Sırık Bölüm 14: Bahçe (Spooktober '24)
Karanlığın içinde kaybolduğu gibi ben de kendimi dışarıya attım ama bunu yapmamalıydım, bunu yapmamam gerektiğini hatırlıyordum fakat bunu nasıl hatırlıyordum? Evin önü küçük bir bahçeyle çevrilmişti. Ev arazisine ilk girdiğimde gördüğüm yer değildi burası, keyfi bir yerdi. Kayalardan oluşmuş bel hizasına kadar inşa edilen bir duvarla çevrelenmişti. Evin içinde gelen azıcık ışık kaynağının ancak aydınlatabildiği bir yerdi. Duvardan sonrasında ışık yoktu, hiçbir şey yoktu. Uzay kadar karanlık ve boştu. Çok gergindim ama burada onunla karşılaşmayacağıma emindim ama neyle karşılaşmaktan korktuğumu da bilmiyordum. Burada ise bambaşka birşey vardı. Köyün gecesine karışan, düşündüğüm zaman bilişsel dünyamdaki bir güdünün bana anında unutturduğu bir şey.
Karanlığın içine doğru bir adım attım, sonra durdum. Anılarım isyan ediyordu, beni uyarıyorlardı, belki de tehdit ediyorlardı. Bir iki adım daha atıp bilinmezler denizinin içine dalınca belki bu duygular da geçecekti. Kendimce aptal bir iyimserlik benimsemeye çalışıyordum, bir cahillik. Yine de ikinci adım gelmemişti, ayağımı oynatamıyordum. Bir iki metre ilerlersem bahçeden ve o loş ışığın içinden çıkacak, güvenli ortamımı geride bırakacaktım. Rüzgar esmiyordu, gece sessizdi. Kapıdan koşarak evin içine geri girmek, gördüklerimi unutup bir an önce uyumak istiyordum. Bunu yapabileceğime kendimi ikna etmeye çalışsam da dışarıda bir şeyin olduğunu bile bile nasıl gözlerimi kapatabiirdim? Nasıl bilinç dünyamı terk edip uyku diyarına gidebilirdim?
Eve dönmeye karar verince başımı arkaya çevirmiştim ki kapıdan biraz daha uzaklaştığımı görür görmez bakışlarımı ayaklarıma döndürdüm. Bir adım daha atmıştım ve şimdi evin ön kısmını çevreleyen küçük ve dar bahçenin kapısına gelmiştim. Işığın ve karanlığın eşiğindeydim. Kayalardan yapılan duvarın kapısında duruyordum. Ne zaman ilerlemeye, gecenin kalanına karışmaya karar vermiştim? Ne zaman ayaklarım harekete geçmişti? Gözlerimi kapatmadan derin derin nefes alıp sakinleşmeye çalıştım. Ellerimi taş duvarların üzerine koydum. Vücudumun benden habersiz başka bir adım atmasını istemiyordum. Kontrol bana ait olmalıydı, bunu kaybedemezdim ama ellerim titriyor ve midem bulanıyordu. Titreyen ellerimi birbiriyle buluşturdum ve parmaklarımı sıkıca tuttum, bunun bir şeyi çözeceğini sanarak.
Arkamdan vuran loş ışık da sönünce başımı geriye çevirdim. Kapkaranlıktı. Cam duvarlardan o gece kadar kara evin içine bakmaya çalışıyor ama hiçbir şey göremiyordum. Hiçbir şey göremiyor ama bir şeyler duyuyordum. Aynı aykırı ritim, aynı çarpık çalgılar, aynı lanet şarkı sözleri. Hiçbirini anlamıyordum ama hiçbiri de yabancı gelmiyordu. Şarkıyla, müzikle, ritimle birlikte mide bulantım da şiddetlenmeye devam ediyordu. O karanlığın içinde dans eden birileri var mıydı? O kapkara pencerelerin ardında benimle dalga geçercesine bir oraya bir buraya dönen, başka bir evrene aitmişçisene hareketler yapan birileri, bir şeyler var mıydı? İçeridekilere ne olmuştu?
Bu kaygıyla birbirine kavuşturduğum ellerimi geriye attım ama artık duvarlar orada değillerdi. Evden ne kadar uzaklaşmıştım? Mesafeyi göremiyordum, nerede olduğumu çıkaramıyordum. Yeniden ayaklarıma baktım ama üstünde durduğum zemini de seçemiyordum. Bahçenin ötesindeki toprak zemine geçtiğimi anlamak için ayaklarımı oynatmak istiyordum ama bir adım daha atıp biraz daha uzaklaşacağımdan korkuyordum. Gerçi eve dönmek de dış dünyanın dipsiz karanlığına dalmak kadar korkutuyordu beni artık. Bu zavallı düşünceyle birlikte ayağımı yerde sürüyünce gerçekten de bahçeden çıkmış olduğumu ve arabanın park etmiş olması gereken araziye geçtiğimi anladım. Ben mi kontrolsüzce hareket ediyordum yoksa çevremdeki uzay mı beni delirtmek için bunca çabayı sarf ediyordu?
Artık sol tarafımda depo olarak kullanılan harap bina, sağ tarafımda da ürünlerin yetiştiği geniş bahçe ve onun yanına kurulan ahır vardı. Belki gözlerim karanlığa alışır ve mekan algım biraz daha açık bir hale gelir diye bir süre bekledim. Gerçekten de azıcık görüş kazanmıştım ama sanki karanlığın kendisi somut bir biçim kazanmış ve ışıktan veya ışıksızlıktan bağımsız bir kavram haline gelmişti. Karanlıktan korktuğum kadar ışıktan korkuyor, ışıktan korktuğum kadar karanlıktan korkuyordum. Bu iki kavram, sürekli birbiriyle çarpışan doğa güçleri olmayı bırakmış ve artık hangi sebeptense bana dadanan bambaşka bir varlığın elindeki oyuncaklar haline gelmişti.
Sol tarafımda duran küçük harap yapının için hem çok kalabalık hem de fazla boştu. İçeriye doldurulan aletler, araçlar, yemler çok fazla yer kaplıyordu ama bunların arasındaki boşluğa oturan gece ise engin, sonu gelmez bir hiçlik gibi görünüyordu. Suyun altından yüzeydeki avını sabırlı bir şekilde bekleyen hiç kapanmayan, kırpmayan ardına kadar açık gözlerini hedefine dikmiş bir yırtıcı vardı orada. Beni izliyordu. Onunla göz göze gelmiştik. Ne olduğunu bilmiyordum, neye benzediğini zaten göremiyordum ama orada olduğunu biliyordum. Eğer hareket edersem o da harekete geçirecek, suyun içinden fırlayacak ve bana saldıracaktı. Ben gergin gergin orada öylece avlanmayı beklerken o karanlığın içinden o kız çıktı. Önce Veysiler’de, tarlanın içindeki otlar arasında dolanırken gördüğüm, sonra da bu gece pencerenin dışında gördüğüm o kız. Bana hiç aldırış etmeden, rahatsız edici bir ağırlıkla, bir hipnoz alltındaymış gibi yapının içinden çıktı, yavaş yavaş toprak arazi üzerinden yürüdü ve harap yapının karşısında, arazinin diğer tarafında yer alan bahçeye doğru geçip benden uzaklaştı ve gözlerim onu kaybetti.
O sinsi ve durgun suların içinde avını sabırlıca bekleyen bir yırtıcı olmadığını ama aynı sabırla oltasını suyun içine atıp avının yemi yutmasını uman bir balıkçı olduğunu görünce ben de yemi yutmaya davrandım. Eve çöken karanlık, o karanlığın içinde dans eden tehditler ve de harap yapının üzerimde yarattığı duygulardan sonra bir insanın peşinden gitmek o kadar da kötü gelmiyordu. Yine de bunun da bir tuzak olduğunu biliyor, kötülerin arasından sağ kalma şansımın en azından var olabileceği bir tanesini seçiyordum. Ayaklarımı durdukları yerden kaldırıp bahçeye doğru ilerledim. Bazen düzgün adımlar atabiliyordum, bazen sadece ayaklarımı yerde sürüyor bazen de açıkça seçemediğim taşlara, çukurlara takılıp düşeyazıyordum. Rüzgar ersmiyordu, gece sessizdi ve bu gecenin içine girdikçe bu sessizlik de büyüyüp beni daha çok tedirgin ediyordu. Bu sessizlikle, bu tedirginlikle, düşe düşe geldim bahçeye.
Bahçenin kendisi gayet doğal görünüyordu, ev halkının her gün tüketeceği türlü türlü sebze, küçük, mütevazı bir evin kurulabileceği kadar geniş bir tarlada yetişiyordu ama bahçenin hemen yanındaki, evin olduğu tarafa kurulan kerpiçten yapılmış başka bir depo vardı ve orayı görür görmez tüylerim diken diken olmuştu. İçine herhangi bir aracın girebileceği bir yer değildi burası çünkü küçücük bir kapısı ve ancak kafamı içeriye uzatabileceğim boyutta pencereleri vardı. İster istemez oraya yaklaştım. Kapıdan girmeyecektim çünkü hangi şartlar altında olursa olsun herhangi bir zamanda oranın bir pir parçası olmak, o küçük uzayın içinde bulunmak istemiyordum. Sezgilerim eğer içeri girersem bunun çok kötü sonuçları olacağını söylüyordu. Her hareketimle rahatsız edip durduğum bu mutlak sessizlik ve görüşümü epey engelleyen bu canlı karanlığın ortasında ancak sezgilerime güvenebilirdim.
Küçük pencerelerden birine yaklaşıp içeriyi göz atmak istedim fakat pencereler duvarın iyice üst taraflarında kalıyordu. Gözlerim sadece duvarları ve diğer pencereleri görüyor ve içeride nelerin depolandığını bir türlü anlamıyordum. Duvara biraz daha yaslanıp bir ayağımı oradaki oyuğa koyup yükselince kafamı ancak getirebildim pencere hizasına. Artık dengesiz bir şekilde göz ucuyla görebiliyordum içeriyi dolduran çuvalları. Büyük çuvallardı bunar, birbiri ardına sıralanmışlardı onlarcası. Vücudumu zorlayarak zar zor o konumda kalıp biraz daha inceledim. Gübre veya yem çuvalları gibi durmuyorlardı, daha bütün nesneleri taşıyor olmalıydılar. Bu nesneler neredeyse her çuvalda en az birkaç çıkıntı yapıyordu ama ne olduklarını çözemiyor veya çözmeye yaklaşıp tanımlamaya çalışıp anında bundan vazgeçiyordum. Vücudumu iyice zorlayarak bu çuvalları incelerken göz ucumla kapının açık durduğunu gördüm. Ben bahçeden buraya bakarken de açık mıydı? İçerinin karanlığından mı anlayamamıştım kapının açık olduğunu? Ama şu an deponun içini seçebiliyordum, yeterince ışık vardı. Kapının açık olduğunu anlayabilirdim. O sırada çuvalların arasından bir ses geldi ve çuvallardan bir iki tanesi oynar gibi oldu. Bakışlarım oraya kayar kaymaz hareket kesildi. Haşereler olabilirdi, belki de ahırdan hayvanlar kaçmıştı. Birden içeriye giren şık kesildi ve göz ucuyla kapıda hareket eden bir şekli görür gibi oldum ama o heyecanla o ana kadar zor tutabildiğim dengemi de kaybedip yere düştüm.
Kendime gelir gelmez dikkatli, ağır ama merağın da etkisiyle giderek hızlanan adımlarla deponun diğer tarafına geçip duvarın arkasından göz ucuyla kapının olduğu yere baktım. Kapı açıktı, yerde ayak izleri vardı ama çevrede kimse yoktu. Şimdi ise evin önündeki bahçenin, bahçeyi çevreleyen taş duvarların yakınındaydım. Depo ile evin arasına gelmiştim. İçerisi hâla karanlıktı fakat kulağıma gelen bir ses yoktu. Evde şarkı söyleyip dans edenler her kimse artık orada değillerdi. Daha da tedirgin oldum. İçeri girsem diye düşündüm ama belki bu da bir tuzaktır deyip uzak durdum. Bu sefer de bu şeylerin dışarıya çıkmış olma ihtimali aklıma geliyordu. Bir tuzaktan kaçıp bir diğerine sığınacaktım. Kabustan kabusa atlıyor, bir ölümden birdiğerine kaçıyordum.
Yeniden bahçeye döndüm ama ne o kızdan ne de deponun kapısının önünden geçen karartıdan bir iz vardı fakat ahırdan hayvan sesleri geliyordu. Hayvanlar rahatsız olmuşlar, hareketlenmişlerdi. O tarafa yöneldim. Kimi, neyi bulacağımı bilmiyordum ama zihnim beni bir bulmacanın son parçasını çaresizce arar gibi bir cevabın peşinden koşturmam için zorluyordu.
Ahırın kapısına geldiğimde hayvanlar sakinleşmişti ve bir şeyin etrafına toplanmışlar ve ona odaklanmışlardı. Depoya gelen her kimse oradan bir yem çuvalı alıp hayvanları beslemiş olmalıydı. Ahırı çevreleyen tellere biraz daha yaklaşınca içerideki birkaç kuzu bu tarafa yöneltti bakışlarını. Ahıra getirilen yemi çiğniyorlardı. Bir süre tellere dayanmış bir halde onları izlediysem de bakışlarından rahatsız olup biraz geri çekilince onlar da ziyafetlerine döndüler.
Pencerede kızın yüzünü karanlıkta gördüğümden beridir ne kadar zaman geçmiştir bilmiyorum ama bana saatler gibi gelmişti. Gece boyunca süren endişe ve bulanıklık dolubu çarpık macerayı sonlandırmak için birdiğer tuzak olduğunu bildiğim eve dönecektim ki hemen yanımda duran boş çuvalı ve de o kuzuların arasında duran ve uzaktan zor seçebildiğim küçük ayakkabıları fark ettim. Ayakkabılar yenmiş haldeydi.
Karanlığın içine doğru bir adım attım, sonra durdum. Anılarım isyan ediyordu, beni uyarıyorlardı, belki de tehdit ediyorlardı. Bir iki adım daha atıp bilinmezler denizinin içine dalınca belki bu duygular da geçecekti. Kendimce aptal bir iyimserlik benimsemeye çalışıyordum, bir cahillik. Yine de ikinci adım gelmemişti, ayağımı oynatamıyordum. Bir iki metre ilerlersem bahçeden ve o loş ışığın içinden çıkacak, güvenli ortamımı geride bırakacaktım. Rüzgar esmiyordu, gece sessizdi. Kapıdan koşarak evin içine geri girmek, gördüklerimi unutup bir an önce uyumak istiyordum. Bunu yapabileceğime kendimi ikna etmeye çalışsam da dışarıda bir şeyin olduğunu bile bile nasıl gözlerimi kapatabiirdim? Nasıl bilinç dünyamı terk edip uyku diyarına gidebilirdim?
Eve dönmeye karar verince başımı arkaya çevirmiştim ki kapıdan biraz daha uzaklaştığımı görür görmez bakışlarımı ayaklarıma döndürdüm. Bir adım daha atmıştım ve şimdi evin ön kısmını çevreleyen küçük ve dar bahçenin kapısına gelmiştim. Işığın ve karanlığın eşiğindeydim. Kayalardan yapılan duvarın kapısında duruyordum. Ne zaman ilerlemeye, gecenin kalanına karışmaya karar vermiştim? Ne zaman ayaklarım harekete geçmişti? Gözlerimi kapatmadan derin derin nefes alıp sakinleşmeye çalıştım. Ellerimi taş duvarların üzerine koydum. Vücudumun benden habersiz başka bir adım atmasını istemiyordum. Kontrol bana ait olmalıydı, bunu kaybedemezdim ama ellerim titriyor ve midem bulanıyordu. Titreyen ellerimi birbiriyle buluşturdum ve parmaklarımı sıkıca tuttum, bunun bir şeyi çözeceğini sanarak.
Arkamdan vuran loş ışık da sönünce başımı geriye çevirdim. Kapkaranlıktı. Cam duvarlardan o gece kadar kara evin içine bakmaya çalışıyor ama hiçbir şey göremiyordum. Hiçbir şey göremiyor ama bir şeyler duyuyordum. Aynı aykırı ritim, aynı çarpık çalgılar, aynı lanet şarkı sözleri. Hiçbirini anlamıyordum ama hiçbiri de yabancı gelmiyordu. Şarkıyla, müzikle, ritimle birlikte mide bulantım da şiddetlenmeye devam ediyordu. O karanlığın içinde dans eden birileri var mıydı? O kapkara pencerelerin ardında benimle dalga geçercesine bir oraya bir buraya dönen, başka bir evrene aitmişçisene hareketler yapan birileri, bir şeyler var mıydı? İçeridekilere ne olmuştu?
Bu kaygıyla birbirine kavuşturduğum ellerimi geriye attım ama artık duvarlar orada değillerdi. Evden ne kadar uzaklaşmıştım? Mesafeyi göremiyordum, nerede olduğumu çıkaramıyordum. Yeniden ayaklarıma baktım ama üstünde durduğum zemini de seçemiyordum. Bahçenin ötesindeki toprak zemine geçtiğimi anlamak için ayaklarımı oynatmak istiyordum ama bir adım daha atıp biraz daha uzaklaşacağımdan korkuyordum. Gerçi eve dönmek de dış dünyanın dipsiz karanlığına dalmak kadar korkutuyordu beni artık. Bu zavallı düşünceyle birlikte ayağımı yerde sürüyünce gerçekten de bahçeden çıkmış olduğumu ve arabanın park etmiş olması gereken araziye geçtiğimi anladım. Ben mi kontrolsüzce hareket ediyordum yoksa çevremdeki uzay mı beni delirtmek için bunca çabayı sarf ediyordu?
Artık sol tarafımda depo olarak kullanılan harap bina, sağ tarafımda da ürünlerin yetiştiği geniş bahçe ve onun yanına kurulan ahır vardı. Belki gözlerim karanlığa alışır ve mekan algım biraz daha açık bir hale gelir diye bir süre bekledim. Gerçekten de azıcık görüş kazanmıştım ama sanki karanlığın kendisi somut bir biçim kazanmış ve ışıktan veya ışıksızlıktan bağımsız bir kavram haline gelmişti. Karanlıktan korktuğum kadar ışıktan korkuyor, ışıktan korktuğum kadar karanlıktan korkuyordum. Bu iki kavram, sürekli birbiriyle çarpışan doğa güçleri olmayı bırakmış ve artık hangi sebeptense bana dadanan bambaşka bir varlığın elindeki oyuncaklar haline gelmişti.
Sol tarafımda duran küçük harap yapının için hem çok kalabalık hem de fazla boştu. İçeriye doldurulan aletler, araçlar, yemler çok fazla yer kaplıyordu ama bunların arasındaki boşluğa oturan gece ise engin, sonu gelmez bir hiçlik gibi görünüyordu. Suyun altından yüzeydeki avını sabırlı bir şekilde bekleyen hiç kapanmayan, kırpmayan ardına kadar açık gözlerini hedefine dikmiş bir yırtıcı vardı orada. Beni izliyordu. Onunla göz göze gelmiştik. Ne olduğunu bilmiyordum, neye benzediğini zaten göremiyordum ama orada olduğunu biliyordum. Eğer hareket edersem o da harekete geçirecek, suyun içinden fırlayacak ve bana saldıracaktı. Ben gergin gergin orada öylece avlanmayı beklerken o karanlığın içinden o kız çıktı. Önce Veysiler’de, tarlanın içindeki otlar arasında dolanırken gördüğüm, sonra da bu gece pencerenin dışında gördüğüm o kız. Bana hiç aldırış etmeden, rahatsız edici bir ağırlıkla, bir hipnoz alltındaymış gibi yapının içinden çıktı, yavaş yavaş toprak arazi üzerinden yürüdü ve harap yapının karşısında, arazinin diğer tarafında yer alan bahçeye doğru geçip benden uzaklaştı ve gözlerim onu kaybetti.
O sinsi ve durgun suların içinde avını sabırlıca bekleyen bir yırtıcı olmadığını ama aynı sabırla oltasını suyun içine atıp avının yemi yutmasını uman bir balıkçı olduğunu görünce ben de yemi yutmaya davrandım. Eve çöken karanlık, o karanlığın içinde dans eden tehditler ve de harap yapının üzerimde yarattığı duygulardan sonra bir insanın peşinden gitmek o kadar da kötü gelmiyordu. Yine de bunun da bir tuzak olduğunu biliyor, kötülerin arasından sağ kalma şansımın en azından var olabileceği bir tanesini seçiyordum. Ayaklarımı durdukları yerden kaldırıp bahçeye doğru ilerledim. Bazen düzgün adımlar atabiliyordum, bazen sadece ayaklarımı yerde sürüyor bazen de açıkça seçemediğim taşlara, çukurlara takılıp düşeyazıyordum. Rüzgar ersmiyordu, gece sessizdi ve bu gecenin içine girdikçe bu sessizlik de büyüyüp beni daha çok tedirgin ediyordu. Bu sessizlikle, bu tedirginlikle, düşe düşe geldim bahçeye.
Bahçenin kendisi gayet doğal görünüyordu, ev halkının her gün tüketeceği türlü türlü sebze, küçük, mütevazı bir evin kurulabileceği kadar geniş bir tarlada yetişiyordu ama bahçenin hemen yanındaki, evin olduğu tarafa kurulan kerpiçten yapılmış başka bir depo vardı ve orayı görür görmez tüylerim diken diken olmuştu. İçine herhangi bir aracın girebileceği bir yer değildi burası çünkü küçücük bir kapısı ve ancak kafamı içeriye uzatabileceğim boyutta pencereleri vardı. İster istemez oraya yaklaştım. Kapıdan girmeyecektim çünkü hangi şartlar altında olursa olsun herhangi bir zamanda oranın bir pir parçası olmak, o küçük uzayın içinde bulunmak istemiyordum. Sezgilerim eğer içeri girersem bunun çok kötü sonuçları olacağını söylüyordu. Her hareketimle rahatsız edip durduğum bu mutlak sessizlik ve görüşümü epey engelleyen bu canlı karanlığın ortasında ancak sezgilerime güvenebilirdim.
Küçük pencerelerden birine yaklaşıp içeriyi göz atmak istedim fakat pencereler duvarın iyice üst taraflarında kalıyordu. Gözlerim sadece duvarları ve diğer pencereleri görüyor ve içeride nelerin depolandığını bir türlü anlamıyordum. Duvara biraz daha yaslanıp bir ayağımı oradaki oyuğa koyup yükselince kafamı ancak getirebildim pencere hizasına. Artık dengesiz bir şekilde göz ucuyla görebiliyordum içeriyi dolduran çuvalları. Büyük çuvallardı bunar, birbiri ardına sıralanmışlardı onlarcası. Vücudumu zorlayarak zar zor o konumda kalıp biraz daha inceledim. Gübre veya yem çuvalları gibi durmuyorlardı, daha bütün nesneleri taşıyor olmalıydılar. Bu nesneler neredeyse her çuvalda en az birkaç çıkıntı yapıyordu ama ne olduklarını çözemiyor veya çözmeye yaklaşıp tanımlamaya çalışıp anında bundan vazgeçiyordum. Vücudumu iyice zorlayarak bu çuvalları incelerken göz ucumla kapının açık durduğunu gördüm. Ben bahçeden buraya bakarken de açık mıydı? İçerinin karanlığından mı anlayamamıştım kapının açık olduğunu? Ama şu an deponun içini seçebiliyordum, yeterince ışık vardı. Kapının açık olduğunu anlayabilirdim. O sırada çuvalların arasından bir ses geldi ve çuvallardan bir iki tanesi oynar gibi oldu. Bakışlarım oraya kayar kaymaz hareket kesildi. Haşereler olabilirdi, belki de ahırdan hayvanlar kaçmıştı. Birden içeriye giren şık kesildi ve göz ucuyla kapıda hareket eden bir şekli görür gibi oldum ama o heyecanla o ana kadar zor tutabildiğim dengemi de kaybedip yere düştüm.
Kendime gelir gelmez dikkatli, ağır ama merağın da etkisiyle giderek hızlanan adımlarla deponun diğer tarafına geçip duvarın arkasından göz ucuyla kapının olduğu yere baktım. Kapı açıktı, yerde ayak izleri vardı ama çevrede kimse yoktu. Şimdi ise evin önündeki bahçenin, bahçeyi çevreleyen taş duvarların yakınındaydım. Depo ile evin arasına gelmiştim. İçerisi hâla karanlıktı fakat kulağıma gelen bir ses yoktu. Evde şarkı söyleyip dans edenler her kimse artık orada değillerdi. Daha da tedirgin oldum. İçeri girsem diye düşündüm ama belki bu da bir tuzaktır deyip uzak durdum. Bu sefer de bu şeylerin dışarıya çıkmış olma ihtimali aklıma geliyordu. Bir tuzaktan kaçıp bir diğerine sığınacaktım. Kabustan kabusa atlıyor, bir ölümden birdiğerine kaçıyordum.
Yeniden bahçeye döndüm ama ne o kızdan ne de deponun kapısının önünden geçen karartıdan bir iz vardı fakat ahırdan hayvan sesleri geliyordu. Hayvanlar rahatsız olmuşlar, hareketlenmişlerdi. O tarafa yöneldim. Kimi, neyi bulacağımı bilmiyordum ama zihnim beni bir bulmacanın son parçasını çaresizce arar gibi bir cevabın peşinden koşturmam için zorluyordu.
Ahırın kapısına geldiğimde hayvanlar sakinleşmişti ve bir şeyin etrafına toplanmışlar ve ona odaklanmışlardı. Depoya gelen her kimse oradan bir yem çuvalı alıp hayvanları beslemiş olmalıydı. Ahırı çevreleyen tellere biraz daha yaklaşınca içerideki birkaç kuzu bu tarafa yöneltti bakışlarını. Ahıra getirilen yemi çiğniyorlardı. Bir süre tellere dayanmış bir halde onları izlediysem de bakışlarından rahatsız olup biraz geri çekilince onlar da ziyafetlerine döndüler.
Pencerede kızın yüzünü karanlıkta gördüğümden beridir ne kadar zaman geçmiştir bilmiyorum ama bana saatler gibi gelmişti. Gece boyunca süren endişe ve bulanıklık dolubu çarpık macerayı sonlandırmak için birdiğer tuzak olduğunu bildiğim eve dönecektim ki hemen yanımda duran boş çuvalı ve de o kuzuların arasında duran ve uzaktan zor seçebildiğim küçük ayakkabıları fark ettim. Ayakkabılar yenmiş haldeydi.
Yorumlar
Yorum Gönder