Sırık Bölüm 8: Yabancı (Spooktober '24)
Üst katta oturan Selçuklar’ın evine gitmek isterdim çünkü bir sandık dolusu oyuncakları vardı ama pek gidemezdim. Diğerlerine gittiğim kadar oraya gitmedim çünkü ne zaman oraya gitsem, ne zaman orada kalsam garip gözlerin üzerime çevrildiğini fark ederdim. Tıpkı merhum ihtiyarın bana baktığı gibi, Selçuklar’ın evinde de garip bir figür sürekli bana bakardı, pörtlemiş kanlanmış gözlerini bana dikerdi ama ev halkından birisi değildi. Hatta onların bu konudan hiç haberi olmadı çünkü bu tuhaf adamın orada olduğunu hiç fark etmediler. Koridorun ötesindeki uçta, odanın dışından, bazen alt kattan veya bahçedeysek evin balkonundan bana bakıp dururdu. İhtiyarın bakışları beni korkutsa da bu yabancı adamın gözlerinden saldırgan niyetleri olduğu belliydi.
O oyuncak sandığını açınca başladı her şey. Onun bir oyuncak sandığı olduğunu nasıl öğrendiğimi de hatırlamıyorum. Kuzenlerimle konuşurken hep o kutudan ve içindeki oyuncaklardan bahsederdim ama onlar orada herhangi bir şey varmış, oradaki o herhangi bir şey çok da önemli değilmiş gibi konuşurlardı. Salonda hep beraber oturup televizyon izlerken, televizyonun altındaki film kayıtlarını cihaza takıp bakarken gözlerim hep dolabın üstünde duran o sandığın üzerinde olurdu, dikkatimi dağıtırdı. Bazen geceleri oraya bakarken bir yandan acaba içinde neler var diye merak eder dururdum ama bir yandan da ödüm kopardı, kutudan korkardım. Orada durması beni tedirgin eder, odadan çıkamı isteyecek kıvama getirirdi iç dünyamı.
Bir gün dayanamayıp kimse çevrede değilken sandığı yere indirdim, ağırdı, o çocuk halimle bütün vücudumu sonuna kadar zorlayacak kadar ağırdı ama yapabilmiştim ama biliyordum ki normal şartlarda bunu yapamazdım. Dolaba tırmanıp en yukarıda duran o içi dolu koca sandığı tutup aşağıya onunla birlikte güven içinde, güven içindeyi büyük bir kuşkuyla söylüyorum, zemine indirebilmem şu anki gözlerle geçmişe baktığımda imkansız görünüyor. Dengemi korumam için beni orada tutacak veya ben bunları yaparken sandığın kendisini tutacak birisi olmadıkça bu eylem olasılıksız görünüyor. Kim bana destek verdi, ne destek verdi en ufak bir fikrim bile yok ama yine destek kelimesi de son derece yanlış bir tercih olurdu çünkü bir lanetti bu.
Sandığı açmadan hemen önce bütün odanın soğuduğunu hissediyordum fakat sıcaklıktaki bir değişim değildi bu. Duygularım sönümlenmiş, tüylerim diken diken olmuştu. Hayal gücüm, aklım, reflekslerim donmuştu. Bir şey beni ele geçirmiş veya son derece hassas ve güçlü bir şekilde manipüle etmişti. Dışarıdan kendimi mi izliyorudm acaba çünkü zihnimi yeterince zorlarsam kendi donuk, hissiz bakışlarımı bile hatırlayabileceğimi düşünüyorum şu an. Sandığı nasıl açtığımı, yerde nasıl o şekilde durduğumu, vücudumun netliğini, kesinliğini, nasıl da bir santim bile olsa oynamadığımı, titremediğimi. Elimi hareketsiz tutmamı isteseniz, olduğum yerde hareketsiz yatmamı isteseniz yine mümkün olmaz. En azından göz kapaklarım, çenem veya gözlerim oynar.
Sandığı yavaş yavaş açtım, sanki içinde duran şeyleri kızdırmak istemiyormuşçasına veya ev halkını haber etmemeye çalışırcasına fakat yine eminim, birilerinin beni izlediğinden, bütün olan biteni takip ettiğinden. Bu izleyenler kendi akrabalarım mıydı? Mahallenin etkisine kapılıp giden, artık onlardan birisi olan bir kuzenim, teyzem, dayım mıydı? Sanmıyorum. Bilmiyorum. Onları taklit eden başka birisiymiş veya bazı görünmez gözlermiş gibi hissediyorum. Ne yapacağımı sabırsızlıkla bekleyen, sessizlikte, hiçlikte, karanlıkta bekleyen bilinmeyen kişiler veya varlıklardı onlar. Sandığı dolaptan indirişimi, yere koyuşumu, onunla birlikte yere diz çöküşümü, kapağını açışımı ve kapağı açışımı izliyorlardı. Ve emin olun, şu anda da hâla izliyorlar.
Oyuncak kutusunun içinden pek çok farklı oyuncak çıktı, hiçbirisi tanıdık gelmedi. Bir tane siyah bir kukla vardı. Elleri, kolları, bacakları ve kafası olan siyah bir kukla ama gözleri yoktu, bir yerlere düşmüş olmalıydı. Ona baktıkça dipsiz bir kuyunun içine çekiliyormuş gibi, çevremdeki hava zerrelerinin kendisi kapkaranlık uzaya dönüşüyormuş gibi, sonu gelmez bir hiçliğin içine çekiliyormuşum gibi hissediyordum. O hiçliğin içinde kuklanın sureti ve şekli uzuyor, çarpıklaşıyor, hareketleniyordu. Kafa karışıklılığının ve bilinmezliğin kendisinden besleniyor, benim hissizliğimden, yabancılaşmamdan güçlenip can kazanıp bu dünyaya sızıyordu. Onu ne zaman sandığın içinden çıkarıp elime aldığımı hatırlamıyordum ama içime işleyen o ürperti ve soğuklukla birden sandığa geri bıraktım.
Başka bir tane de oyuncak bebek vardı, diğer elime aldığımı yine sonradan anladığım, eski zamanlardan kalan itici ve garip bir adam. Uzun ve dar bir yüzü, büyük ve geniş ama sivri bir çenesi, çıkık bir burnu ve geniş kulakları vardı. Saçları taranmıştı, tıpkı eski, çok eski filmlerdeki gibi. Takım elbise giyiyordu, herhangi bir özelliği farklılığı olmayan düz bir takım elbise.Ağzı küçük, dudakları dardı. Ciddi bir yüz ifadesi vardı ama o gözler, o gözlerde ne olduğunu anlayamadığım tuhaf bir duygu, öfke, uyarı, çaresizlik ve paranoya vardı. Hem insanı küçümseyen hem de insandan korkan bir artniyetle, iğrentiyle bakıyordu ve aynı duyguları da insanın kendisinde, ona bakarken uyandırıyordu.
Adamın o tuhaf ve tehditkar gözlerine baktıkça gerçek dünyadan kopup hayal dünyasına, uyku diyarına, kabuslar alemine çekiliyordum. Hissizlik ve soğukluk giderek güç kazanıyor, içinde bulunduğum bu değişen duruma tepki vermeme de müsaade etmiyor, canımda kalan olan kuvveti de çekip kendine katıyordu. Nasıl böyle bir şeyi hatırlıyorum, onu şu an anlayamıyorum ama tüm bu durumu dışarıdan izliyormuşum gibi canlanıyor her şey gözlerimde, o yabancı oyuncak bebeği, o ürkütücü oyuncağı elimde tuttukça donuklaşan, donuklaştıkça açık kalıp kuruyan ve kanlanan ve pörtlek gibi bakan o gözlerimde. Ve her nasılsa o halimle, oyuncağı tutan o halimle de göz ucumla kendimden yabancılaşan kendi gözlerime baktığımı hatırlıyorum, odanın bir köşesinde durup beni izleyen. Korkuyordu, korkuyordum. Kendime bakıyordum ama bir süre sonra o gözlerin başka bir yere baktığını görüyor ve orada duran şeyden de korkuyordum. Soğuktu, karanlıktı ve kendime bakıp yine benim gördüğüm ama gördüğümü hatırlayamadığım bir şeyden korkuyordum, korktuğumu görüyordum. Ürperti ve hissizlik güçleniyordu, ürperti güçlendikçe hissizleşiyordum ve hissizleştikçe zayıf düşüyor, beni her ne korkutuyorsa ona karşı daha hassas, daha savunmasız bir hale geliyordum. Artık yabancılaşan benliğimle ne gördüğümü hatırlamıyorum, sadece o benliğime baktığımı hatırlıyorum. Sadece korktuğum zamanları mı hatırlıyorum yoksa daha fazla korktuğum zamanları mı unutuyorum bilmiyorum, hangi benliğimin bana ait olduğunu, hangisini zaman içinde kaybettiğimi bilmiyorum. Hepsini zaman içinde ağır ağır sinsi sinsi parçalıyorlar, parça parça alıyorlar benden.
Titrediğimi hatırlıyorum, beynimin, insan kimliğimin, bilinç altımın güçlü ama zayıf olmaktan korktuğu bir parçası, karşısında zayıf kaldığı şeyleri hatırlayan bir parçası o kadar korkuyordu ki vücudum titremeye başlamıştı, dizlerim, ellerim, kollarım… Terler boncuk boncuk yüzümden aşağıya doğru akıyordu, donuk, kanlanmış ve kuru gözlerimden gözyaşları süzülüyordu ve hâla göz kapaklarımı indiremiyor fakat indirmek istemiyordum. Kontrolümü saf korkunun karşı koyulamaz gücüyle yeniden kazanmıştım, en zayıf varlıkların sırf zayıflıklarını kullanabilmek için geliştirdiği bu sağkalım içgüdüsünün en katıksız haliyle geliştirdiği bu yetiyle kendi vücudum üzerinde yeniden egemen olmuştum fakat bu sefer korkudan hareket edemiyordum. Gözlerimi yavaş yavaş yan tarafa doğru çevirdim ama yeterli değildi. Başımı yavaş yavaş, hiçbir şeyi tetiklemeden, sinirlendirmeden, harekete geçirmeden çevirdim. Aradan geçen o birkaç saniye bana saatlermiş gibi geliyordu. Ürpermeye, soğuğu hissetmeye devam ediyordum. Kontrol bendeydi ama ürperti de soğuk da giderek güç kazanıyordu. Nefesimi tutmuştum ve uzun bir süredir de nefesimi tutuyordum. Dolabın üzerine uzandığım ve o sandığa uzandığım andan itibaren nefesimi tutmuştum ve bir daha bırakmamıştım.
Kafamı çevirdim ve kimseyi göremedim ve nefesimi rahatça bıraktım. Vücudum anında can kazandı, üzerime bir sıcaklık bastı. Önüme döndüm, artık orada yoktum, artık yeniden bir bütündüm. Sonra fark ettim, elimden kaybolan oyuncağı. Sandığın içinde de yoktu, sandığın kapağını kapattığımda işte oradaydı, bana bakıyordu, donuk, kansız, pörtlemiş gözleriyle.
Başka insanlara bu yabancıdan bahsettiğim zaman eniştemin ara sıra böyle tuhaf durumlara girip insanlara dik dik baktığını söylediler ama eniştemi iyi biliyorum, kendi halinde biriydi. Az kazandığı ve pek sevmediği işini yapmaya çalışır, kazandığı paranın bir kısmını da teyzemi aldatmak için kullanır, yani böyle yaptığına hiç şahit olmadım ama halinden tavrından, sergilediği hareketlerinden belliydi, zavallı yaşamına zavallı bir şekilde devam ederdi. Enişteme benzeyen bir adamdı bu yüzden zaman zaman o muydu değil miydi emin olamıyordum ama onun kardeşinin de Körmesler’in büyük kızıyla evli olduğunu biliyordum. Bu yabancı hakkında ise hiçbir fikrim yoktu. Ortalıkta kimse yokken de sadece gözlerini dikmekle kalmaz, beni evden kovmaya çalışırdı. Pek saldırmazdı fakat oradan ayrılmazsam durumun kötü sonuçlanacağını net bir şekilde bilirdim. Bazen ev ahalisi veya mülkteki diğer evlerdeyken bile bu adam gelip gözlerini bana dikerdi. Böyle anlarda ben de korkuyla ona geri bakardım ve bu durum insanların biraz garibine giderdi. Çevrede olan bütün diğer tuhaf olaylar konusunda bir tepki vermeseler veya bariz bir şekilde görmezden gelseler de her nedense bu yabancı vakası bütün ailenin dikkatini çekiyordu. Kendi aralarında konuşurken birilerinden bahsetseler de bu birilerinin kim olduğu konusunda hiçbir fikrim yoktu. Orada olabileceğini düşündükleri ve onların bile garipsediği bir tuhaf figür, kim olabileceği hakkında tartışmalar vardı ama net bir cevap yoktu. Ölen birilerinden bahsediliyordu ama yine mülk arazisinde ölen böyle bir yabancı söz konusu değildi, kaldı ki evin önceki sahipleri diye bir durum da mevcut değildi çünkü burada yaşayan ilk insanlar yine bizim evin halkıydı.
Bu olaylar ben çocukken yaşanıyordu. Yaş aldıkça konuyu daha derinlemesine irdelemeye ve bu konuda inat etmeye başladım çünkü beni bir yerlerden kovan alakasız bir yabancının çevrede dolaşmasını istemiyordum. Aileme de konuyu açtım ama bu adamı aslında benim dışımda kimsenin asla görmemesi yüzünden kimliği hakkında bir sonuca varamıyorduk. Buna rağmen yine yaşım ilerledikçe ve o çocukluk halinin içinden çıktıkça yabancı da daha az görünmeye, göründüğü zaman da daha belirsiz davranmaya başladı. Önce evden kovmaya çalışmayı kesti ve sadece dik bakışlarını sürdürdü, ardından da olduğu ortadan kayboldu. Ta ki ben dönene kadar.
O oyuncak sandığını açınca başladı her şey. Onun bir oyuncak sandığı olduğunu nasıl öğrendiğimi de hatırlamıyorum. Kuzenlerimle konuşurken hep o kutudan ve içindeki oyuncaklardan bahsederdim ama onlar orada herhangi bir şey varmış, oradaki o herhangi bir şey çok da önemli değilmiş gibi konuşurlardı. Salonda hep beraber oturup televizyon izlerken, televizyonun altındaki film kayıtlarını cihaza takıp bakarken gözlerim hep dolabın üstünde duran o sandığın üzerinde olurdu, dikkatimi dağıtırdı. Bazen geceleri oraya bakarken bir yandan acaba içinde neler var diye merak eder dururdum ama bir yandan da ödüm kopardı, kutudan korkardım. Orada durması beni tedirgin eder, odadan çıkamı isteyecek kıvama getirirdi iç dünyamı.
Bir gün dayanamayıp kimse çevrede değilken sandığı yere indirdim, ağırdı, o çocuk halimle bütün vücudumu sonuna kadar zorlayacak kadar ağırdı ama yapabilmiştim ama biliyordum ki normal şartlarda bunu yapamazdım. Dolaba tırmanıp en yukarıda duran o içi dolu koca sandığı tutup aşağıya onunla birlikte güven içinde, güven içindeyi büyük bir kuşkuyla söylüyorum, zemine indirebilmem şu anki gözlerle geçmişe baktığımda imkansız görünüyor. Dengemi korumam için beni orada tutacak veya ben bunları yaparken sandığın kendisini tutacak birisi olmadıkça bu eylem olasılıksız görünüyor. Kim bana destek verdi, ne destek verdi en ufak bir fikrim bile yok ama yine destek kelimesi de son derece yanlış bir tercih olurdu çünkü bir lanetti bu.
Sandığı açmadan hemen önce bütün odanın soğuduğunu hissediyordum fakat sıcaklıktaki bir değişim değildi bu. Duygularım sönümlenmiş, tüylerim diken diken olmuştu. Hayal gücüm, aklım, reflekslerim donmuştu. Bir şey beni ele geçirmiş veya son derece hassas ve güçlü bir şekilde manipüle etmişti. Dışarıdan kendimi mi izliyorudm acaba çünkü zihnimi yeterince zorlarsam kendi donuk, hissiz bakışlarımı bile hatırlayabileceğimi düşünüyorum şu an. Sandığı nasıl açtığımı, yerde nasıl o şekilde durduğumu, vücudumun netliğini, kesinliğini, nasıl da bir santim bile olsa oynamadığımı, titremediğimi. Elimi hareketsiz tutmamı isteseniz, olduğum yerde hareketsiz yatmamı isteseniz yine mümkün olmaz. En azından göz kapaklarım, çenem veya gözlerim oynar.
Sandığı yavaş yavaş açtım, sanki içinde duran şeyleri kızdırmak istemiyormuşçasına veya ev halkını haber etmemeye çalışırcasına fakat yine eminim, birilerinin beni izlediğinden, bütün olan biteni takip ettiğinden. Bu izleyenler kendi akrabalarım mıydı? Mahallenin etkisine kapılıp giden, artık onlardan birisi olan bir kuzenim, teyzem, dayım mıydı? Sanmıyorum. Bilmiyorum. Onları taklit eden başka birisiymiş veya bazı görünmez gözlermiş gibi hissediyorum. Ne yapacağımı sabırsızlıkla bekleyen, sessizlikte, hiçlikte, karanlıkta bekleyen bilinmeyen kişiler veya varlıklardı onlar. Sandığı dolaptan indirişimi, yere koyuşumu, onunla birlikte yere diz çöküşümü, kapağını açışımı ve kapağı açışımı izliyorlardı. Ve emin olun, şu anda da hâla izliyorlar.
Oyuncak kutusunun içinden pek çok farklı oyuncak çıktı, hiçbirisi tanıdık gelmedi. Bir tane siyah bir kukla vardı. Elleri, kolları, bacakları ve kafası olan siyah bir kukla ama gözleri yoktu, bir yerlere düşmüş olmalıydı. Ona baktıkça dipsiz bir kuyunun içine çekiliyormuş gibi, çevremdeki hava zerrelerinin kendisi kapkaranlık uzaya dönüşüyormuş gibi, sonu gelmez bir hiçliğin içine çekiliyormuşum gibi hissediyordum. O hiçliğin içinde kuklanın sureti ve şekli uzuyor, çarpıklaşıyor, hareketleniyordu. Kafa karışıklılığının ve bilinmezliğin kendisinden besleniyor, benim hissizliğimden, yabancılaşmamdan güçlenip can kazanıp bu dünyaya sızıyordu. Onu ne zaman sandığın içinden çıkarıp elime aldığımı hatırlamıyordum ama içime işleyen o ürperti ve soğuklukla birden sandığa geri bıraktım.
Başka bir tane de oyuncak bebek vardı, diğer elime aldığımı yine sonradan anladığım, eski zamanlardan kalan itici ve garip bir adam. Uzun ve dar bir yüzü, büyük ve geniş ama sivri bir çenesi, çıkık bir burnu ve geniş kulakları vardı. Saçları taranmıştı, tıpkı eski, çok eski filmlerdeki gibi. Takım elbise giyiyordu, herhangi bir özelliği farklılığı olmayan düz bir takım elbise.Ağzı küçük, dudakları dardı. Ciddi bir yüz ifadesi vardı ama o gözler, o gözlerde ne olduğunu anlayamadığım tuhaf bir duygu, öfke, uyarı, çaresizlik ve paranoya vardı. Hem insanı küçümseyen hem de insandan korkan bir artniyetle, iğrentiyle bakıyordu ve aynı duyguları da insanın kendisinde, ona bakarken uyandırıyordu.
Adamın o tuhaf ve tehditkar gözlerine baktıkça gerçek dünyadan kopup hayal dünyasına, uyku diyarına, kabuslar alemine çekiliyordum. Hissizlik ve soğukluk giderek güç kazanıyor, içinde bulunduğum bu değişen duruma tepki vermeme de müsaade etmiyor, canımda kalan olan kuvveti de çekip kendine katıyordu. Nasıl böyle bir şeyi hatırlıyorum, onu şu an anlayamıyorum ama tüm bu durumu dışarıdan izliyormuşum gibi canlanıyor her şey gözlerimde, o yabancı oyuncak bebeği, o ürkütücü oyuncağı elimde tuttukça donuklaşan, donuklaştıkça açık kalıp kuruyan ve kanlanan ve pörtlek gibi bakan o gözlerimde. Ve her nasılsa o halimle, oyuncağı tutan o halimle de göz ucumla kendimden yabancılaşan kendi gözlerime baktığımı hatırlıyorum, odanın bir köşesinde durup beni izleyen. Korkuyordu, korkuyordum. Kendime bakıyordum ama bir süre sonra o gözlerin başka bir yere baktığını görüyor ve orada duran şeyden de korkuyordum. Soğuktu, karanlıktı ve kendime bakıp yine benim gördüğüm ama gördüğümü hatırlayamadığım bir şeyden korkuyordum, korktuğumu görüyordum. Ürperti ve hissizlik güçleniyordu, ürperti güçlendikçe hissizleşiyordum ve hissizleştikçe zayıf düşüyor, beni her ne korkutuyorsa ona karşı daha hassas, daha savunmasız bir hale geliyordum. Artık yabancılaşan benliğimle ne gördüğümü hatırlamıyorum, sadece o benliğime baktığımı hatırlıyorum. Sadece korktuğum zamanları mı hatırlıyorum yoksa daha fazla korktuğum zamanları mı unutuyorum bilmiyorum, hangi benliğimin bana ait olduğunu, hangisini zaman içinde kaybettiğimi bilmiyorum. Hepsini zaman içinde ağır ağır sinsi sinsi parçalıyorlar, parça parça alıyorlar benden.
Titrediğimi hatırlıyorum, beynimin, insan kimliğimin, bilinç altımın güçlü ama zayıf olmaktan korktuğu bir parçası, karşısında zayıf kaldığı şeyleri hatırlayan bir parçası o kadar korkuyordu ki vücudum titremeye başlamıştı, dizlerim, ellerim, kollarım… Terler boncuk boncuk yüzümden aşağıya doğru akıyordu, donuk, kanlanmış ve kuru gözlerimden gözyaşları süzülüyordu ve hâla göz kapaklarımı indiremiyor fakat indirmek istemiyordum. Kontrolümü saf korkunun karşı koyulamaz gücüyle yeniden kazanmıştım, en zayıf varlıkların sırf zayıflıklarını kullanabilmek için geliştirdiği bu sağkalım içgüdüsünün en katıksız haliyle geliştirdiği bu yetiyle kendi vücudum üzerinde yeniden egemen olmuştum fakat bu sefer korkudan hareket edemiyordum. Gözlerimi yavaş yavaş yan tarafa doğru çevirdim ama yeterli değildi. Başımı yavaş yavaş, hiçbir şeyi tetiklemeden, sinirlendirmeden, harekete geçirmeden çevirdim. Aradan geçen o birkaç saniye bana saatlermiş gibi geliyordu. Ürpermeye, soğuğu hissetmeye devam ediyordum. Kontrol bendeydi ama ürperti de soğuk da giderek güç kazanıyordu. Nefesimi tutmuştum ve uzun bir süredir de nefesimi tutuyordum. Dolabın üzerine uzandığım ve o sandığa uzandığım andan itibaren nefesimi tutmuştum ve bir daha bırakmamıştım.
Kafamı çevirdim ve kimseyi göremedim ve nefesimi rahatça bıraktım. Vücudum anında can kazandı, üzerime bir sıcaklık bastı. Önüme döndüm, artık orada yoktum, artık yeniden bir bütündüm. Sonra fark ettim, elimden kaybolan oyuncağı. Sandığın içinde de yoktu, sandığın kapağını kapattığımda işte oradaydı, bana bakıyordu, donuk, kansız, pörtlemiş gözleriyle.
Başka insanlara bu yabancıdan bahsettiğim zaman eniştemin ara sıra böyle tuhaf durumlara girip insanlara dik dik baktığını söylediler ama eniştemi iyi biliyorum, kendi halinde biriydi. Az kazandığı ve pek sevmediği işini yapmaya çalışır, kazandığı paranın bir kısmını da teyzemi aldatmak için kullanır, yani böyle yaptığına hiç şahit olmadım ama halinden tavrından, sergilediği hareketlerinden belliydi, zavallı yaşamına zavallı bir şekilde devam ederdi. Enişteme benzeyen bir adamdı bu yüzden zaman zaman o muydu değil miydi emin olamıyordum ama onun kardeşinin de Körmesler’in büyük kızıyla evli olduğunu biliyordum. Bu yabancı hakkında ise hiçbir fikrim yoktu. Ortalıkta kimse yokken de sadece gözlerini dikmekle kalmaz, beni evden kovmaya çalışırdı. Pek saldırmazdı fakat oradan ayrılmazsam durumun kötü sonuçlanacağını net bir şekilde bilirdim. Bazen ev ahalisi veya mülkteki diğer evlerdeyken bile bu adam gelip gözlerini bana dikerdi. Böyle anlarda ben de korkuyla ona geri bakardım ve bu durum insanların biraz garibine giderdi. Çevrede olan bütün diğer tuhaf olaylar konusunda bir tepki vermeseler veya bariz bir şekilde görmezden gelseler de her nedense bu yabancı vakası bütün ailenin dikkatini çekiyordu. Kendi aralarında konuşurken birilerinden bahsetseler de bu birilerinin kim olduğu konusunda hiçbir fikrim yoktu. Orada olabileceğini düşündükleri ve onların bile garipsediği bir tuhaf figür, kim olabileceği hakkında tartışmalar vardı ama net bir cevap yoktu. Ölen birilerinden bahsediliyordu ama yine mülk arazisinde ölen böyle bir yabancı söz konusu değildi, kaldı ki evin önceki sahipleri diye bir durum da mevcut değildi çünkü burada yaşayan ilk insanlar yine bizim evin halkıydı.
Bu olaylar ben çocukken yaşanıyordu. Yaş aldıkça konuyu daha derinlemesine irdelemeye ve bu konuda inat etmeye başladım çünkü beni bir yerlerden kovan alakasız bir yabancının çevrede dolaşmasını istemiyordum. Aileme de konuyu açtım ama bu adamı aslında benim dışımda kimsenin asla görmemesi yüzünden kimliği hakkında bir sonuca varamıyorduk. Buna rağmen yine yaşım ilerledikçe ve o çocukluk halinin içinden çıktıkça yabancı da daha az görünmeye, göründüğü zaman da daha belirsiz davranmaya başladı. Önce evden kovmaya çalışmayı kesti ve sadece dik bakışlarını sürdürdü, ardından da olduğu ortadan kayboldu. Ta ki ben dönene kadar.
Yorumlar
Yorum Gönder