19- Hiçliğin Ortasında (Spooktober '21)
Samanyolu Gökadası’nın uzak bir köşesinde, insan varlığının daha önce hiç gelemediği yalnız bir yıldız vardı. Gökadanın geri kalanına yeni yeni yayılmaya çalışan bu insan uygarlığı da bu yıldıza ancak varabilmişti. Yıllar önce o kötü olaylarla anılan ilk deneme uçuşları yapılmış araçların daha yeni türleri artık Gökada’nı her tarafında geziyordu. O araçlardan biri şimdi bu yıldızın da çevresindeydi. Diğer araçlardan farklı olarak yolculuk amacıyla değil, bir araştırma istasyonu olması amacıyla kullanılıyordu. Böyle küçük araştırma istasyonlarının içinde de genelde herhangi bir alanda derin bir uzmanlık kazanmış kişiler değil, araştırma için gerekli alanlarda yeterli bilgi birikimine ve pratikliğe ulaşmış gökmen adlı kişiler görev alıyordu.
Küçük istasyon, özünden çevrildiği araç gibi üç bölmeye sahipti. Birinci bölmede bilgisayarlar, analizörler, çıktıalırlar ve dümen gibi çeşitli aygıtlar vardı. Bu bölme bir koridor aracılığıyla aracın diğer ucuna çıkıyor ve bir diğer bölmeye bağlanıyordu. Arka taraftaki bu bölmede de aracın içindeki insanlar yaşamını sürdürebiliyordu. Yataklara, çeşitli ihtiyaçların giderilebileceği tesislere, mutfağa, yankısayarlara sahipti. Çalışmalar yapılmayacağı veya derin uykuya geçileceği zaman burası kullanılırdı. Araçtaki üçüncü bölme ise koridorun ortasında, aracın girişinin tam karşısında yer alıyordu. Burası “kasa” adı verilen bir yerdi ve diğer iki odadan daha küçüktü. Bir felaket zamanında içeriye sığınılması veya tehlikeli bir maddenin, canlının, örneğin ve unsurun içeriye kapatılması amaçlanmıştı.
Bilgisayardaki verileri büyük bir heyecanla inceleyen Gökmen, hafifçe aracın sarsılması ile hemen koridor tarafına geçti ve kapının önünde bekledi. Kapı açılınca başka bir araçtan inen üç kişi girdi içeri.
“Nedir bu acil durum?” diye söze girdi hemen Denetmen. “Sağlığının bozulduğunu veya aracının hata verdiğini düşündük ama hiçbir sorun görünmüyor.”
“Öyle bir aciliyeti yok.” diye cevap verdi Gökmen, gözleri parlıyordu, yüzü gülümsüyordu.
“Araştırma hakkında mı bir gelişme var?” diye sordu Eğitmen, diğerlerinin aksine sivil giyinmişti.
“İstersen önce bir durumunu inceleyelim.” diye araya girdi Doktor. “Diğer tüm konuları sonra konuşuruz.”
Gökmen sağlık durumunun gayet iyi olduğunu söylese de Doktor bu sözleri duymazdan geldi ve yine de onun verilerine bir göz attı. Küçük sıra dışı veriler ve dalgalanmalar vardı ama çok ciddi bir şey yoktu.
“Bir sorunumuz var mı?” diye sordu Denetmen.
“Hayır.” dedi Doktor. “Bunlara geri döndüğümüzde bakabiliriz.”
Bu sözler Gökmen’i daha da heyecanlandırmıştı. “Denetim bölmesine geçelim. Göstermek istediğim verileri size orada gösteririm.”
“Çok önemli bir durum ise neden verileri doğrudan bize iletmedin?”
“Kendiniz görmelisiniz.”
“Kurallar böyle değil.”
“Sen çok heyecanlı görünüyorsun.” dedi Eğitmen. “Ama çevrede çok sıradışı bir şey yok gibi. Çok verimli olabilecek bir durum yoksa fazla zaman harcamamamız gerektiğini biliyorsun değil mi?”
“Evet evet biliyorum ama inanın bana, bu çok önemli. Şu ana kadar ne gördüyseniz duyduysanız, hepsinden daha büyük bir şey.”
“Nedir o?” diye sordu Denetmen.
Onun bu sorusu üzerine Gökmen ekranlardaki görüntüleri kapattı ve onların ardında duran karanlık manzarada, bütün siyahlığın ortasında parlayan bir yıldızı gösterdi. “O.”
“Evet bu bir yıldız.” dedi Eğitmen ve ekranların bir kısmını yeniden açarak yıldız hakkında toplanan bilgileri inceledi. “Çok özel bir yanı yok, Güneş’e benziyor.”
“Biraz daha incele.” diye diretince Gökmen, Eğitmen de ekrandaki verilerdeki detaylara bir süre daha baktı.
“Yayılım düzeyleri sıradan, sıcaklığı yerinde. Belki yaşına göre daha farklı olabilirdi. Yaşlı bir yıldız ama öyle görünmüyor. Yine de çok farklı bir şey göremedim. Daha tuhaf ve önemli olaylara tanıklık etmişliğimiz var.”
“Ama…” dedi Gökmen. “Yıldızdan sesler geliyor.”
“Olası değil.” dedi Denetmen. “Yıldızdan sesler gelemez, arada boşluk var. Boşluktan ses geçmez.”
“Evet.” diye ekledi Eğitmen. “Yıldızın yüzeyinde veya içinde de çok farklı bir durum yok gibi. Bütün ses bilgilerinde de bir tuhaflık yok.”
“Yüzeyinde ses yok.” dedi Gökmen. “Boşluktan da ses gelmiyor ama yıldızdan gelen iletiler ses barındırıyor.”
“Ne demeye çalışıyorsun sen?” diye çıkıştı Denetmen. “Daha önce hiç uğramadığımız yıldızda birilerinin sana seslendiğini mi söylüyorsun?”
“İletilerde ses var, gösterebilirim.”
“Bence sen böyle araştırmalar için pek uygun değil gibisin.” dedi Doktor. “Belki de senin yerine başkasını atayıp seni ana istasyonlardan birine geri götürmeliyiz. Sana yardım edebileceğim tesisler var orada.”
“Hayır hayır.” diye itiraz etti Gökmen. “Size gösterebilirim.” dedi ve ekranlardan birinde yıldızdan gelen göstergeleri ve iletileri açtı.
İletiler açılır açılmaz görevlilerin kulaklarına gelen ses çıktılarında ilk başta boğuk ve anlaşılmaz bir bozulum vardı. Bozulum yavaş yavaş açıldı ve kendi içinde farklı ses parçaları olarak çeşitlenmeye başladı. Bu noktada rastgele farklılaşan ses parçaları görevlilerin dinlediği süre boyunca bir düzen üstüne oturdu, daha anlamlı bütünler oluşturdu. Görevliler bu durumdan iyice rahatsız olunca ekrandaki iletileri Denetmen’in kendisi kapattı. Eli ile baş ağrısını gidermek için alnını ovuşturuyordu.
“Bu ne demek şimdi?” diye çıkıştı.
“Görmüyor musunuz?” diye sordu Gökmen.
“Neyi?” diye cevapladı Doktor, aynı anda Gökmen’in davranışlarını gözlemliyordu. Onun görevden alınması konusunda kendisinden oldukça emindi. Duyguları ve düşünceleri bu denli karışmış insanları böyle görevlerde tutmak sadece zarar getirebilirdi.
“Daha görmüyorsunuz.” diye ekledi Gökmen. “Tamam o zaman, sadece sesin kendisine odaklanalım. Elimizdeki bilgileri inceleyelim.”
“Bu sorunun derinliklerine iyice gömülmeden bence senin sağlık durumunu tartışmalıyız.” diye uyardı Doktor. Böyle görevlerde insanların akıl sağlığı bozulabiliyordu. Durum bu şekilde olunca doktorların bu uyarıları hemen ciddiye alınır ve hal daha kötüleşmeden eyleme geçilirdi.
“Hayır.” dedi Gökmen. “Lütfen beni biraz da olsa ciddiye alın. Siz de bu seslerin sıradan bulgular olmadığını biliyorsunuz.”
“Peki.” dedi Eğitmen. Ekrandaki bilgileri ve ses dalgalarını inceliyordu dikkatli bir şekilde. Araca sonradan gelen diğer iki kişiye göre Gökmen’i dinlemeye biraz daha eğilimliydi. Eğitim verdiği kurumlarda böyle konuların simülasyonlar aracılığıyla teorik bilgisini vermek güzeldi ama şu an önünde bu konuları pratikte incelemek için müthiş bir fırsat vardı. “Ne düşündüğünü neden önceden bize söylemiyorsun? Öyle daha kolay olur.”
“Hayır lütfen, önce sizlerin bu bulguları incelemeniz gerek. Eminim siz de benim gibi her şeyin farkına varınca heyecanlanacaksınız.”
“Bu şekilde sessiz kalman bile vakit kaybı.” dedi Denetmen ama sonra ekranlardaki araştırma çıktılarını inceledi.
“Bir iletişim çabası gibi.” dedi Eğitmen.
“Bu bilgilerin o yıldızdan geldiğini nereden biliyorsun?” diye sordu Denetmen. “Gönderdiğimiz bilgiler uzayın çeşitli anomalileri arasında çarpıtılabiliyor. Tekillikler, kırılımlar veya uzay kaymaları gibi olaylar ile bambaşka yerlere ulaşabiliyor. Bu sesler de aynı şekilde buraya gelmiş olabilir.”
“Olası değil. Çevrede hiçbir gemi yok. Sıra dışı bir evrensel olayın yaşandığına dair bir iz de yok. Belki gezegenlerden birinden gelmiştir.” dedi Doktor.
“Buralarda bir yerde bize bu iletileri gönderebilecek kadar gelişmiş bir uygarlığın mı var olduğunu söylüyorsun?”
“Buradaki hiçbir gezegen yaşama elverişli değil. Hepsinde bozulmalar yaşanmış ve bütün yapıları olduğu gibi yozlaşmış. Uzaktan yakından bir yaşam mümkün değil.”
“Belki bir uzay aracından gelmiştir ses?”
“Buraya gelen ilk uzay aracı bu. Yoksa aracı geride bıraktığı uzaybüküm izlerini görebilirdik.”
“Yabancı bir uzay aracından söz ediyor olabilir miyiz?”
“Olası.”
“Çok tuhaf.” dedi Eğitmen.
“Yabancı bir uzay aracı düşüncesi mi? O kadar tuhaf değil, ne de olsa yaşamın pek çok biçimiyle karşılaştık şu ana kadar. Her ne kadar bizden daha gelişmiş bir tür göremesek de…”
“Hayır o değil. Aklıma çok uçta bir şüphe geldi ve o şüpheyi gidermek için yıldızın çevresine yeniden göz attım.”
“Nedir o şüphe?” diye sordu Denetmen.
“O değerler de ne öyle?” diye çıkıştı Doktor.
Gökmen ise sadece heyecanlı bir şekilde izliyordu bütün bu iletişimi.
“Bu aracın ilk sürümleriyle yapılan deneyleri hatırlıyor musunuz?”
“Uzay zaman dışındaki boyutların kullanılmaya çalışıldığı deneyleri mi diyorsun?”
“Evet. Eğer yıldızın çevresinde yabancı bir uzay aracı varsa ve uzaybüküm yerine boyutlar arasında ilerleyen bir yol kullanıyorsa geride boyutkırım izleri bırakması gerekir.”
“Bu değerler de ona mı ait? O aracın geride bıraktığı boyutbüküm izleri? Çok fazlalar…”
“Evet bütün yıldızın etrafını sarıyor bu izler. Hatta o kadar yoğun bir iz ki bu aracın tam olarak nereden gelip nereye gittiğini anlayamıyoruz. Şu an bir kase suyun içinde gibiyiz, o yıldız da suyun ortasında duran bir top.”
“Bu kadar dağınık ve yoğun bir iz bırakabilir mi bir araç? Mümkün mü?”
“Nasıl bir yöntem kullanılırsa kullanılsın olasılıksız. Ancak belki bu noktada patlamışsa böyle bir iz bırakabilir ama yine de geldiği yönü tespit edebilirdik. Öyle bir araç olmalı ki şu ana kadar hiçbir şekilde göremediğimiz veya teorik olarak varlığını öne süremediğimiz bir yerden gelsin ve burada patlasın… ki zaten böyle bir ulaşım imkanı varsa tam bu yerde patlayacak değil. Çok ama çok gelişmiş bir teknolojinin ürünü olmalı.”
“Yani diyorsun ki böyle bir araç yok.”
“Evet. Öyle bir araç olsaydı buraya gelip patlamazdı. Bir şekilde yoluna devam ederdi. Önümüzde ne görüyorsak onunla açıklamalıyız her şeyi.”
“Yani…” diye söyleyecekti ki Doktor…
“İleti yıldızdan geliyor.” diye cevap verdi Gökmen.
“Evet, öyle.”
“Yıldızın içindeki bir araçtan geliyor olabilir mi?”
“Öyle olsa bile boyutkırım dışında başka izleri, bilgileri de görürdük.”
“Doğru mu anlıyorum şimdi olayı, bu gelen iletinin kaynağı yıldız. İçinde bir iletişim çabası barındıran iletinin kaynağı olan bir yıldız… İletinin oradan geldiğini nereden biliyoruz ki? Belki de bu deli gökmen ayarlamıştır her şeyi?” diye itiraz etti yine Denetmen.
“Birilerini bu şekilde suçlamak gerçekten çok ciddi bir hareket.” diye kendini savundu Gökmen, sakin ve soğuk bir ses tonu vardı.
“Şu an öne sürülenler de oldukça ciddi.”
“Evet.” dedi Doktor. “Açıkçası ben de buna inanıyor olabilirim. İletileri gerçekten de sen yerleştirmiş olabilirsin.”
Tam bu sözler konuşulurken birden gemideki sistemlerin gücü kesildi, ekranlar kayboldu ve bütün mobil aygıtlarda öylece kapandı. Bir süre sarsılan uzay aracının üstüne yıldızdan gelen bir takım partiküller vurdu. Kapanan ekranların ardındaki uzay manzarasının karanlığında ise renkler ve çizgiler değişmeye başladı. Hiçliğin içinden çıkan bazı silüetler oldukları yerde hareket ediyorlar, bazen yıldıza doğru gidiyorlar, bazen de araca doğru yaklaşıyorlardı. Aracın içine yeni gelmiş üç kişi bütün bu olanları büyük bir dehşet içinde izlerken Gökmen’in kendisi ise sanki huzur dolu bir doğa manzarasını izliyordu. Eğer gerçekten durum bu ise, onun kabul ettiği doğa, insanların içinde yaşadığından çok daha farklı olmalıydı.
Güçler geri geldiğinde ve ekranlar yeniden açıldığında Gökmen hariç herkes dışarıdaki manzaradan esirgendiği için biraz rahatlamıştı. İnsanlar sessizdi, kimse konuşmuyordu. Ekranda ise elde edilen yeni veriler vardı, onlara ek olarak da yeni iletiler.
“Ne oldu az önce?” diye büyük bir korku ile sordu Denetmen.
“Konuştu.” diye sakince cevap verdi Gökmen.
“Yıldız mı?”
“Evet.” dedi Gökmen. “Çok ilginç değil mi?” diye sordu Gökmen. “İnsanlığın eriminin ucunda, uygarlığın yüreğinden uzakta bir yaşam biçimi, böyle görkemli ve ebedi…”
“Yıldızdan mı bahsediyorsun?”
“Evet öyle. İletişim kurabiliyor değil mi? Bizlere ulaşabilen bir mekanizmaya sahip olmalı. Yanındaki gezegenlere hem yaşam sağlayabiliyor hem de o yaşamı onların ellerinden alabiliyor. Hiçliğin ortasındaki kozmik bir canlı, bir akıl, bir irade…”
“Ne demeye çalışıyorsun?”
“Onun bir Tanrı olduğunu söylemeye çalışıyorum. Müthiş sesi ile bizleri çağırmadı mı? Bir çağrısı ile birlikte nice başka canlı türü de biçim alıp onun yanına yaklaşmadı mı? Şu anda onun kullarının ve gücünün merhametinde değil miyiz?”
“Buradan gitmemiz gerek.” dedi Denetmen ama Gökmen onu durdurdu.
“Yapma.” dedi sakince. “Lütfen.”
“Doktor, bu deliyi uyutup merkeze geri götürelim. Bu sorun konuşarak çözülecek gibi değil.”
“Sanmıyorum sayın Denetmen.” dedi Doktor. Onun da gözleri büyülenmiş bir şekilde o yıldıza doğru bakıyordu. Arada başka bilgileri ve görüntüleri yansıtan ekranlar olmasına karşın ışıldayan gözleri ile doğrudan o yıldızın olduğu konumu görüyor gibiydi. “Burada daha önemli başka çabaları bulmuş olabiliriz.”
“Görüyor musunuz?” dedi Gökmen. “Doktor anlıyor çünkü bütün yaşamını yaşamın kendisini anlamak için geçirdi ve şimdi burada onun kaynağını buldu, Tanrı’yı.”
Bu sözlerle birlikte Eğitmen ve Denetmen içinde bulundukları bölmenin bir tarafına çekildiler, Doktor ile Gökmen de bir diğer tarafına. “Sen bunlarla aynı düşüncede değilsindir umarım sayın Eğitmen...” diye yokladı Denetmen.
“Hayır.” dedi Eğitmen. “Benim kendi inançlarım var.”
“Benim hiçbir inancım yok ama buradan sağ bir şekilde kurtulmak istediğime eminim.”
“Birilerini uyutmak ile ilgili ne demiştiniz sayın Denetmen?” diye sordu Doktor. Elinde iğneyi tutuyordu ve iğnenin değerlerini anestezi için gerekli en uç noktalara çekti. “Derin bir uykuya ihtiyacınız var gibi.”
Doktor’un hamlesi ile birlikte ortalık birden karıştı ve bölmenin iki tarafına çekilen görevliler birbirlerine girdiler. Doktor’un iğne ile yapacağı hamleye Eğitmen müdahale edip geri savdı ama kendini Doktor’dan korumaya çalışan Denetmen’e bu sefer Gökmen saldırdı. Hazırlıksız yakalanan Denetmen yavaş ve zayıf bir tepki verince de Gökmen onun kafasını bilgisayarlara çarpıp yardı. Denetmen’in üzerinden çekilen Gökmen kanlı bir materyalin üzerinden kayan Doktor’un hareketsiz bedenine bakakaldı, sonra da iki delinin gözleri Eğitmen’e çevrildi.
Eğitmen karşısında duran bu manyaklara karşı ilk başta hiçbir harekete geçmeyip sadece gardını aldı. Gelen saldırıları savuşturacak ve ilk fırsatta Doktor’un iğnesini kapıp onlara hareketsiz hale getirecekti. Doktor ve Gökmen, Eğitmen’in iki yanına doğru kaydılar ve ona farklı yönlerden saldırmak için konumlarını aldılar. Eğitmen’in gözleri ise daha çok Doktor’un üzerindeydi, onun iğnesini aldığı sürece Gökmen onun için bir tehlike oluşturmayacaktı.
İlk önce Gökmen saldırdı Eğitmen’in üzerine ve ikili, yerde duran Denetmen’in cesedi üzerinde boğuşup durdular. Tüm bu boğuşma boyunca da Doktor saldırısını yapmak için doğru fırsatı kolladı, ardından da hamlesini yaptı fakat Eğitmen küçük bir manevra ile onun dengesini bozup saldırıdan kaçınca Doktor’un parmakları, iğnenin değerlerini değiştirecek şekilde kaydı ve iğnenin ucu Gökmen’e saplandı. Hiç ses çıkarmadan öylece yere serilen Gökmen bir süre boyunca titredi, yüzünü saran damarlarının rengi değişti ve gözlerindeki ışık öylece söndü.
Ne yaptığını ancak kavrayabilen Doktor’un şaşkınlığını fırsat bilen Eğitmen ise hemen onun elinden iğneyi kaptı ve ayarları değiştirmeye denemeden aygıtı Doktor’a sapladı. Doktor da aynı şekilde yere düştü ve kısa süre içinde öldü.
Tam o anda araç yine sallandı, güç yine kesildi ve ekranlardaki görüntü gidip kendisini yıldız ve yıldızın etrafında toplanan varlıkların olduğu manzaraya bıraktı. Eğitmen muazzam bir dehşet ama bir o kadar da büyük bir büyülenme hali ile yıldızı ve etrafında toplanmış kullarını seyretti. O dışarıya kilitlenmişken geminin çıktıalırlarından da yıldızın iletilerle gönderdiği sesler oynamaya başladı.
“Evet.” dedi Eğitmen. “Evet yüce efendimiz.”
Yorumlar
Yorum Gönder