş bir kimsesizle karşılaşınca da korkmuştum. Güvenlik görevlilerinin buralarda görünmemesi de kimseden yardım isteyemeyeceğimi düşündürtmüş olmalıydı. Korku, paranoya, yorgunluk, baskı gibi pek çok tatsız durum en kötü anda bir araya gelmiş ve bana bunları yaşatmıştı. Zaten canavar olsaydı bile o kadar kısa bir süre içinde kapının binanın ta diğer tarafından kapının önüne gelip, içeri girmeye çalışmadan, bana, avına ulaşmaya çalışmadan öylece beklemesi mümkün müydü? Hayır, bu olayların hiçbir noktası mantıklı değildi.

Derin bir nefes aldım, ciğerlerim hâla yanıyordu. Bütün vücudumu olanaksız şartlara uyum sağlayayayım diye zorlamıştım ve şimdi en uç düzeyde tepkiler alıyordum, acı çekiyordum. Duygusal karmaşam, fiziksel olarak çektiğim acıları iyice bastırmış olmalıydı çünkü kendime gelince ancak fark edebildim ne kadar kötü bir durumda olduğumu. Biraz daha böyle devam etseydim işi herhangi bir canavara bırakmam da gerekmeyecekti, kendi kendimi öldürecektim. Önce yeniden ellerimin arasına aldım başımı, ağrılarım geçmeyince de duvarlardan birine yaslandım. Ellerimi yanaklarımdan çekince ne kadar titrediklerini gördüm. Sadece korkmuyordum, bedenen yaşadığım yorgunluk da iyice etkilemişti her şeyi. Laboratuvarıma geri dönecek, kapıyı kilitleyecek ve biraz olsun uyuyup dinlenecektim. Oturduğum yerden kalktım, kalkarken duvarların ve zeminin soğukluğunun da ancak farkına vardım. Resmen bir içinde bulunduğum gerçeklikten sökülüp alınmıştım ve o gerçek dünyaya da yavaş yavaş, adım adım dönüyordum. Her bir adımda ise hayal gücümün suçlarının farklı bir bedelini ödüyordum. Koridor hâla karanlık ve büyüktü ve attığım adımlar da yankılanıp duruyordu ama umrumda değildi. Az önce hayali düşmanımdan nasıl hızlı ama sessizce kaçıyorsam şu anda da yorgunluğumun yarattığı şartlardan dolayı yavaş ama bir hayli sesli bir şekilde ilerliyordum.

İçeri girdikten sonra laboratuvar kapısını kapayıp kilitledim. Hayali veya değil, belli ki dışarıda her kim varsa kapıları kırarak açmıyordu. Böylece güvende olacaktım. Gidip yeni bir bitki çayı daha koydum. İçip içmemem önemli değildi, sadece yaşamın sıradan akışına dönermiş gibi davransam yeterdi, belki bir iki yudum da ısınmak, azıcık enerji almak için içerdim. Pencereden dışarıya baştan baktım, bu sefer gözlerim bir canavar aramıyordu, sadece zihnimi sınıyordum. Bahçenin karşısında kalan pencerelere baktım, fakültenin çatısında göz gezdirdim, ağaçların arasına baktım. Bazı yerlere ay ışığı vuruyordu, bazılarından ise içinde bulunduğum laboratuvarın ışıkları yansıyordu. Sarı bir şeyler gördüysem de bunlara yordum ve arkamı pencereye döndüm.

Çaydan birkaç yudum alıp masalardan birinin üstüne koydum. Yere ince bir ceket serdim, paltomu da üstüme örttüm. Çayın sıcaklığı içime doğru yayılırken ne kadar yıprandığımı ve bu uykuya nasıl ihtiyacımın olduğunu ancak anlayabiliyordum. İşler yarım kalabilirdi, şu an en az umrumda olan şey buydu. Bacaklarıma sanki kramp girmiş de şimdi onu üzerlerinden atıyorlarmış gibi hissediyordum. Kollarımda güç yoktu. Kalbim güm güm atmaya devam ediyordu ama biraz olsun yavaşlamıştı. Ciğerlerim hâla yanıyor, hâla ses çıkarıyorlardı. Bir kaşıntı veya karıncalanma bütün yüzüme yayılmıştı, ellerimle ne kadar kaşısam kâr etmiyordu, ben de saldım. Sadece uyumaya çalıştım.

Uyudum mu uyumadım mı bilmiyorum ama uyandığıma inandığım zaman saate bakmadım. Gözlerimi açtığımda kafatasımın içinde iki tonluk bir gülle yuvarlanıp duruyor gibiydi ama gözlerimi kapatmadan önce de böyle gelmiş olması muhtemeldi. Dik durmak için ellerimi yere koymaya çalıştığımda düştüm çünkü beklediğimden çok daha fazla bir güç uygulamak zorundaydım. Buradan bir ders çıkarıp bacaklarımı da aynı ekstra kuvvetle hareket ettirmeye çalıştım. Kaşıntı şimdi de dişlerime taşmıştı ve dilimle ağzımın içini yoklayıp, kaşıyıp duruyordum. Gözlerimde de benzer bir his vardı, biraz ovuşturduysam da geçmedi. Saate bakmak aklıma gelmediyse de ortabahçeye baktığımda ay ışığının yine orayı aydınlattığını gördüm. Aradan uzun bir süre geçmiş olamazdı, o da hiç geçtiyse. Pencereye yaklaşıp dolunayın konumuna bakmak istedim ama sanki birazcık da olsa hareket etmiş gibiydi. Kafamı cama biraz daha dayayarak nerede olduğunu görmeye çalıştım ama görüşümün tam kenarında çatıda bambaşka bir şeyin hareket ettiğini gördüm.

Yarı baygın halimde ne olduğunu anlayamamıştım, kuş veya kedi gibi bir hayvan da olabilirdi. Bir iki adım geri çekildim. Yüzümü oradan yeniden su vurdum, birkaç defa yaptım, ta ki tam anlamıyla ayılana kadar. Sessizce laboratuvarın içinde durdum. Gerçekten çatıdaki oysa sesi gelirdi, gelmezse uyumaya devam ederdim. Önce birkaç saniye sonra birkaç dakika boyunca sessizce bekledim. Hiçbir şey olmadı, hiçbir ses gelmedi. Yeniden kendimi yere attım, bu sefer üzerimi örtmekle de uğraşmadım. Doğrudan paltomun üstüne serilmiştim. Uyku yavaş yavaş ruhumu ele geçirmeye başlayınca dudaklarıma da ister istemez bir gülümseme geldi. Tak kendimi uyku diyarına teslim edecektim ki çatıdan bir ses geldi. Ayağa kalkmadan yukarıya baktım ve ses çıkarmadan, hiçbir şey yapmadan bekledim. Başka bir ses daha bekliyordum. Gelmedi. Yine önce birkaç saniye, sonra birkaç dakika bekledim. Hiçbir şey olmadı.

Ayağa kalkıp yeniden pencereden yukarıya baktım. Gözümün ucuyla bile bir şey görsem yeterli olacaktı ama hiçbir şey yoktu. Bakışlarımı yeniden pencerelerin üzerinde dolaştırdım ama daha önce beni karşıdan izleyen o iki sarı gözü hiç göremedim. Yine de bütün fakülteyi saran kapkaranlık kütlenin içinde o canavarın gizli gizli hiçbir ses çıkarmadan dolaşabiliyor olduğu düşüncesi beni sonuna kadar uyandırdı ve orada saklı olduğunu bilmediğim bir güç verdi. Korku ile birlikte anlam veremediğim bir öfke dalgası yayıldı vücudumda ve tüm acılarımı, ağrılarımı, kaşıntılarımı ve duygularımı bastırdı. Ciğerlerim yine zorlanıyordu ama sanki onlar bile kendi başlarına inat etmişler ve daha hızlı soluk alıp vermek istemişlerdi.

Koşa koşa kilitlediğim laboratuvar kapısının dibine kadar gelip başımı dayadım ve koridorda birisi var mı yok mu kontrol etmek istedim. Her yer boş görünüyorsa da karanlığın mutlak egemenliği hakimdi bütün binaya, koridor da odalar da aynı ışıksız kuşatmanın altındaydı. Saklanılabilecek çok yer vardı. Kiliidi açıp dışarı çıkınca yukarıdan yeniden sesler geldi. Onları duyunca yine durdum ama tereddüt etmeyi bırakıp hareketime devam etme kararı aldım. Ne olursa olsun kaçacaktım. 

Ben kaçtıkça sesler de beni takip etti. Yukarıdaki canavar koşa koşa hareketlerimi izliyordu. Nasıl yapıyordu bunu? Beni görebiliyor muydu? Yoksa işitme duyuları mı o kadar gelişmişti? Koklayarak bulacak olsaydı çoktan yakalamıştı zaten. Aldırmadım, hareketimi sürdürdüm.

Yine aynı çıkışa varınca sesler kesildi, bu sefer oluşan boşluğun beni gafil avlamasından kaynaklı bir şaşkınlık geçirdim. Etrafa baktım. Ne zaman dursa yeni bir şey oluyor, beni başka bir açıdan vuruyordu. Ellerim iki yana açık, bedenim de ironik bir şekilde avının peşinden koşan bir avcının dikkatine sahip bir duruşu benimserken yukarı baka baka etrafta gezindim. Hayır hemen çıkmayacaktım dışarı, bu onun oyununa gelmek olurdu. Boş, karanlık ve engin koridorlara baktım, merdivenleri bir süre gözledim. Hiçbir şey yoktu.

Derin bir nefes alıp tam arkamı dönecektim ki çarpıştık. Vücudum ilginç bir şekilde tüm o yorgunlukla bile yere düşmemişti ama sarsıntıyla beraber müthiş bir çığlık duydum. Yine de beni hazırlıksız yakalayan bir çığlıktı bu çünkü birkaç saat önce duyduğum o garip çığırı ile alakası yoktu, bir insana aitti. Çarptığım cisme baktım, bir güvenlik görevlisiydi. Bunca zamandır nerede olduğunu merak ede ede ona şaşkınlıkla baksam da görevli çığlık atıp geri geri sürünmeye devam etti. Ben ona yaklaştıkça iyice duvara yaslandı ve en sonunda da kilitlediği kapıyı açmaya bile tenezzül etmeden cam katmanın içinde her şeyi parçalayarak geçip kaçtı. Onun ardından bir dehşet ile bakarken yeniden karşı karşıya geldim o avcı, yırtıcı, keskin sarı gözlerle. Artık kırılmış cam kapının çerçevesindeki küçük tek bir tane parçanın içinden bana bakıyordu.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Karanlık Perde

Sırık Bölüm 1: Sarıbolu (Spooktober '24)

Sırık Bölüm 0 (Spooktober '24)