Sırık Bölüm 7: İhtiyar (Spooktober '24)
Hayatım boyunca tuttuğum ilk yas beni okul çağıma kadar yetiştiren Körmesler ailesinin baba figürü olan bir ihtiyarın ölümüyle oldu. Epey yaşlıca bir aile olduğundan ve ailenin çocukları da evden ayrıldığından oradaki yaşlı teyzem ve eniştem bakmıştı bana ailem işteyken. Onlar da görece muhafazakar insanlardı ve cahil de sayılırdılar. Mahalle halkından kişilerle akraba olanlar arasında yine ilk onlar vardı. Ailenin iki kızını gelin olarak vermişlerdi. Akrabalık bağları kurulan dış ailelerden bir tanesi bu üç evin güney batısında kalan bir komşu kısmıydı. Evin hemen güneyinde, toprak yolun dibindeki geniş tarlalık alanı işleyen, geçimini bunun üzerinden yapan bir aileydi bu. Bizimkilere kıyasla epey muhafazakar bir aileydi. Ailenin annesi bağnazlığı ile tanınırken ailenin babası da bayağı sorunlu bir tipti, millete dengesizliğiyle sıkıntılar çıkarır dururdu. Ailenin annesinin erkek kardeşiyle evlenmişti kuzenim. O ailenin de iki kızı vardı, bir tanesi Selçuklar’ın kızlarıyla yaşıt birisiydi, diğeri de benim yaşıtımdı. Hayatımdaki ilk romantik bağı bu kız ile kurmuştum ama aramızdaki duygusal durum yıllar boyunca gitgelli bir halde devam etmişti. Çocukluk aşkı diyebileceğimiz bir şeydi ama mahalle halkından ve de özellikle kızın ailesinden oldukça çekindiğimden uzun bir süre doğru düzgün bir iletişim, bir ilişki kuramamıştık. Bu ailenin bir diğer komşusu da benim ailemin iş ahbaplarından birisi olduğundan ve de bu kız ve kardeşinin üst kattaki kuzenlerimle arkadaşlık kurmalarından aslında arada epey insan da vardı ve bu romantik durum sık sık gündeme gelip duruyordu. Zaman zaman o çekiniyordu, zaman zaman ben çekiniyordum. Çocukluğumun erken dönemi de Körmesler’in evinde geçtiğinden birbirimizi görme veya birbirimize denk gelme durumlarını da sık sık yaşıyorduk. Tabii ki çocuk halimle ne yapacağını bilmediğimden böyle anlarda genelde hiçbir yere varmadan sessizlik içinde ayrılıyordum.
Çocukluk zamanlarından sonra erken gençlik dönemlerinde asıl duygusal bağlar varolageldi. Mesajlaşmalar, tanıdıklar üzerinden haberleşmeler, elçiler, dolaylı imalar derken bir gün kendimi bir gençlik ilişkisi içerisinde buldum fakat hayatımdaki başka her şey gibi bu da karışık bir durumdu çünkü arada başka birisi de vardı. Kızdan hoşlanan bir yabancı, hiç tanımadığım görmediğim birisi. Sürekli gelen tehditler, garip mektuplar mesajlar hep gündemimdeydi. Bunları hiçbir zaman ciddiye almıyordum çünkü zamanında aileme yetiştirdiğim korkuların ve endişelerin herhangi bir cevap almamasından ben de bu duruma alışmıştım. Bu çocuğun kendisini hiç görmemiş sesini de hiç duymamıştım. Gerçekte onun var olduğunu kanıtlayan hiçbir işaret yoktu benim için. Zaten bu ilişki boyunca ailem de kızı kötüleyip duruyordu, her ne kadar bunun sebebini anlamamış olsam da, en azından o zaman için. Bu olayın nedenlerini ve de öyle bir bağın neden sürdürülemeyeceğini çok sonradan anlayacaktım.
İhtiyar Körmes ben çocukluk vaktimi geçip artık ülke dışına çıkmaya hazırlanana kadar iyice yaşlanmış ve de hastalanmıştı. İlginç bir vaka ortaya koyuyordu. Çoğu zaman bırakın ayakta durmayı, bırakın konuşmayı, gözlerini açacak takati yoktu. Ama öyle anlar geliyordu ki adamı bütün gençliğinin kuvvetini yeniden kazanmış bir şekilde koca taş kütlelerini hiç nefes harcamadan kaldırıp başka başka yerlere taşırken görüyorduk. Bir bakıyorduk tarla sera işlemek üzere bizim evin oraya geliyordu, Körmesler’in tarlaları ve seraları bizim eve komşu arazilerdeydi tabii onlar da şu an hep harap halde. Ölüm döşeğindeyken birden bu gücü enerjiyi kazanması bir hayli olmadık bir durumdu. Ertesi gün ise uyanmıyor, hasta haliyle zar zor nefes alarak yatağında öylece duruyordu.
Gün geldi ve adam nihayet hastaneye kaldırıldı. Makineler ve personelin sürekli bakımı olmadan yaşamaya devam etmesi mümkün değildi, zaten yaşamaya uzun bir süre devam etmesi de pek olası gözükmüyordu. Yine de orada hayatının kalan kısmını da görece daha rahat ve sağlıklı bir halde acı çekmeden geçirsin istediğimiz için insancıl bir karar vermiştik. Buna rağmen o hastane de çok garip günler geçirdim. Dediğim gibi, hastaneler iyi veya kötü haberler alsanız da bir an önce oradan çıkmanızı istediğiniz yerlerdir. Benim için bu fazlaca öyleydi çünkü bu yaşlı adamı ziyaret etmeye gelip giden pek çok garip yabancı gördüm. İş arkadaşları değildi, mahalleden insanlar da değildi, kendi köyünden gelen kişilerdi. Nereden geldiğini sorduğumda Garaibe diye bir yerden bahsettiler. Böylesine küçük bir adada böylesine küçük şehirlerde bile adını duymadığım bir yerdi orası, ve burada az çok her köyü bilirdik. Bunun üzerine bazen hasta başında beklediğim gecelerde duyduğum seslerin ardından birden uyanır ve yaşlı adamın çoktan ayağa kalktığını ve yatağın yanında ayakta durur halde gözlerini kırpmadan bana baktığını görürdüm. Bu hallerini adamın hastalığına ve hastalığın başına vurmasına yorardım ama hastane odasının kısılmış ışığında, pencerenin dışından gelen ışıkların yarattığı etkiyle kapkara bir silüetin başındaki iki kanlanmış beyaz gözlerle karşılaşıyor olurdum. Belki bu imgelerle korku çizerliğine başladım.
Bu olmadık kalkışların içinde ve bana gözlerini dikmediği zamanlarda ihtiyar odasından yavaş yavaş çıkar ve etrafta yürürdü. Yürüyüş yaparken bir şeyler fısıldadığını duyardım ama asla ne dediğini anlamazdım. Her nedense bu yürüyüşler sırasında çevrede birisi de olmazdı, ne bir nöbetçi doktor ne de bir nöbetçi hemşire. Hiçbir hasta da uyanmazdı, gece ayakta olan olmazdı, herkes yatıyordu, hareketsiz, donmuş bir halde. Uyandığımı ve aslında kabus gördüğümü düşünürdüm çünkü bütün hastane bir morgmuş da ben de ölülerin arasında bir hortlağın peşinden gidiyormuşum gibi hissederdim. Sadece birkaç keçe ihtiyarın fısıltıları arasında “mezar” ve “kulübe” sözcüklerini işittim ama meseleyi daha fazla irdelemedim, karıştırmadım. Bu olaylar zaten sıklaşınca ve onları aileme aktarınca onlar benim okula ve üniversite sınavlarına odaklanmam gerektiğini söyleyip bir daha hastaneye gitmeme izin vermediler. Adamın çocuklarının genelde uzakta ve meşgul olmasından ve de eşinin teyzemin epey yaşlı olduğundan doktorlar eninde sonunda ihtiyarın evine dönmesi gerektiğini, yapacak bir şey de kalmadığını söylediler. Aile tabii ki bu duruma isyan etse de yaşlı adam gözlem altında ve de kağıt üstünde bitkisel hayatta görünüyordu. Sadece vücudu yaşam faaliyetlerini sürdürüyordu ama beyin ölümü çoktan gerçekleşmişti. Aile üyeleri bu durumu pek anlamasa da veya anlamamazlıktan gelse de veya belki de bildikleri başka bir sırdan kaynaklanıyordur, ısrar etmeye, itiraz etmeye devam ettiler fakat eninde sonunda pes edip adamı eve getirmeye razı oldular. Yaşlı adamın beyin ölümü gerçekleştiyse geceleri etrafta nasıl dolanıyordu, gözlerini nasıl bana dikiyordu, yürürken nasıl fısıldıyordu hiçbir fikrim yok. Belki de ailem bu yüzden beni hastaneden alıp oraya dönmeme izin vermemişlerdir. Belki de mahallelinin doğasını az buçuk anlayıp onlara bulaşmama çok izin vermek istememişlerdir. Ne yazık ki bu önlemin de pek bir anlamı kalmamıştı.
İhtiyarın cenazesini Kumazğı şehri mezarlığına değil, Garaibe köyü mezarlığına kaldırmaya karar verdiler. Anlaşılan eniştemin vasiyeti bu yöndeydi ve zaten köylüler de başka türlüsüne razı olmayıp sert bir şekilde ısrar ettiler. Mahalledeki herkesin ama herkes kısa bir süre içinde Körmesler evine ziyarete gelip samimi bir şekilde taziyelerini ve de desteklerini iletmesine rağmen Garaibe’deki cenazeye ailenin kendisi dışında mahalleden kimse gelmedi. Başka bir gün bunun sebebini mahalleden birine sorduğumda köyün ismini duyar duymaz yere tükürdüler. Sonraki günlerde aynı soruyu köy ahalisinden birine sorduğumda o da mahallenin ismini duyar duymaz yere tükürdü.
Cenaze son derece olağan geçtiyse de sonrasını unutamıyorum. Köyde birkaç gün geçirmiştik ve köy halkıyla da doğal olarak sohbet muhabbet ediyorduk. İki kısım arasında bir gerilim olduğundan mahalle üzerine veya merhum üzerine pek konuşmadık. Köyün kendisi hakkında, merhumun köydeki akrabaları hakkında ve de genel olarak halkın inancı hakkında muhabbet ediyorduk. Derken gece olur olmaz herkes apar topar evlere giriyor, gündüz ile gece arasında bıçakla kesercesine bir fark oluyordu. Misafir olduğumuz evde bu konuyu çok irdelememem gerektiği söylendi, ben de insanları rahat bırakıp daha fazla soru sormadım, kendi işime gücüme baktım. Hava kapalıydı, yağmur yağdı yağacak deniliyordu, benim de yapacak başka bir şeyim olmadığından pencereden dışarıyı izleyip artık kimsenin orada dolaşmadığı karanlığa bakıyordum
Gözlerimi yine pencerenin kenarında, başımı bir elimin üzerine yaslarken, vücudumu da duvara yaslarken açtım. Bir iki dakika kendime gelmeye çalışsam da biraz başım dönüyordu ama bu durum çok sürmedi çünkü dışarıdan sesler duyduğuma, karanlığın içinde birilerinin hareket ettiğine emindim. Duruma uyanınca anında kendime geldim ve kendimi duvarın kenarında saklayarak bir gözümle dışarıyı izlemeye devam ettim. Bir koşuşturmaca var gibiydi, acil bir durum ortaya çıkmış olacaktı. İnsanlar, en azından insanımsı karartılar telaş içinde sağa sola gidiyor, ellerine geçirdikleri alet edevatla geldikleri yöne geri dönüyorlardı, uzaktan da bağırışlar, çığırışlar geliyor gibiydi.
Olduğum yerden yavaşça hareketlendim, pencereden görünmemeye çalıştım, dışarı kesinlikle çıkmadım. Merak içimi kemiriyordu ama önce ailemi kontrol etmek istedim. Herkes yatıyordu ama bizi misafir eden insanlar burada değillerdi. Pencereye geri dönüp izlemeye devam edeyim derken birden yer sallandı ve ayaklarım birbirine dolandı. Oradaki bir masaya ellerimi koyup ayakta durabilsem de az sonra her yer bir daha sallandı, peşinden de başka bağırışlar, çığırışlar geldi ve bu sefer yere kapaklandım. Emekleye emekleye yeniden pencerenin yanına geçince dışarıdaki hareketliliğin hızlandığını gördüm ama sadece evlerde, sokaklarda değildi bu durum. Yukarıda, gökyüzünde de bir hareketlilik vardı, ağır, yavaş ama genişçe bir hareket. Sıradan bir olaydır diye düşünsem bulut derdim ama bulutlar yeri nasıl sallasın? Hastanede ölümü bekleyen hareket edemeyen bir ihtiyar nasıl da birden hortlayıp gözlerini bana diksin? Diğerlerinin arasında yürüsün? Bu düşüncelerim bir kez daha dağıldı çünkü yine bir sarsılma ile yer yerinden oynadı. Bu sefer dışarıya bakınca hiçbir şey göremedim, kapkaranlıktı. Pencereye iyice yanaşınca karanlığın içinden iğrenç bir böcek üzerime atlarcasına cama yapıştı, sonra onu bir tanesi daha takip etti, derken üç oldu dört oldu. Sayısı çok artmadan böcekler yeniden havalanıp karanlığın içinde açılan porlara dalıp kayboldular. Bunu görüp de önümde karanlığın değil, bambaşka bir şeyin durduğunu anlar anlamaz kendimi geri attım ve her yer bir kez daha sarsıldı. Bir kez daha kendime gelip pencereden dışarı bakınca da aynı kanlanmış, pörtlemiş, bir çift göz gördüm, kapkara duran bir silüetin başında, hastanedeki o silüetin başında.
Gözlerimi yine pencereden dışarı bakarken açtım. Yüzüm iyice kurumuştu, yıkamam gerekiyordu. Gözlerimi zar zor açıyordum, yaz çok az uyumuştum ya da çok fazla. Dışarısı aydınlıktı, bizimkiler de köyden ayrılmak üzere hazırlanıyorlardı. Hiç itiraz etmedim, köyün ismini de bir daha kimse ağzına almadı.
Çocukluk zamanlarından sonra erken gençlik dönemlerinde asıl duygusal bağlar varolageldi. Mesajlaşmalar, tanıdıklar üzerinden haberleşmeler, elçiler, dolaylı imalar derken bir gün kendimi bir gençlik ilişkisi içerisinde buldum fakat hayatımdaki başka her şey gibi bu da karışık bir durumdu çünkü arada başka birisi de vardı. Kızdan hoşlanan bir yabancı, hiç tanımadığım görmediğim birisi. Sürekli gelen tehditler, garip mektuplar mesajlar hep gündemimdeydi. Bunları hiçbir zaman ciddiye almıyordum çünkü zamanında aileme yetiştirdiğim korkuların ve endişelerin herhangi bir cevap almamasından ben de bu duruma alışmıştım. Bu çocuğun kendisini hiç görmemiş sesini de hiç duymamıştım. Gerçekte onun var olduğunu kanıtlayan hiçbir işaret yoktu benim için. Zaten bu ilişki boyunca ailem de kızı kötüleyip duruyordu, her ne kadar bunun sebebini anlamamış olsam da, en azından o zaman için. Bu olayın nedenlerini ve de öyle bir bağın neden sürdürülemeyeceğini çok sonradan anlayacaktım.
İhtiyar Körmes ben çocukluk vaktimi geçip artık ülke dışına çıkmaya hazırlanana kadar iyice yaşlanmış ve de hastalanmıştı. İlginç bir vaka ortaya koyuyordu. Çoğu zaman bırakın ayakta durmayı, bırakın konuşmayı, gözlerini açacak takati yoktu. Ama öyle anlar geliyordu ki adamı bütün gençliğinin kuvvetini yeniden kazanmış bir şekilde koca taş kütlelerini hiç nefes harcamadan kaldırıp başka başka yerlere taşırken görüyorduk. Bir bakıyorduk tarla sera işlemek üzere bizim evin oraya geliyordu, Körmesler’in tarlaları ve seraları bizim eve komşu arazilerdeydi tabii onlar da şu an hep harap halde. Ölüm döşeğindeyken birden bu gücü enerjiyi kazanması bir hayli olmadık bir durumdu. Ertesi gün ise uyanmıyor, hasta haliyle zar zor nefes alarak yatağında öylece duruyordu.
Gün geldi ve adam nihayet hastaneye kaldırıldı. Makineler ve personelin sürekli bakımı olmadan yaşamaya devam etmesi mümkün değildi, zaten yaşamaya uzun bir süre devam etmesi de pek olası gözükmüyordu. Yine de orada hayatının kalan kısmını da görece daha rahat ve sağlıklı bir halde acı çekmeden geçirsin istediğimiz için insancıl bir karar vermiştik. Buna rağmen o hastane de çok garip günler geçirdim. Dediğim gibi, hastaneler iyi veya kötü haberler alsanız da bir an önce oradan çıkmanızı istediğiniz yerlerdir. Benim için bu fazlaca öyleydi çünkü bu yaşlı adamı ziyaret etmeye gelip giden pek çok garip yabancı gördüm. İş arkadaşları değildi, mahalleden insanlar da değildi, kendi köyünden gelen kişilerdi. Nereden geldiğini sorduğumda Garaibe diye bir yerden bahsettiler. Böylesine küçük bir adada böylesine küçük şehirlerde bile adını duymadığım bir yerdi orası, ve burada az çok her köyü bilirdik. Bunun üzerine bazen hasta başında beklediğim gecelerde duyduğum seslerin ardından birden uyanır ve yaşlı adamın çoktan ayağa kalktığını ve yatağın yanında ayakta durur halde gözlerini kırpmadan bana baktığını görürdüm. Bu hallerini adamın hastalığına ve hastalığın başına vurmasına yorardım ama hastane odasının kısılmış ışığında, pencerenin dışından gelen ışıkların yarattığı etkiyle kapkara bir silüetin başındaki iki kanlanmış beyaz gözlerle karşılaşıyor olurdum. Belki bu imgelerle korku çizerliğine başladım.
Bu olmadık kalkışların içinde ve bana gözlerini dikmediği zamanlarda ihtiyar odasından yavaş yavaş çıkar ve etrafta yürürdü. Yürüyüş yaparken bir şeyler fısıldadığını duyardım ama asla ne dediğini anlamazdım. Her nedense bu yürüyüşler sırasında çevrede birisi de olmazdı, ne bir nöbetçi doktor ne de bir nöbetçi hemşire. Hiçbir hasta da uyanmazdı, gece ayakta olan olmazdı, herkes yatıyordu, hareketsiz, donmuş bir halde. Uyandığımı ve aslında kabus gördüğümü düşünürdüm çünkü bütün hastane bir morgmuş da ben de ölülerin arasında bir hortlağın peşinden gidiyormuşum gibi hissederdim. Sadece birkaç keçe ihtiyarın fısıltıları arasında “mezar” ve “kulübe” sözcüklerini işittim ama meseleyi daha fazla irdelemedim, karıştırmadım. Bu olaylar zaten sıklaşınca ve onları aileme aktarınca onlar benim okula ve üniversite sınavlarına odaklanmam gerektiğini söyleyip bir daha hastaneye gitmeme izin vermediler. Adamın çocuklarının genelde uzakta ve meşgul olmasından ve de eşinin teyzemin epey yaşlı olduğundan doktorlar eninde sonunda ihtiyarın evine dönmesi gerektiğini, yapacak bir şey de kalmadığını söylediler. Aile tabii ki bu duruma isyan etse de yaşlı adam gözlem altında ve de kağıt üstünde bitkisel hayatta görünüyordu. Sadece vücudu yaşam faaliyetlerini sürdürüyordu ama beyin ölümü çoktan gerçekleşmişti. Aile üyeleri bu durumu pek anlamasa da veya anlamamazlıktan gelse de veya belki de bildikleri başka bir sırdan kaynaklanıyordur, ısrar etmeye, itiraz etmeye devam ettiler fakat eninde sonunda pes edip adamı eve getirmeye razı oldular. Yaşlı adamın beyin ölümü gerçekleştiyse geceleri etrafta nasıl dolanıyordu, gözlerini nasıl bana dikiyordu, yürürken nasıl fısıldıyordu hiçbir fikrim yok. Belki de ailem bu yüzden beni hastaneden alıp oraya dönmeme izin vermemişlerdir. Belki de mahallelinin doğasını az buçuk anlayıp onlara bulaşmama çok izin vermek istememişlerdir. Ne yazık ki bu önlemin de pek bir anlamı kalmamıştı.
İhtiyarın cenazesini Kumazğı şehri mezarlığına değil, Garaibe köyü mezarlığına kaldırmaya karar verdiler. Anlaşılan eniştemin vasiyeti bu yöndeydi ve zaten köylüler de başka türlüsüne razı olmayıp sert bir şekilde ısrar ettiler. Mahalledeki herkesin ama herkes kısa bir süre içinde Körmesler evine ziyarete gelip samimi bir şekilde taziyelerini ve de desteklerini iletmesine rağmen Garaibe’deki cenazeye ailenin kendisi dışında mahalleden kimse gelmedi. Başka bir gün bunun sebebini mahalleden birine sorduğumda köyün ismini duyar duymaz yere tükürdüler. Sonraki günlerde aynı soruyu köy ahalisinden birine sorduğumda o da mahallenin ismini duyar duymaz yere tükürdü.
Cenaze son derece olağan geçtiyse de sonrasını unutamıyorum. Köyde birkaç gün geçirmiştik ve köy halkıyla da doğal olarak sohbet muhabbet ediyorduk. İki kısım arasında bir gerilim olduğundan mahalle üzerine veya merhum üzerine pek konuşmadık. Köyün kendisi hakkında, merhumun köydeki akrabaları hakkında ve de genel olarak halkın inancı hakkında muhabbet ediyorduk. Derken gece olur olmaz herkes apar topar evlere giriyor, gündüz ile gece arasında bıçakla kesercesine bir fark oluyordu. Misafir olduğumuz evde bu konuyu çok irdelememem gerektiği söylendi, ben de insanları rahat bırakıp daha fazla soru sormadım, kendi işime gücüme baktım. Hava kapalıydı, yağmur yağdı yağacak deniliyordu, benim de yapacak başka bir şeyim olmadığından pencereden dışarıyı izleyip artık kimsenin orada dolaşmadığı karanlığa bakıyordum
Gözlerimi yine pencerenin kenarında, başımı bir elimin üzerine yaslarken, vücudumu da duvara yaslarken açtım. Bir iki dakika kendime gelmeye çalışsam da biraz başım dönüyordu ama bu durum çok sürmedi çünkü dışarıdan sesler duyduğuma, karanlığın içinde birilerinin hareket ettiğine emindim. Duruma uyanınca anında kendime geldim ve kendimi duvarın kenarında saklayarak bir gözümle dışarıyı izlemeye devam ettim. Bir koşuşturmaca var gibiydi, acil bir durum ortaya çıkmış olacaktı. İnsanlar, en azından insanımsı karartılar telaş içinde sağa sola gidiyor, ellerine geçirdikleri alet edevatla geldikleri yöne geri dönüyorlardı, uzaktan da bağırışlar, çığırışlar geliyor gibiydi.
Olduğum yerden yavaşça hareketlendim, pencereden görünmemeye çalıştım, dışarı kesinlikle çıkmadım. Merak içimi kemiriyordu ama önce ailemi kontrol etmek istedim. Herkes yatıyordu ama bizi misafir eden insanlar burada değillerdi. Pencereye geri dönüp izlemeye devam edeyim derken birden yer sallandı ve ayaklarım birbirine dolandı. Oradaki bir masaya ellerimi koyup ayakta durabilsem de az sonra her yer bir daha sallandı, peşinden de başka bağırışlar, çığırışlar geldi ve bu sefer yere kapaklandım. Emekleye emekleye yeniden pencerenin yanına geçince dışarıdaki hareketliliğin hızlandığını gördüm ama sadece evlerde, sokaklarda değildi bu durum. Yukarıda, gökyüzünde de bir hareketlilik vardı, ağır, yavaş ama genişçe bir hareket. Sıradan bir olaydır diye düşünsem bulut derdim ama bulutlar yeri nasıl sallasın? Hastanede ölümü bekleyen hareket edemeyen bir ihtiyar nasıl da birden hortlayıp gözlerini bana diksin? Diğerlerinin arasında yürüsün? Bu düşüncelerim bir kez daha dağıldı çünkü yine bir sarsılma ile yer yerinden oynadı. Bu sefer dışarıya bakınca hiçbir şey göremedim, kapkaranlıktı. Pencereye iyice yanaşınca karanlığın içinden iğrenç bir böcek üzerime atlarcasına cama yapıştı, sonra onu bir tanesi daha takip etti, derken üç oldu dört oldu. Sayısı çok artmadan böcekler yeniden havalanıp karanlığın içinde açılan porlara dalıp kayboldular. Bunu görüp de önümde karanlığın değil, bambaşka bir şeyin durduğunu anlar anlamaz kendimi geri attım ve her yer bir kez daha sarsıldı. Bir kez daha kendime gelip pencereden dışarı bakınca da aynı kanlanmış, pörtlemiş, bir çift göz gördüm, kapkara duran bir silüetin başında, hastanedeki o silüetin başında.
Gözlerimi yine pencereden dışarı bakarken açtım. Yüzüm iyice kurumuştu, yıkamam gerekiyordu. Gözlerimi zar zor açıyordum, yaz çok az uyumuştum ya da çok fazla. Dışarısı aydınlıktı, bizimkiler de köyden ayrılmak üzere hazırlanıyorlardı. Hiç itiraz etmedim, köyün ismini de bir daha kimse ağzına almadı.
Yorumlar
Yorum Gönder