Sırık Bölüm 11: Düğün (Spooktober '24)
Evin kapısını bana açan kişinin yüzüne baktığımda bir kez daha kollarım ve bacaklarım titremeye başladı çünkü ölen ihtiyarın gözlerine bakıyordum. Karşımda duran bu imkansız varlıkla ilk kez bu kadar yakın bir karşılaşma yaşıyordum ve şaşkınlıkla korkudan hareket edemez hale gelmiştim. Ölü adamın sonuna kadar açık gözleri bana dikilmişken bana yardım mı etmek istiyor yoksa başka bir varlığın pençesinde daha farklı amaçlar mı taşıyor emin olamıyordum.
Beni kolumdan çekip arkamı döndüren bir el ile kendime gelip hareket edebildim, ama bu el kime aitti, yine görememiştim. İçerisi karanlıktı ve her kimse yine karanlığın içinde kaybolmuştu. Evde hiç kimse yoktu, yine yalnızdım, yine gerçeklikle kabusların arasındaki perdenin kalktığını hissediyordum. Üst kattan, Selçuklar’ın evinde birilerinin gezdiğine dair sesler duyuyordum ama kimse konuşmuyordu, bunca zamandır kimseyi de görmemiştim. Cama doğru yaklaşınca dışarıda uzakta ağaçların ve otların arasında, o karanlığın içinde yine o gözleri, kısa boylu karartıların pörtlek gözlerini görebiliyordum, hâla beni izliyorlardı, hâla bir açık vermemi bekliyorlardı ama neden evin içine giremediklerini hâla anlamıyordum. Bir ışık kaynağı ise uzakta ufuk çizgisinde sürekli bir var olup bir yok oluyordu. Bir noktada ortadan kayboldu ve bir daha orada görünmedi, bu beni daha tedirgin etti. Dışarıda bir yerde olduğunu bilseydim nerede olduğunu takip edebilecek ve ona göre tepki verebilecektim. Zaten savunmasızken kaçabilme şansım düşüyor, kaçacaksam da dibinde ne olduğunu bilmediğim bir kuyuya, bir bilinmezliğe atlayacakmışım gibi hissediyordum.
Dışarıdan gelen bu tehdit zihnimi oldukça meşgul ederken içeriden gelen garip sesleri ancak fark ettim. Büyük bir salondan girmiştim eve, salonun çıktığı koridorun diğer ucundan sesler geliyordu. Koridorun sonunda başka bir salon vardı, genelde özel günler için kullanılan misafir odasına benzer başka bir büyük oda. Oradan çok tuhaf, zihnimde binbir türlü farklı kaşıntı yaratan, kendi içinde bir düzeni olduğu belli ama bilinen harmoniden, ezgi bütünlüğünden olabildiğince uzak bir müzik sesi geliyordu. Davullar çalınıyordu ama her bir davul sanki gerçekliğin dokusunu titretiyor veya dinleyeni gerçekliğin ya bambaşka bir köşesine ya da bambaşka bir gerçekliğe atıyordu. Davula eşlik eden diğer telli çalgılar ortaya hoş notalarr çıkarmıyorlar, tam tersine birileri acı içinde monoton bir düzende inliyormuş gibi ses çıkarıyorlardı. Söylenen şarkıların sözleri ise kesinlikle anlaşılmazdı ama insan dünyasına aykırı, yabancı duygular yaratıyorlardu, ruhum hiç bilmediğim evrenlerden gelen çarpık anlamlar tarafından işgal ediliyor, içimde biriken bu garip bilinç zihnimin yapılarını söküp kendi dogmalarını, ezberlerini, yozlaşmış ve üretilmiş inançlarını bana entegre ediyordu. Beni kendimden söküyorlardı ve bu devam ettikçe bende geriye bir şey kalmayacaktı, o zaman bana ne olacaktı? Ruhum ve bilincim çözüldükçe içimden bambaşka bir ses yükselmeye, bambaşka bir irade ortaya çıkmaya başladı, kendi özgür kişiliğim en ince zerresine kadar öğütülüp bambaşka kalıpların içinde yeniden birleştiriliyordu.
Kapının altından sızan ışıkta ise hareket eden gölgeler görüyordum, odanın içindeki kalabalık bir grup dans edip duruyordu ama müziğin kendisi gibi bu dans da tamamen yabancı ve aykırı ritimlerle sürdürülüyor, zihnimin içindeki matematiği sindiriyor ve kendi garip, imkansız tutarlılık mekanizmalarını bana enjekte ediyorlardı. Yine de koridorda yavaş da olsa adım adım ilerliyordum. Tedirginlik içinde o kadar ağır ilerliyordum ki her birkaç adımımda başka bir şarkıya, başka bir dansa geçiyorlardı ama bir gölge var ki hep ortada kalıyor, hiç hareket etmiyordu. O gölgenin hep bana baktığını, kapının ardından beni görebildiğini hissetmiştim. Sırık orada mıydı? İçeri girebiliyor muydu? Ben adım attıkça ve şarkılar ilerledikçe ritim değişiyor, hızlanıyor, yoğunlaşıyordu. Gölgelerin dansı da giderek daha kaotik, daha hareketli ve imkansız bir düzen kazanıyordu. Bu düzeni izledikçe, şarkıları duydukça değiştiğimin farkındaydım ama nedense o gölgenin kapının ardından bana yönelttiği bakış koridorun karanlığında bir adım daha atmama neden oluyordu. Artık danstan mıdır, müzikten midir bilmiyorum ama beynimdeki hesaplar, kurallar, tutarlılık düzeni değiştikçe koridorun şekli de boyutu da değişiyor, çizgiler titreşim kıvrılıyor, ışık ile karanlık kendi arasında loşluğun tonlarında bambaşka renkleri bana tanıtıyor ve düşünebileceğim biçimlerin haddi hesabı olmuyordu. Koridorda yürüdükçe tuhaf bir özgüven kazanmaya başladım ama hiç hazır olmadığım bir evrene girmek üzere olduğumun gayet farkındaydım. Her nasılsa bilincimin bir kısmı sırığın tuzağına doğru yaklaştığımı, bir kısmı da bambaşka bir şeyin eşiğine geldiğimi söylüyordu. Kapıya dokunduğumda kendiliğinden açıldı ve ışıklar anında söndü, şarkılar ve danslar durdu. Odanın ortasında bu mahalleden tanıştığım, bir zamanlar hoşlandığım kız, ilk romantik bağım, duyduğum ilk aşk duruyordu. Odanın merkezinde ayakta bekliyordu, üstünde bir gelinlik vardı, doğrudan bana bakıyordu. Onun arkasında da odanın diğer kapısı vardı, evin sokağa açılan başka bir kapısı ve ışık şimdi o kapıdan geliyordu. İşte sırık oradaydı, bunu biliyordum. Evin dışında, kapının öte tarafında bana burada, odada tuzak kurmuştu. Şimdi karartı olarak sırığın arkasından vuran ışığın en önünde bekleyen bu kız da bana bakıyordu ama yüzünü seçemiyordum. Bu bir tuzaktı, başka türlüsü mümkün değildi. Geçmişimden bir parça koparılıp beni bu tuzağın içine çekmek için kullanılmıştı fakat bir şeyler yanlıştı. Bu bir tuzaksa ve geçmişimden gelen yankılar bir yemse üzerime kapanacak mekanizma neredeydi? Beni her yerde takip eden berbat karartının dışarında beklediğini biliyordum, ya inatla içeriye girmiyordu ya da içeriye kesinlikle giremiyordu. Başkalarını ve başka varlıkları kullanıyordu ama ulaşamadığı yerlerde, ya kurbanları ya uzantıları, otların arasından çıkan hortlak çocuklar, başka dünyacıl şeylere dönüşmüş tanıdık yüzler ve daha beni bekleyen binbir kapan.
Kapan işte o anda üzerime kapandı, bir ses olarak, bir inleme, bir meydan okuma olarak. Birisi çığırırcasına tersine bir ses çıkardı, ciğerlerine hava çeke çeke. Soluğum kesilecekmiş gibi oldu, uykuya mı dalmak üzereydim uyanmak mı üzereydim anlayamadım. Ama başka bir açıdan da çok tanıdık bir sesti, tanıdık bir mesajdı, bir tehditti bu ses. Bunca zamandır göremediğim, tanımadığım, sesini duymadığım ve varlığından bile emin olmadığım o diğer kişinin kelimeleriydi, bambaşka bir dilden, bambaşka bir dünyadan. Kapıdan bir adım geriye gittim. O sırada diğer kapıdan gelen ışık yoğunlaştı ve kızın gözlerinden ve ağzından gelen ışık odanın kalanını da aydınlattı. Aynı anda pek çok karartı şimdi odanın çevresinden kapıya, koridora doğru yaklaşıyordu. Ben geri geri kaçmaya devam ettim ama tam koşacağım sırada koridorun aldığı şekil değişdi, derin bir çukura döndü. Yerçekimi nereye doğruydu, hangi çizgiler üzerinden hangi köşeşelere düşüyordum bilmiyorum ama kapanın üzerime kapanmış olduğu belliydi, kaçış yoktu. Bağırmak istesem de bağıramadım, sesim o karanlık yoğunluğa, hiçliğe karışıp gitti, boğuldu. Ellerimi koyacak yüzey, duvar veya kapı bulamadım, sonsuza kadar düşecekmiş gibi, yere çakılsam da cehennemvari bir yere, o dibi görünmez dağların boyutsuz hiçliğe açılan köklerine düşecekmişim gibi hissediyordum. O sırada ışık bir kez daha kendini gösterdi, çukurun en tepesindeki açık kapının içinden müthiş bir ışık kaynağı ortaya çıktı ve onun önünde de uzun boylu, karanlık ince bir şekil kendini gösterdi. Kendini bu çukurdan beni çıkarabilecek bir kurtuluş yolu olarak sunuyordu ama ben sonsuz cehennemi seçtim.
Kafamda bu seçimi yapar yapmaz kendimi ve ilk girdiğim salona doğru koridorun asıl kapısında geriye doğru düşerken buldum. Koridorun diğer tarafındaki kapı hâla açıktı, evin sokağa açılan öte tarafındaki kapıdan hâla o tekinsiz varlığın ışığı geliyordu ve hâla o kız o ışığın önünde duruyor, koridorun boşluğundan bana bakıyordu, sonra onun önüne diğer karartı geldi, beni tehdit eden ve kapanı üzerime kapatan tehlikeli yabancı varlık ve koridorun kapısını kapattı.
Artık salonda tek başıma duruyordum, eve ilk girdiğim salondu burası, televizyonun bulunduğu salon, sırığı ilk kez gördüğüm o korku filminin olduğu, beyaz ışıkla ve onun önünde ortaya çıkan karartıyla ilk kez tanıştığım salon. Şu an kapkaranlıktı, televizyon çalışmıyordu, her yere mutlak bir sessizlik hakimdi. Camlardan dışarı baktım, tarlanın içinde kimseyi göremiyordum ama otlar oynuyordu, birileri orada hareket halindeydi. Ufuk çizgisinde hareket eden ışıklar yoktu, tekinsiz varlık başka bir plan yapıyor, başka bir kapan kuruyordu. Üzerime salmak üzere başka bir varlık arıyordu. Odadaki dolaplardan birisini salonun dış kapısına, birini de var gücümle koridorun kapısına sürükleyerek kendimi en azından bu iki yöne doğru güvenceye aldım fakat dolapların açtığı boşlukta başka bir kapı daha gördüm. Çok tanıdık bir yere açılan bir kapıydı bu. Üç evin merkezinde bulunan bir boşluktu, buraya bakan başka kapı ve pencereler vardı, ortasında betondan bir kütle duruyor ve çevresinde de ince bir toprak tabaka bulunuyordu. Boşluğun üst kısmında herhangi bir tavan veya engel bulunmadığı için sırığın buraya gelip gelemediğini tahmin edemiyordum ama mezar dediğimiz kısım burası olmalıydı. Şu an bulunduğum kapının tam karşısına bakınca hiç beklemediğim ama orada olduğuna şaşırmadığım bir yer ile karşılaştım. Karşıdaki kapı Tosunlar’ın evinin içindeki bir odaydı, kaybettiğimiz kuzenim Deniz’in odasıydı. Kapıya bir süre içimde biraz olsun kalan hüzün zerreleriyle bakakalsam da odanın karanlığı içinde zar zor seçebildiğim o tanıdık yüz ile kendime geldim ve yine bir kabusun içinde olduğumu anladım çünkü bu onun yüzüydu, karanlığın içinde çıkıp gözlerini bana dikmişti, pörtlek, sonuna kadar açık gözlerini, tıpkı merhum ihtiyar gibi, tıpkı sırığın ardından benim düşlerime ve kabuslarıma dadanan o çocuklar gibi, tıpkı üst katta beni sürekli izleyen ve kovamaya çalışan garip yabancı gibi. Bütün bu varlıklar bu mahallenin doğurduğu bir şey miydi yoksa burasının tekinsizliği mi bu varlıklar tarafından doğurulmuştu? Çok düşünmeme fırsat kalmadan ölü kuzenimin ve arkadaşımın yüzü geri karanlığın içine çekildi.
Yorumlar
Yorum Gönder