Sırık Bölüm 17: Kapan (Spooktober '24)

Muazzam bir gürültü patladı birdenbire, onu takip eden mahşervari sarsıntılar beni yere serdi. O zavallı ucubenin içine kaçıp kaybolduğu karanlığa yöneldim bir an, bu canavarın elinden ancak o kabusun içine kendimi atarak kurtulabilirdim ama bir anlığına duraksadım. Kapıdan içeri giren bir diğer zavallıya ne olacaktı? Ben değil miydim o yoksa bu akıl almaz kötülük algılarımla mı alay ediyordu yine? Bir an için, sadece bir an için göz göze geldik. Saniyeler önce ölesiye saldırmaya çalıştığım bu varlığın gözlerinde sadece ve sadece çaresizlik gördüm. Bu olmuş muydu peki? O kapıdan içeri girdiğimde, odaya zincirlenmiş çirkin yaratığın kaçmadan önce gözlerime baktığını görmüş müydüm? Bir an sonra kapıya baktım, ardından o karanlık köşeye çekildim.

Köşeye atılıp gözlerimi içinde saklanacağım karanlığa çevirdikten sonra başka hiçbir şey göremedim, hiçbir şey duyamadım. Dünyadaki her şey sönmüş, her şey sessizleşmişti. Bir hiçliğin içindeydim, ayağımı nereye bastığımı görmeye çalıştım ama nafileydi. Bu sefer ayağımı o yüzeyde hareket ettirmeye çabalayınca hiçbir şeyin üzerine basmadığımı fark ettim. Altımda bir zemin yoktu. Paniğe kapılıp hareket etmeye yeltenince de müthiş bir dirençle karşılaştım. Kollarımı, bacaklarımı oynatamıyordum, oynatabilsem de büyük bir enerji harcayıp çok az mesafe kat edebiliyordum, artık neyin içinde mesafe katıyorsam. Gözlerimle o mutlak karanlığı yarıp içinde bulunduğum çevreyi anlamaya cüret etsem de o da bir sonuç vermiyordu ve gözlerim bu çaba boyunca daha fazla yanıyordu. Telaşın yarattığı bir refleksle nefesimi tuttuğumu fark edip ciğerlerimde kalan havayı o hiçliğe bırakınca birden vücudumun içine ekşi, soğuk, yanıcı bir madde hücum etti. Bu nasıl mümkün olabilirdi? Garaibe’deki bir kulübenin karanlık bir köşesinden bir denizin içine, eni sonu belli olmayan ağır bir tuzlu su kütlesinin altına nasıl düşmüş olabilirdim? Gece boyunca yaşadığım onca şeyin ardından en anlam veremediğim, beynimdeki tutarlılık devrelerine geçiremediğim bir olaydı, ama işte buradaydım, kapanın en dibinde.

O karanlığın içinde çaresizce debelenirken bir umut ışığı gördüm uzaklarda. Yerçekiminin artık bana nüfuz edemeyeceği kadar diplerdeydim, hangi yönün yukarı veya aşağı olduğunu bilmiyordum ama orada bir ışık vardı ve elimde kalan bir zerre umutla bu ışığın yüzeyden geldiğini hayal edip ona doğru yüzmeye başladım. Yüzdükçe kollarım ve bacaklarım yoruluyor, ciğerlerime dolan suyla birlikte boğulan vücudum isyan ediyordu. Ancak ve ancak genetik yapımın diplerinden yükselen bir güdünün, yaşamın asla bitmek bilmez ısrarıyla, yaşamanın getirdiği cüretkâr bir inatla varlık bulan bir güçtü bu ve ben de bu güce sarıldım somut varoluşumdaki her bir hücreyle. Gözlerim ve ciğerlerim yanıyordu, suyun basıncı vücudumu eziyordu ve beynimin içinde binbir türlü korku ve dehşet cirit atıyor, dans ediyor, can buluyordu fakat sağ kalım içgüdüm öyle bir şeydi ki içimdeki bütün acıları, kaygıları, korkuları bastırıyor ve bilincimi bir bütün halde o bir zerre umuda odaklanmaya, ona doğru koşturmaya zorluyordu. Ne var ki bu da sahte bir umuttu.

Yüzdükçe suyun içindeki akımlardan kaynaklı olsa gerek, bedenim de ışığa doğru yüzmem gereken doğrultudan başka yönlere doğru sürükleniyor ve hedefimden sürekli sapıyordum. Doğru yöne dönüp yüzmeye devam ediyordum ama ben öyle yaptıkça akıntılar da daha bir güçleniyor olmalıydı çünkü ben o kaynağa yaklaştıkça sapma hızım da artıyor, hedefimden daha bir uzaklaşıyordum. Zaman zaman yüzmeyi kesip olduğum yerde asılı kalmaya çalışsam ve de akıntının hangi yöne doğru olduğunu saptamaya yeltensem de bu da bir işe yaramıyordu, çok daha kaotik bir su kütlesinin içinde olmalıydım çünkü ışık kaynağı yine bir o yana, bir bu yana gidiyordu., veya gerçeklerle yüzleşmek istemiyordum. O ışığın benim yegane umudum olduğuna inanıyordum, eğer bunu kaybedersem hayatta kalma çabama devam edebilecek miydim? Eğer ki o ışık kaynağı yüzeyden gelmiyorsa ve tamamen bambaşka birşeye aitse zaten nereye kaçabilecektim ki, bu derin, yoğun karanlığın içinde? Fakat bu da önemli değildi çünkü artık ona doğru yüzmeme gerke yoktu, çünkü o bana doğru geliyordu.

Çok tanıdık bir duygu yükselmişti yeniden içimde, çok doğal bir şekilde ilkel bir insan olmam sebebiyle hep kurtuluş olarak yorumlamam gereken bir biçime bürünmüştü o şey, kendisine çok müthiş bir maske bulmuştu. Ve şimdi artık doğrudan karşı karşıyaydı. Oyun zamanı, dans rutini, alay faslı geçmişti. Kurbanını istediği kıvama getirmişti, kurbanı artık yenmeye, yenilmeye hazırdı. Kaçabileceğim başka bir kabus kalmamıştı. Bir dehşetten başka bir dehşete kaça kaça bana kurulan bu derin tuzağın en diplerine ulaşmıştım ve kapan üzerime kapanmıştı. Işık yaklaşıyordu, yaklaştıkça karanlık da yerini loşluğa bırakıyor, orada gördüğüm şeyler beni daha da çürütüyordu. Karşımda duran bu canavarın eni sonu gelmez boyutlarını ancak kavramaya başlamıştım. Kavrayamazdım. Bu suların içinde bu canavarla karşı karşıya kalmamıştım, bu derin karanlığın, dipsiz kapanın kendisiydi canavar. Loş suların içinde hareket eden başka biçimler vardı, gölgeler, insanlar, en azından insan silüetleri çünkü bunlara insan demeye dilim el vermezdi. Koca tuzağın içine, kabusun içine çekilmiş sayısız zavallıdan oluşan devasa bir kütleydi bu. Onların aldığı biçimleri, içleri boşalan simsiyah varoluşlarını görünce içimde yeniden patladı o duygu, o ısrar, o inat, o güdü.

Aniden arkamı dönüp var gücümle ışıktan uzaklaşmak üzere yüzmeye başladım. Başaracak mıydım bilmiyordum ama önemli olan bunu denemem, bunu başarmaya çalışmaya devam etmemdi. Durmayacaktım. Boğulsam da, gücüm tükenip bedenim iflas etse de durmayacaktım. Ölesiye verecektim bu sağ kalım savaşını. Ciğerlerim tuzlu su ile dolmuştu, gözlerim yanıyordu, su basıncı bedenimin her bir zerresini eziyor, bunca zamandır beynimin içine sızan kabus da bilincimin her bir katmanına pes etmemi ve tüm bu acıya son vermemi istiyordu ama bunun da bir yalan olduğunu biliyordum. O zavallı insan biçimleri ellerini bana uzatıyorlar, beni ışığın ve karanlığın derinliklerine çekmeye çaresizce yelteniyorlardı ama onları gördükçe bu aptalca sağ kalım savaşını sürdürmeye daha kararlı bir hale geliyordum. Işık yaklaştıkça karanlık sular da güçleniyor, yoğunlaşıyor, daha iç yakan bir kıvam alıyorlardı ama umrumda değildi. Yüzecektim. Gerekirse sonsuza kadar yüzecektim.

Yüzükçe ışık daha da yaklaştı, artık hem arkamdan hem de önümden geliyordu. Bu varlıklardan iki tane mi vardı yoksa uzay zamanda elde ettikleri hükümle algılarım üzerinde veya deneyimlediğim boyutlar üzerinde bambaşka biçimler mi yaratıyorlardı? Işık arkamdan yakınlaştıkça karanlık da yoğunlaşıyordu, iki ilkel güç bu muazzam varlığın elinde kukla gibi oynatılıyordu ama önümdeki ışık öyle değildi. Bir zerre umut daha… Bir tane daha… Son bir tane… Bu da mı bu kapanın bir oyunuydu? Engin uzayın en derin katmanında değil miydim zaten? Canavarın midesinde? Yüzmeye devam ettim, düşüncelerimi, kuşkularımı, korkularımı bertaraf ettim ve yüzmeye devam ettim. Önümdeki ışık güç kazandıkça, o güç kazanıp içimdeki can yenilendikçe yüzmeye devam ettim. Yüzdüm, yüzdüm ve yüzdüm, ta ki yüzemeyene kadar. Kollarıma ve bacaklarıma söz geçiremedim. Zihnim pes etmemişti, pes etmiyordu, her saniye bir öncekinden daha büyük bir ısrar ve inatla var oluyordu ama kaslarımda bir kurtuluş yoktu artık. O emri veriyordum ama fiziksel varoluşum çoktan iflas etmişti. ciğerlerimden başlayan yanma her yere yayılmıştı, gözlerimi daha fazla açık tutamıyordum ama göz kapaklarımı indirecek gücüm de kalmamıştı. Çaresizce açık duran gözlerim hâla kurtuluşum olarak gördüğüm ışığa bakıyordu ama sinir hücrelerim de durmaya başladı. Gözlerimin önündeki ışığa hiçolmadığım kadar yaklamış olsam da, önümde duran ışık giderek güçlense de görüşüme bir perde inmişti artık. Arkamdan kovalayan tekinsiz ışık kaynağı, o muazzam canavar, o akıl almaz dehşet bana yetişmişti. İşte sonum gel-

Hava, rüzgar ve birden karnımın ve göğsümün içinden gelen berbat, güçlü, karşı koyamadığım bir refleks. Kendimi kontrol edemiyordum, bir an önce bütün gücünü kaybetmiş olan vücudum içinde duran o tekinsiz tuzlu suya tepki verircesine, sanki bir terazinin bir tarafındaymış da ve karşı tarafa birden çok ağır bir nesne koyulmuş gibi harekete geçmiş ve bana da işkence edercesine debelenmeye başlamıştı. İçimde duran suları bir su yüzeyine kusup rahatlıyor, ardından o dengesizlikle derinliklere geri çekiliyor, sonra yine kendimi su yüzeyinde bulup yeniden o karşı koyamadığım reflekslerin insafına kalıyordum. Görüşüm bir aydınlanıyor, bir kararıyordu. Gırtlağımdan iğrenç ve berbat sesler çıkıyor, onlardan sonra dışarıya boşalttığım tuzlu suların içinde bu sesler yeniden boğuluyordu. Aralarda bulduğum kısacık anlarda hızlı ve derin nefesler alınca yeniden suyun içine çekiliyordum ama her an kontrolü ele geçirmeye biraz daha yaklaşıyor, vücudumun sahibiyetini yeniden sağlıyordum. Bir süre sonra artık kafamı yüzeyde, hava alabildiğim bir konumda tutmayı başardım ama bacaklarıma ve kollarıma sanki aynı anda yüzlerce, binlerce iğne sokuluyordu fakat tüm bu ağrılara, acılara rağmen yüzmeye devam ediyordum.

Kontrolü iyice ele geçirince çevreme bakındım ve aslında çok da büyük olmayan ve de çok durgun bir halde görünen küçük bir gölün ortasında durduğumu gördüm. Hızlıca gölün içlerine doğru uzanmış bir iskeleye doğru yüzdüm. Arkama bakmıyor, o canavarın hâla peşimde olup olmadığını sorgulamıyordum. Kesinlikle peşimdeydi, buna kuşku yoktu ama ne kadar yakınımda olduğunu, beni yeniden diplere çekip çekmeyeceğini anlamak istemiyordum. Benim için sadece o mücadele vardı, ısrarla sürdürdüğüm yaşam mücadelesi ve iskeleye yaklaştıkça o savaş kuvveti daha da güçleniyordu. Nihayet tahta iskeleye ulaştığımda bir elimi artık sulara gömülmüş platforma attım ve güç kalmayan bacaklarımı sürükleye sürükleye, kollarımda kalan son enerji kırıntılarıyla kendimi yukarıya çektim.

Tamamen suyun içinden çıkıp sağlamlığı sorgulanabilecek olan o iskelede yere yığıldığımda ağladım, bağırdım, çığırdım. Korkuyor muydum, seviniyor muydum, dehşet içinde miydim yoksa hayatta olduğum için rahatlamış mıydım bilmiyorum ama üzerimdeki bütün o çözülmesi imkansız düğümlerden, altından kalkması olanaksız baskıdan sonra delirmiştim. Bir anlığına o canavarın hâla orada olduğunu hatırladığımda hızlıca olduğum yerde doğruldum. Işık oradaydı, iskelenin önünde, suyun içinde. Bir süre orada kaldı, bana bakıyordu, beni tehdit ediyordu, beni çaresiz bırakmak, sağ kalma iç güdümden söküp atmak istiyordu. Sonra sönükleşmeye, derinlere dalmaya başladı ve su yüzeyi yeniden durgunlaştı. Hiçbir şey olmamış gibi. Kendimi yeniden o iskelenin üzerine bıraktım, kollarım iki yanda, daha fazla edemiyordum ama rahatlamıştım.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Karanlık Perde

Sırık Bölüm 1: Sarıbolu (Spooktober '24)

Sırık Bölüm 0 (Spooktober '24)