4- Tünel (Spooktober '21)



Uykusuz bir halde geçirdiğim yoğun bir iş gününün ardından bacaklarımın zar zor yukarıda tuttuğu bedenimi sağa sola sallayarak inmiştim metro hattının Meydan durağına. Durağın koridorlarına yerleştirilen beyaz ışıklar, gözlerime yeterince iş yaptıklarını ve artık kapaklarını indirebileceklerini söylercesine saldırgan bir şiddette parlıyorlardı. Attığım her bir adım ile yeni bir yorgunluk ve kaşıntı dalgası bacaklarımdan vücudumun geri kalanına yayılıyordu. Treni beklemeye geçtiğim noktada ise rastgele içine daldığım düşünce akışları yüzünden bilinç düzeyinde düşler görmeye başlamıştım. Bir süredir ertelediğim uykumun, ben ona izin vermeden varlığımı ele geçirme niyeti vardı.

Vagona en sonunda bindiğimde ise benden başka herkesin koltuklarına oturmuş olduklarını görünce hayal kırıklığına uğramıştım ama belki böylesi daha iyi olacaktı. Koltukların vereceği rahatlık ile uykuya dalmak, uyurken varış noktamı kaçırmak istemiyordum. İki taraftan içinde bulunduğumuz bölüme vağlanan başka vagonların koridorları da birbiri ardına dizili olduğu için, tren sanki içinde sonsuzluğa uzanan bir tüneli barındırıyordu. Yine de her iki tarafta koltukların dolu olduğu az çok görülüyordu. Belki yeterince çabalasam bir yerlerde boş bir yer bulabilirdim ama o kadar çabalayacak gücüm yoktu. Tren harekete geçince de yanımda duran direğe bütün gücümle tutundum. Gösterdiğim gücün beni uyanık tutacağını umuyordum.

Çocuğuna duyduğu sevgiyi ifade edemeyecek kadar cahil kalmış bir ebeveynin salladığı bir beşik gibi sallanıyordu tren. O sevgiyi sağlıklı bir şekilde duyamayan bebek de bendim. Zoraki ve tatsız bir hissizlik yavaş yavaş beni ele geçirmek üzereydi ki beşik aniden şiddetli bir şekilde sallandı. Sallantı sadece birkaç saniye devam etmiş olmalıydı ama o kısıtlı süre biz yolculara bir ömür boyu sürmüş gibi geldi. Ardından ışıklar kesildi, vagon karardı ve her yere mutlak bir sessizlik hakim oldu. İnsanlar sanki orada var olmuş bir tanrıyı rahatsız etmemek istercesine sessizliklerini sürdürüyorlardı ama içten içe panik olduklarını biliyordum. Hepsi de camları, kapıları yumruklamak, yardım için çığlıklar atmak istiyordu.

Evren buna fırsat vermeden başka büyük bir sarsıntı daha yaşadık, bu seferki sarsıntı çok daha ciddi boyutlardaydı. Bunun üzerinde insanlar sessizliğe daha fazla dayanamadı ve birbirleriyle telaş içinde konuşmaya başladılar. Yolcuların bir kısmı kapıların açılıp açılmayacağını sorguluyordu ama bu trenin herhangi bir işlevinin şu an yerine getirilmeyeceği çok belliydi. Bir yolcu büyük bir heyecanla çevresindeki herkesi durdurdu ve sessizliği dinlemeye başladı. Dikkatini önce pencerelere verdi, sonra da trenin zeminine. Zemine doğru yaklaştıktan sonra kendinden iyice emin oldu ve diğer herkese yeri işaret etti. O sessizlikte kastettiği olayı anlamam için kulağımı yere yaklaştırmama gerek yoktu. Diplerden çok tedirgin edici bir ses geliyordu, bir uğultu, çığırı, çatırdama…

Tam o anda ses iyice yaklaştı ve kendimi kendimi elimle tuttuğum direği olan bütün gücümle kavrarken buldum çünkü trenin doğrultusu eğim almıştı. Çatırdamalar ve uğultular arttıkça tren daha fazla eğimli bir doğrultu alıyordu. Birbiri ardına dizilen vagonlar ve bu vagonların içinde sonsuzluğa uzanan koridor giderek dipsiz bir kuyuya dönüyordu. Bütün gücümle tutunduğum direk sayesinde bu kuyunun çekimine karşı direnebiliyordum ama tutunacak bir fırsat bulamayan başka yolcular çoktan düşmeye başlamışlardı bile. Sarsıntılar giderek arttı ve her bir sarsıntıyla tren aşağılara doğru çekilmeye başladı. Bu noktaya kadar hep aşağıya bakıyordum, kafamı yukarıya çevirdiğim anda ise bana doğru düşen insan bedenlerini gördüm en son. Sonrası ise sadece karanlık.

Sırtımın çeşitli noktalarından muazzam acıların yayıldığını hissedebiliyordum. Kafamı her hareket ettirmeye çalıştığımda ise sanki kafatasımın içindeki çok ağır ve yoğun bir iyice çalkalanıyor ve düşüncelerimi yeniden bozuyordu. Kulaklarıma çok kötü bir inleme dadanmıştı. Dalgalanan şiddetlerle yankılanıyor, bir türlü susmak bilmiyordu. Derin bir nefes almaya çalışsam da ciğerlerime toz çekince hemen öksürdüm ama onu bile doğru düzgün yapamıyordum. Her öksürüşümde boğazım acıyor ve çok tüylerini yutmuş kediler gibi ses çıkarıyordum. Biraz hareketlenip kendime gelmeye çalışınca bir ayağımın boşlukta olduğunu fark ettim. Biraz daha hareket etsem dipsiz kuyudan aşağıya düşmeye başlayacaktım. Burnuma ise toz ve kan kokusu geliyordu.

Direğe tutunmam düşüşümü yumuşatmıştı, düştüğüm yer ise hemen altımdaki koltukların yan kısmında duran cam bölme olmuştu. Koridorun sonsuzluğa açılan iki ucunun arasında bir yerdeydi. Duyularımı ve hareketlerimi biraz toparlayınca bakışlarımı aşağıya çevirdim ve orada bir yerde hareket eden bir gölge gördüm. Önce bu gölgenin yolculardan birine ait olduğunu düşündüm ama hareket ediş biçimi benim tanıdığım veya tanıyacağım hiçbir insana benzemiyordu. Kendimi biraz geri çekip gölgeyi incelemeye başladım. Başka bir cam bölmeye takılmış bir yolcunun bedeninin etrafında hareket ediyordu. Maymuna benzeyen hareketleriyle onun çevresinde dolanıyor, bedeni dürtüp duruyor ve en sonunda uzuvlarının birinin içinden çıkarttığı pençelerle yavaş ve küçük hamlelerle onu parçalıyordu.

Ben onu izlerken durdu, tiz bir şekilde tısladı ve olmayan gözlerini yukarıya, bana doğru çevirdi. Beni görüp görmediğini bilmiyorum ama buralarda olduğumu sezmiş olmalıydı. Doğrudan beni hedefleyip gelmese de bu yönde hareket etmeye başladı. Çarpık uzuvları, boğumlar arasından istediği gibi çıkıp inebiliyor ve yaratık absürt biçimlerle tırmanış yapabiliyordu. Yine de kendi şüphesini gidermek için öylesine bir bakıyor olmalıydı çünkü benim durduğum noktayı fark etmemişti. Herhangi bir göz, kulak veya burundan yoksun olan yüzünde beni nasıl algılayabileceğini düşünürken suratının ortasında duran ağzı birden iyice açıldı. Öncesinde dili olduğunu düşündüğüm bir uzantı ağzından yukarı doğru yükseldi, sonra uzantının içinden tel veya tüylere benzeyen bir sürü farklı yapı çıktı. Bu yapıların bir kısmı hareket halinde çevreyi teftiş ederken, bir kısmı da öylece dikili duruyordu. Bazı tellerin üzerinde gördüğüm kanlı dokular ise bu yaratığa ait değildi. Ya sağkalım güdümün verdiği bilinçsizce bir komuttan ya da korkumun beni uğrattığı felçten dolayı olduğu gibi hareketsiz duruyordum. Belki de bu yüzden fark edilmemiştim. Yaratık aynı şekilde aşağıya doğru inmeye başladı, ağzından çıkan sayısız yapıyla çevresini denetleyerek.

O yaratık uzaklaştıktan sonra hemen kendime bir çıkış yolu aramaya başladım ve gözlerim ile yavaşça trenin her yanına baktım. Vagonlar çoğunlukla dikey bir açıyla birbirleri ardına dizilmişlerdi yani aşağıya düşme ihtimalim bir hayli yüksekti. Orada benim için bir kurtuluş olmadığını da bildiğim için tek çıkışın yukarıda, çöken metro tünellerinde olduğunu düşündüm. Yukarıda herhangi bir ışık göremiyordum ve çöküntünün yarattığı tozlar da içeriye dolmuş ve görüşümü bozmuştu. Buna rağmen gözlerim karanlığa alışmıştı ve buradan gitmek için yeterdi. Tırmanışın kendisi ise pek kolay olmayacaktı. Dikey boşluk boyunca başka yolcuların bedenleri de vagonların çeşitli yapılarına takılmış haldeydi. Bu bedenler benim için engel oluşturuyordu, güvensiz oldukları için onları tırmanırken kullanamazdım. En küçük bir harekette üzerime düşüp beni ölümümle buluşturmaları da çok olasıydı. Aşağıdaki yaratığın uzaklaştığına emin olmak için son bir kez oraya bakıp tırmanışıma başladım.

Attığım her bir adımın sağlamlığından emin olmalıydım yoksa hemen orada berbat bir kader beni pusuda bekliyordu. Neyse ki trendeki el tutamaçları hem ellerim hem de ayaklarım için iyi iş görüyordu. Ses çıkartmadan veya başka bir nesneyi aşağıya düşürmeden yavaş ve dikkatli bir şekilde yukarıya doğru tırmanıyordum. Bir süre her şey böyle devam etti ama o noktaya kadar benden başka hayatta kalmış başka bir yolcu var mıdır diye hiç düşünmemiştim. Koltukların yanındaki cam bölmelerin birisinden uzanan bir el önüme çıkınca nefesim kesildi ve neredeyse düşecek gibi oldum. Benden yardım istediğini söylemek istercesine zavallıca bir ses çıkarttıktan sonra yolcu tüm denetimini kaybederek dikey tünelden sağa sola çarpa çarpa aşağıya düştü.

Hemen kendimi yan tarafa çektim. Bir elim hala tutamaçtaydı, bir diğer elimi koltukların alt kısmına yapıştırmış, ayaklarımı da koltukların arasındaki küçük gediklere yerleştirmiştim. Çok ama çok sallantılı bir konumdaydım, yine de o yaratığın beni görmesini istemiyordum. Yolcunun bedeni eninde sonunda ona çarpmış olacak ki aşağıdan bir tıslama sesi geldi ve yaratık yukarıya doğru hareketlendi. O anın heyecanıyla panik halinde yukarıya doğru tırmanmaya başladım. Hareketlerimde güvene dair hiçbir iz yoktu, şansım yaver gitmezse ayağım kayacak veya elimi yanlış bir yere atacaktım. Bu durumda da şüphesiz bir şekilde aşağıdaki avcının yemeği olurdum. Yine de çok hızlı olmadığımı hissedip kendimi hemen yine yan tarafa doğru attım. Bu sefer koltukların alt kısmına saklanmıştım, ellerime de bütün gücümle asılıyordum.

Çok doğru bir kararı vermiş olacağım ki o yaratık hemen yanımdan geçti. Sahip olduğu çarpık uzuvlarla benden çok daha iyi ve hızlı bir hareket yeteneğine sahipti. Ağzını açtığını anladığım bir takım sesler çıktı ve koltuğun altında yine o telimsi yapıları gördüm. Sayısız sil delicesine hareket ediyor, uzuyor ve etraflarındaki yapıları kontrol ediyorlardı. Bu sillerin kendi başlarına sahip olduğu eyleme geçme ve çözüm üretme becerisi bile başlı başına şok ediciydi. Çantaları açıyorlar, bedenleri rahat rahat parçalıyorlar ve cihazları ayrıştırıyorlardı. Tüm bu esnada ise zaten düşerken darbe yemiş ellerim ve kollarım iyice zorlanmaya, inanılmaz ağrılar çekmeye başladılar. Yaratık yanıbaşımda avına devam ettikçe ve bendeki bu ağrılar ilerledikçe yüzümdeki kan lekelerinin üzerinden ter damlacıkları akmaya başladı. Nefes alış verişim bu acılar yüzünden iyice zorlandı ama dayanmak zorundaydım. Ben kendimi buna ikna etmeye çalıştıkça bedenim daha fazla teslim olmak istedi. Sanki benim bu mücadeleyi devam ettirmek için verdiğim her bir kararın sonrasında daha fazla acı ve zorlanma takip ediyordu.

Neyse ki yaratık avını burada bulamayacağına inanmış olacak ki hareketleri yukarıya doğru devam etti. Ben de çok yavaş hareketlerle olduğum yerden çıktım ve yine cam bölmenin üzerine yerleştim. Azıcık nefes almaya, dinlenmeye çalıştım fakat yukarıda yaratığın çıkardığı sesler kesilince karanlığı yoklayan gözlerimi o tarafa çevirdim. Üst vagonların birinde silleriyle etrafı kontrol eden yaratığa bu sefer başka siller eşlik etmeye başladı. Bir iki saniye bu iletişim sürdükten sonra aynı yerden çıkan birkaç başka yaratıkla birlikte aşağıya doğru hareketlendiler. Aşağıya inerken her bir yaratık vagonun başka noktasını yokluyordu, benim burada saklanabilmem imkansızdı. Yavaş yavaş aşağı inmeye çalıştım. Yaratıklardan olabildiğince uzaklaşmak istiyordum ama arayı gittikçe kapatıyorlardı. Bir cesedin arkasına mı saklansam diye düşündüm ama o sahip oldukları ince, uzun, çevik silleriyle beni her türlü bulacaklardı.

Kendimi aşağıya bırakayım mı diye düşünürken bir sarsıntı daha oldu. Yaratıklar bu sarsıntıdan çok etkilenmemişti belli ki ama ben aşağıya düşüp içinde bulunduğum vagonun sonuna, kapıların bulunduğu bölgeye çarptım. Bu darbeyle birlikte birden nefesim kesilmişti ve büyük bir panik içinde nefes almaya çalışıyordum ama yaratıkların yukarıdan yaklaştıklarını da duyabiliyordum. Bir yaratık merkezdeki boşluk üzerinden aşağıya doğru inerken, diğerleri de kenar kısımları yoklaya yoklaya geliyorlardı. Nefes alamadan uzaklaşmaya çalıştım, ayağımı olmadık yerlere koyup kaydım, elimle hiç de güvenli olmayan yerleri tuttum. Ölümün kulağımda beklediği bir tırmanışla aşağıya inerken tren yine şiddetli bir şekilde sallandı. Sallantıyla birlikte ayaklarım olduğu gibi kayıp boşluğa girdi, ellerimle tuttuğum yerin aslında başka bir yolcunun kolları olduğunu anladığımda ise çok geçti.

Ne kadar düştüm bilmiyorum ama başka bir cesedin üstüne düşmüş olmalıydım. Peşimden gelen yaratıklar sürekli aklımdaydı, onlara canlı canlı yem olmaktansa düşerek ölmeyi yeğlerdim. Bu yüzden hemen kendime gelip etrafı yokladım. Gözlerimin gördüğü ilk şey çok daha yukarıdan alçalmakta olan yaratıklar oldu. Herhangi bir bölmeye, kapıya veya koltuğa denk gelmemiştim ve tren bu noktadan sonra olduğu gibi yukarıya bakıyordu. Ayaklarımın ve ellerimin gezdiği noktalara baktığımda ise vagonlardaki yolcuların bedenlerini gördüm. Bir kısmı hala hayattaydı ama düşüş boyunca çok hasar görmüşlerdi ve hareket edemiyordu. Bazıları ise sadece ellerini veya parmaklarını hareket ettirebiliyorlardı. Ben hala hareket edebiliyordum ve yaratıklar da artık iyice alçalmışlardı.

Vagonun kapılarından bir tanesi düşüşün darbeleriyle iyice açılmıştı, ben de aynı açıklıktan dışarıya çıktım. Çok dar bir açıklığa ulaşmayı başarabilmiştim ama aynı açıklıktan yukarıya çıkamazdım. Üzerime doğru gelen ucubeleri de düşünerek ben de bu yarığın diğer tarafına doğru, aşağıya doğru hareket ettim. Dar boşluğun diğer tarafına çıkınca kocaman bir mağara sistemine girmiş olan trenin ucunu gördüm. O uç kısımdan bir sürü beden dışarıya doğru taşınmıştı. Yerlerde ise sürüklenme izleri vardı. İzleri takip etmeyi hiç istemiyordum ama gözlerim ben istemeden onların bitiş noktasına baktı. Ancak tarih öncesi devirlere ait olabilecek çok ilkel evler, yuvalar, duvarlar ve çukurlardan oluşan bir yerleşim vardı burada. Bütün mağara sistemini kaplıyordu. Yerleşimin içinde ise beni avlayan yaratıklardan yüzlercesi dolaşıyordu. Duvarlardaki gediklerden, mağara tavanı ile tabanı arasına diktikleri yapılardak sarkıyorlar, yerlerdeki çukurlardan çıkıyorlar, evlerinin duvarlarında hareket ediyorlardı. Görebildiğim bütün mağara sistemi bu yaratıklarla kaynıyordu.

İkinci bir düşünce katmanına fırsat vermeden hızlı bir şekilde karar vererek ceset yığınının içine daldım. Onlarla birlikte düşen eşyaların, çantaların ve trenin kendi yapılarının sağladığı boşluklardan ilerledim, süründüm, kendimi kurtuluşa doğru ittim. Yine de bu bedenler yığını arasında benden başka bir hareketlenme de vardı. Az önce gördüğüm yerleşimin olduğu taraftan bir şey yaklaşıyordu. Önümdeki bedenleri ittire ittire, engelleri yolumdan çeke çeke ilerleyip uzaklaşmaya çalıştım. Bu sefer de yukarıdan bir hareketlenme geldi, az önce beni bulmaya çalışan yaratıklar olmalıydı bunlar. Yine o iğrenç sesi duydum, o berbat ağzın açılışını ve ağzın içinden fırlayan sayısız ince uzun dokuyu. Siller bir kez daha cesetlerin arasında dolaşmaya, uzuvları parçalamaya ve bir şeyi, beni aramaya başladılar. Yaratıklar yolcuların bedenleri arasında beni bulmaya çalışırken ben de tüm o ağırlıkların arasında yüzmeye, kaçmaya çabalıyordum.

Benim tüm bu çabam arasında birden nefes alabileceğim bir boşluğa denk geldim ve gözlerim yaratıklardan birisiyle karşı karşıya kaldı. O mide bulandırıcı sillerini hem bedenler arasında gezdiriyor hem de diğer yaratıkların silleriyle iletişim kuruyordu. Neyse ki bana doğru yönelmemişti ve çok hafif hareketlerle ceset yığınının arasından sıyrılıp yavaşça bekledim. Ben bekleyince yaratıklar cesetlerin arasında daha çok dalmaya, bedenleri ve organları parçaladıkça onları yemeye, açlıklarına teslim olmaya başladılar.

Bunu fırsat bilerek oldukça yavaş ve sessiz bir şekilde baştan tırmanışa başladım. Trenin en dip kısmındaydım ve herhangi bir kurtuluşum varsa bu kurtuluş beni en yukarıda bekliyordu.

Çok sabırlı, acılı ve yorucu bir tırmanıştı bu. Yaratıklar herhangi bir anda yukarı çıkmaya ve işlerini bitirmeye karar verebilirlerdi. Böyle bir durumda yapabileceğim hiçbirşey olmazdı. Yine de başka bir çıkış yoktu benim için. Hızlanıp dikkatsiz davranırsam o cesetlerin arasına dönebilirdim veya peşimdeki aç varlıklara yerimi haber edebilirdim. Ne olursa olsun bu yavaş ve acılı tırmanışı çekmem gerekiyordu. Bir sonsuzluk kadar sürdüğünü düşündüğüm tünel sonunda yatay bir eğim almaya başlayınca yukarıda hiçbir cesedin kalmadığını o zaman fark ettim. Medeniyete nasıl ulaştığımı ise hiç hatırlamıyorum.

Yetkililerin bu konudaki tek açıklaması ise benim dışında trendeki yolcuların hiçbirinin bulunamadığı olmuştu. Yaratıklar oldukları gibi ortadan kaybolmuşlardı. Mağara sistemindeki ilkel yerleşimler ise araştırmacılar için sadece başka ilginç bir detay olarak kalmıştı.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Karanlık Perde

Sırık Bölüm 1: Sarıbolu (Spooktober '24)

Sırık Bölüm 0 (Spooktober '24)