29 - Fareli Evin Hanımı Bölüm 3 (Spooktober '23)

Üstüne tonlarca ceset yığılmış gibi ağır bir yorgunluk çökmüştü Cem’e. Gözleri yandığı için onları açmakta zorlanıyordu. Burnuna hem kan kokusu, hem de bir çürümüşlük hücum ediyordu. Muazzam miktarda bir güç canından alınıp gitmişti, zar zor nefes alıyordu. Yığıldığı yerde dikilip biraz oturmayı denese de yumruklarını bile doğru düzgün sıkamıyor, elleri ve kolları tir tir titriyordu. Kulağına gelen seslerin düşüşünden dolayı duyduğu uğultular mı yoksa gerçekten de bir ciyaklama mı olduğunu düşünüp dursa da fayda etmedi. Öksürmek istedi ama bunu da yarım yamalak yaptı. Bir o tarafına bir bu tarafına doğru dengesini ha kaybetti ha kaybedecek diye diye ancak ayağa kalkabildi. Bacakları vücudunun ağırlığını taşıyamayacak gibiydi ama merdivenlere, duvarlara yaslanarak düşmemeyi başardı. Keskin bir acı boynundan vücudunun kalanına doğru yayılıyor, her kalp atışında biraz yaraları biraz daha sızlıyordu. Bir elini oraya götürdüğünde iki noktasal yara fark etti parmaklarıyla, kan çoktan kurumuştu ve giysilerinin üstüne doğru biraz sızsa da çok yayılmamıştı. Neredeyse temizlenmiş veya silinmiş olduğu düşünülebilirdi. Sakin olması gerekiyordu çünkü tedirginleştikçe soluk alışı ve kalp ritmi hızlanıyor, çektiği acı da bununla birlikte artıyordu. Diğer elini alnına götürüp ovuşturdu, sonra da kafasını çarptığı noktaya dokundu. Şişlik vardı ama kanamamıştı. Sarsıntı geçirmediğini, sadece bayıldığını umdu. Bir yere tutunmayınca yere düşecek gibi oldu ama zayıf bedeni ile hareket etmeye biraz biraz alışmıştı artık. 
Cem gözlerinin hâla kendine gelemediğini, görüşünün hâla puslu olduğunu düşünmüştü ama yanıldığını çok geçmeden anladı. Gözleri hâla görüyordu, sadece çevresi kapkaranlıktı. Önce azıcık da olsa hareket edebilip biraz da olsa görebilmek için dinlendi, gözlerinin karanlığa alışmasını bekledi. Bilinci bu sırada yavaş yavaş gelince gözleri kapanmadan önce karşısına çıkan son resmi hatırladı ve birkaç dakika boyunca hiçbir şey yapmadan olduğu yerde kaldı. Merdivenlerden düşüp kafasını çarptığı için hayal görmüş olabilir miydi? Belki de bilinç düzeyinde kalamadığı için gözlerini yeniden açana kadar bir kabus görmüştü? Sivri dişleri ve ölü beyazı kadar soluk bir teni olan o kapkara gözlü kadın gerçek miydi?
Kocaman köşk, karanlıkta hem Cem’in boğazına yapışacak kadar dar, hem de onun üstüne üstüne basacak kadar alçak görünüyordu ama aynı zamanda gündüz olduğundan çok daha devasaydı. İnsanı içine ancak alabilen küçücük koridorlardan ve odalardan oluşmuş kozmik bir labirentin içinde olduğunu hissediyordu genç çiftçi. Tam karşısında kapılar ile pencereler dizilmişti dış duvar boyunca fakat onların ardında sonu gelmez karanlık bir hiçlik uzanacaktı. Kim bilir kaç kilometre boyunca ona yardım edecek hiçbir insanı bulamayacaktı Cem. Zaten mülkün çevresini saran engin tarlalar da fareler ve yabancılarla dolu olmalıydı. Belki odasına çekilebilirse eşyalarını toplayıp kapıyı kapalı tutabilir ve gün doğana kadar bekleyebilirdi. Bu da işte zavallı insanın çaresizce tutunduğu umut zerrelerinden birisiydi.
Merdivenin başına ilerlemek istedi ama aşağıya düşerken bedeninin pek çok noktasını da incitmiş olmalıydı. Harekete geçer geçmez her yeri ağrıdı ve on anda genç adam inledi. Derin derin soluk alıp verdi, beti benzi atmış teninin üstünde toplanan teri elinin tersiyle sildi ve basamaklara ilk adımlarını attı. Biraz yukarı çıkmayı başarabilse de garip bir etkinin altındaydı, hızlıca yoruluyordu ve sonraki her eylemi için daha fazla güç toplaması gerekiyordu. Bir omzunu duvara yaslayıp elleriyle de merdivenlerden çıkmak için destek ala ala ilerledi. Kendisini zorlaya zorlaya, ciğerlerini parçalaya parçalaya en tepeye çıktığında başına keskin bir ağrı saplanmıştı, yeniden dengesini kaybetmek üzereydi ve ter içindeydi. Son bir kez daha kendini doğrulttu, kollarıyla yüzünün terini sildi, silkindi ve ciğerlerine kütleli bir soluk çektikten sonra tırmanışını bitirdi. Gözleri sonraki katın zeminiyle tam buluşmuştu ki karşısında bunca zamandır zihnini tırmalayan yaratığı gördü. Sivri, üçgen kafası, çıplak kocaman kulakları, kemirmeye hazır dişleri ve içinde kim bilir hangi dolapları, sinsilikleri sakladığı fareye bakıyordu. Cem’in hareket etmeye gücü kalmamıştı. Onu basamakları tırmandıran hangi zihin kırıntısı veya iradesi vardıysa da o anda, o fareyi gördüğünde de çözülüp gitmişti. Her ne olacaksa genç adam kendisini kadere bırakmak üzereydi ama karşısındaki yaratık daha farklı davrandı, koridora doğru ilerledi.
Ölmeyi veya daha kötüsünü beklerken düşmanının kaçtığını gören Cem uğradığı şaşkınlıkla birlikte iyice ayıldı ve birden basamakları gerisinde bırakarak öne atıldı. Koridor şimdi pencerelerden ve kapılardan içeriye vuran ay ışığının sönüklüğüyle aydınlanıyordu ancak. İnsanın içindeki bütün güveni, cesareti ve istikrarı alıp giden bu loş ışık Cem’e sanki bildiği dünyadan bambaşka bir aleme kaçırıldığını düşündürttü. Bu olasılığın kafasında gerçekçi bir senaryo haline gelmesi de onu bir hayli korkuttu. Koridor da aşağı kat gibi hem küçük ve dar, hem de insanlara ait olamayacak kadar devasa görünüyordu, sanki bambaşka yaratıklara ev sahibi olması için yaratılmıştı.
Daha önce bu koridorları ilk kez gördüğünde başı sonsuz olduğunu düşündüğü imkansızlık yüzünden nasıl dönmüşse şu an da aynı durumu yaşıyordu ama tek bir fark vardı. Karanlığın örtüsü ve son yaşadığı deneyimlerinin üzerine bu varsayım somut kanıtlara dayanıyordu. Koridorun sonunda sadece karanlık vardı ve ne genç adamın gözleri, ne de içeriye vuran ay ışığı o derin siyahlığı yarabiliyordu. Karanlık aynı anda müthiş bir hızla hem Cem’e doğru uzanıyor, hem de koridor, duvarları katlana katlana uzayıp gidiyor gibiydi. Zavallının zihninde bir sürü olasılıksız koşullar birbirine giriyor ve sahip olduğu rasyonaliteyi paramparça ediyordu. Bastığı yere güvenemiyor ve gerçeklik algısını bit türlü yeniden kuramıyordu. 
Duvarlara yaslana yaslana ilerlemeyi denese de düşüyor mu düşmek üzere mi yoksa sadece bir yanılgı mı bunlara sebep oluyor, anlayamadığından korkup hareket etmeyi kesiyordu. Odaların kapıları, duvarların yanına konulan dolaplar, vazolar, asılan resimler, tablolar ve koridorun köşeleri, tavanı, zemini hepsi birbirine giriyordu. Cem bir tünelin içinde ilerlemeye çalışıyordu ama tünelin dışındaki kozmik bir varlık o yapıyı iki ucundan tutup bir oyun hamuruymuş gibi şekillendirip içindeki perişan insanla oynuyordu. Zaten bütün sağlığını ve sağlamlığını kaybetmiş bedeni bu zihinsel ve algısal karmaşa ile iyice çökünce Cem kusacak oldu, öğürdü ama midesinden bir şey çıkmadı. Zaten nereye eğildiğini anlamaya çalışınca da kendini yukarıya, tavana bakar bir halde buldu. İki adım geriye atıp kollarıyla gövdesini sararak her şeyin geçmesini beklese de bir işe yaramadı. Belki de tek çıkış insanın kendisini bu deliliğe bırakmasıdır diye düşündü genç çiftçi ve koridor sonsuz bir kuyuymuş da sonundaki karanlık kuyunun o dipsiz hiçliğiymişçesine kendini hiçbir şekilde ölçemeyeceği bir süre boyunca düşmek için tamamen bıraktı. Tabii bu sonuçsuz girişimden sonra sadece yere düşebildi, gözlerinin baktığı karanlık derinlik ona işkence etmeye devam ediyordu. Yere baktı, birkez daha ayağa kalkmaya çalıştı, her defasında daha fazla zorlanıyordu. Yine ciğerlerine hükmetmeye ve derin soluklar almaya çalıştı. Tam ellerinin arasına başını aldığında gözlerini yine düşmek istediği noktaya çevirmişti ki karanlık tünelin ucunda bir odaya doğru giren o karartıyı gördü ama onun kim olduğundan emindi. Merdivenlerden düşmeden önce boynuna hücum eden ölüm soğuğu beyazında soluk teni, sipsivri dişleri ve kapkara ile saçları olan o canavardı kesinlikle.
Koridor yeniden hiçliğine kavuştu ve Cem tek başına kaldı. Odasına gitmek istiyordu ama o karartı da hemen yan taraftaki odaya girmişti. Çiftçinin yeniden başı döndü ama bu sefer içinde bulunduğu ortamdan veya zayıf düşmesinden değil, yaşadığı sürreal baskı yüzündendi. Alnından boncuk boncuk kümeler halinde yeniden varolagelmişti ter. Bu soğuk ve karanlık evde iyice sıcak basmıştı. Alnını sildi, silkindi ve koridorun ortasında öylece dikildi. Hâla merdivenlerden çıktığı noktadaydı, giriş kapısının çevresindeki pencerelerden de hâla sönük soluk ay ışığı giriyor ve Cem’in tam arkasından vuruyordu. Bütün evdeki ışıklar bu talihsiz gencin etrafında toplanmış gibiydi çünkü bütün diğer her şey zaten karanlığa aitti. Gencin bir türlü aydınlatamadığı ve arkasında duran olayları anlayamadığı bir karanlıktı. 
Nereden geldiğini anlayamadığı bir fare Cem’in tam önünde beliriverdi ve koridorun karanlığına doğru ilerledi, ardından onu başka bir tanesi takip etti. Cem’in gözleri iki fareyi takip ederken iki üç oldu, üç dört. Merdivenlerden, arka tarafta duran evin diğer kanadından, koridorun içindeki odalardan bir sürü fare ortaya çıktı ve koridorun karanlığına doğru akmaya başladılar. İğrenç akıntı önce genç adamın ayakkabılarının etrafında dolanıyor, onu sarıyor, sonra yoluna devam ediyordu. Bir sürü kütlenin ayaklarının ve bacaklarının arasından sinsice hareket ederek geçmesi içini kaldırdı ama kaçacak bir yeri de yoktu, sadece bekledi. Kemirgenlerin nereden geldiğini görmek için bakışlarını arkaya çevirdiğinde bu sefer diğer kanata açılan koridorun sonunda yuvalanan dipsiz hiçliği gördü. Fareler oradan akıyordu ve ölçülemez kütleler halinde geliyorlardı. Cem’in başı yine döndü ve ne olduğunu anlayamadan dengesini kaybetti. Zemin bir duvara dönüştü, koridor da bir kuyuya. Yaslandığı duvarlar onun çevresinde yukarıya doğru akıp giderken o da farelerin akışı içinde sonsuz karanlığa doğru gömülüyordu.
 O sürünün, o güruhun arasında artık sonsuzluk boyunca düşerken o kadar fazla bir süre boyunca kalmıştı ki kendisi ile onlar arasındaki farkı anlayamaz hale gelmişti. O da bir sürüngen, bir kemirgen, bir böcek oluyordu. Çaresizce tırnaklarını duvarlara geçirmeye çalışıyor, pencereleri ve kapıları tırmalıyor, hiçbir umut göremeyince de büründüğü küçüklük karşısında gördüğü dehşet yüzünden ağlıyor, yardım dileniyor, ciyaklıyordu. Karanlık ve küf üstüne üstüne akın ediyordu, soydaşları, yoldaşları ile birlikte kozmik bir varlığın içine doğru düştüğünü hissetti ve bunun gerçekliğini kavradığında son bir çığlık daha attı çünkü içinde yok olduğu kara hiçliğe yeniden baktığı zaman gördü onu.
 Kurumuş kalmış damarları çıkmış ölüm beyazına kayan soluk ten, düştüğü siyahlığın her tarafına yayılan derin karanlık gözler, ucu koridorun başına ve sonuna kadar uzanan düz, kapkara saçlar, bir yırtıcı edasıyla avlayacağı yaratıklara bakarmış gibi çatılmış kaşlar ve koridoru bütünüyle yutan bitmek bilmez bir açlıkla sonuna kadar açılmış bir ağzın üst tarafından uzanan iki uzun sivri diş ile o ikisine asla doymayan iştahlarıyla eşlik eden diğer vahşice olanları. 
 İşte Cem o an attığı çığlıkla beraber ancak duyabildi diğer farelerin çığlıklarını, ciyaklamalarını. Hep birden ciyaklıyorlardı ve berbat, iğrenç, insana insan kavrayışının ötesinde bir işkence eden acı bir çığlık korosuydu bu. Artık insanlığını kaybedip böyle acınasıca bir şekilde çığlık atan, sürünen, kaçan, ciyaklayan, fısıldaşan, efendisine hizmet etmek üzere biçim almış bir köleye, bir fareye dönüşmüştü Cem.
 Sonra gözlerini açtı. Arabacı, hizmetçi ve evin Hanım’ı başında bekliyordu.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Karanlık Perde

Sırık Bölüm 1: Sarıbolu (Spooktober '24)

Sırık Bölüm 0 (Spooktober '24)