22- Kış (Spooktober '21)



Kızgın ateş gibi geçen yazları, bizi dizlerimize çöktüren selleri ve yaşamın kendisini donduran karakışları ile bütün öfkesini üzerimize kusan gezegenin merhametine kalmıştık. Körfezkent’in geçen yıllarda geçirdiği şiddetli sarsıntılar, Bakırada’yı olduğu gibi kuşatan kirlilik ile salgın ve Akboğa Dağları’nı bir küller yığınına çeviren o yangın zaten direncimizi kırıp geçmişti. Bunun üzerine yaşanan ekonomik çöküntüden zor kurtulmuştuk ama yine de geleceğe dair umutlarımız her gün biraz daha azalıyordu. Şartların asla eskisi gibi olmayacağını bilsem de ben insanlığın her koşulda bir şekilde ayakta kalacağına ve doğanın da eninde sonunda kendi dengesine kavuşacağına inanıyordum. Yine de üzerimize bu şekilde çöken ve uygarlığı böylesine ezip geçen başka hiçbir felaket görmemiştim.

Baharın bitişini haber veren ilk keskin rüzgarları hatırlıyorum. İşten çıkıp eve dönüyordum ve bu da güneşin batışına denk geliyordu. Gündüz ile gece arasındaki sıcaklık farkının bu kadar büyük bir hızla değiştiğini hiç görmemiştim ama bu şehrin havası için alışılmadık bir durum değildi. Yeryüzüne denizlerin boşaltıldığı kadar yoğun yağmurlarda bazı günler öyle sert bir rüzgar eserdi ki su damlalarının yerden gökyüzüne yükseldiğini sanırdınız. Yine de istemsizce yakalarımı kaldırmam ve ellerimi ceketlerimin ceplerine gömmüş olmam, üzerimize yaklaşmakta olan sıradışı hava hakkında bana bir fikir vermeliydi. Aklımdan önce davranan bacaklarım da beni en kısa sürede evime ulaştırmaya, bu sonu iyi gelmez havadan beni kurtarmaya çalışıyordu.

O baharın sonlarına doğru havalar artık iyice soğuyunca ne zaman dışarıya çıksam kendimi hep geri içeri girmek isterken buluyordum. Eskiden soğuk havanın tazeleyici doğasını sever ve kar yağdığında her defasında dışarıda yürüyüşlere çıkardım ama bu sefer havada çok farklı bir şeyler vardı. Tenime çarpan soğuk rüzgar içimde çok kötü duygular uyandırıyordu. Gözlerimin göremediği kadar uzaklarda dolaşan bir yırtıcının sesini duymuş otçul bir hayvan gibi hissediyordum. Diğer hayvanlar da öyle hissediyor olmalıydı ki gökyüzünde giderek daha az kuş görmeye, ağaçlardan daha az kuş sesi duymaya başladık. Denizlerdeki balıklar, yunuslar ve martılar ortadan kayboldu ve hava soğudukça yaşam biraz daha dondu.

Hava çok hızlı bir şekilde soğumaya devam etti. Biz bu soğuğa uyum sağlayamadan üstümüze daha da fazla giysi almak zorunda kalıyorduk. Isıtıcıları daha erken açtık, pencereleri daha erken kapattık. Çok dayanıklı olmayan insanlar birbiri ardında soğuk algınlığı geçirdiler. Bu ilk hastalık dalgasını gelecekte karşımıza çıkacak olanlara göre çok daha kolay atlatabilmiştik ama kışın kötü geçeceği belliydi. Sadece ne kadar kötü geçeceğini bilmiyorduk.

İnsanlar artık dışarıda vakit geçirmek istemeyecek hale geldiler. Bir iş veya gereklilik yoksa kimse dışarıya çıkmıyordu. Kapılarımızın, duvarlarımızın arkasındaki sıcak yuvamızda gayet rahattık. En azından kısa bir zaman dilimi için daha durum böyle olacaktı.

Hayat, elindeki sıradanlığa bir süre daha sahip oldu. Soğuk havanın keskin ve dayanılmaz ağırlığı altında evlerimizden işlerimize gittik. Alışveriş gerektiğinde, önemli bir olay geliştiğinde veya evde ancak dışarıdan giderilmesi gereken acil bir sıkıntı çıktığında dışarıya çıkıyorduk. Duvarlarımızın arasında, her gününü geçirdiğimiz evin içinde iyice delirecek duruma geldiğimizde bile dışarıdaki o soğuğa adım atmıyorduk. Deliliğin bile kendi sınırları vardı ve içimizdeki yaşam kınrıntılarını sökmeye çalışan o baskın ve saldırgan hava bu sınırların da dışında kalıyordu. Absürt bir soğuk ile birlikte çöken bu kış bizi o kadar bezdirmişti ki işe gitmek bile başlı başına bir işkence oluyor, bizim görevlerimizi ve yükümlülüklerimizi aksatmamıza neden oluyordu. İşte tam bu noktada kış soğuğunun o kesin bir şekilde ayırt edilebilen havası girdi ciğerlerimize. Karakışın habercisi olan, kar bulutlarının o nefesi, insanın içine işleyen duygusuz ve acımasız nefes…

Meteorolojinin aksi yöndeki tahminlerine rağmen havanın dramatik bir seviyede soğuduğu gecenin sabahına uyandığımızda, pencerelerimizin ardında bizi bekleyen bembeyaz bir manzara ile karşılaştık. Gece boyunca yoğun bir şekilde kar yağmıştı. Biz uyanana kadar bitmiş ve geride kalın, beyaz bir katman bırakmıştı. Çatıların üstü, pencerelerimizin önü, caddeler, sokaklar, kuşların bir zamanlar yuva yaptıkları çıkıntılar ve hatta düz duvarların dik yüzeyleri bile kar ile kaplanmıştı. Öncesinde dışarıya çıkmak bir işkence ise artık imkansız hale gelmişti.

İşlerimizden ve yakınlarımızdan ayrıklaşıp evlerimize kapandığımız bu zamanlarda olup bitenleri internetten ve televizyon kanallarından takip ettik. Yuvalarının sıcacık ortamlarında ısınabilen insanlar üzerimize çöken kışın bu darbelerinden kaçınabiliyordu ama dışarıda bir ev veya sığınaktan mahrum kalmış insanlar hiçbir şey yapamamıştı. Dışarıdaki havanın yaşam denen kavrama hiçbir saygısı yoktu ve bunu gerektirecek kadar da gelişememişti yaşam. Önce birkaç haber geldi. Sonra da bu haberlerin sayısı, aklımızda tutabileceğimizin önüne geçti. Sayısız insan sokaklarda ölmeye başladı ve onları oradan almaya gönderilecek bir görevlinin zamanı gelinceye kadar kar ve buzun arasında donup kaldı cansız bedenleri. Görevliler, eninde sonunda el attıkları bu bedenlerin havanın kendisinden de daha soğuk olduğunu söylüyorlardı.

Duvarlarımızın ve pencerelerimizin ardında duran soğuk, yavaş yavaş bu sınırlardan da içeriye sızmaya başladı. O an bunun farkında değildik ama bu soğuk ile birlikte başka güçler de yuvalarımıza sızıyordu. Biz zayıf ve zavallı insanlar da onu geride tutabilmek için bütün gücümüzle uğraştık. Böylelikle ısıtıcılarımıza daha fazla güç verdik ve daha fazla kaynak harcadık. Evlerimizi sıcak tutmak için ne kadar uğraştıysak kaynaklarımız da o kadar hızlı tükenmeye başladı. Kriz de o zaman kendini gösterdi. Herkese yetecek kadar kaynak yoktu ve ortaya çıkan kriz yavaş yavaş hayatlarımızı etkiledi. Isıtıcılarımıza yeteri kadar güç veremedik, soğuğu yeteri kadar dışarıda tutamadık. Harcamalarımız arttı, gücümüz azaldı ve kendi çapımızda daha fazla önlem almamız gerekti.

Kaynaklarda hissedilen kısıtlılıklar yaşamın kendisine de sıçradı. İşletmeler kendilerini kaldıramaz hale geldiler, hizmetler durdu, para dolaşımı yavaşladı, hayat tıkandı. Tıkanıklık yaşandıkça daha fazla insan etkilendi, hayatın daha fazla yerinden tavizler vermek zorunda kaldık, ekonomi daha da çöktü ve bu yaşandıkça tıkanıklığın kendisi daha fazla güçlenip bir can kazandı. Sahip olduğu bu yeni varlığı korumak için ise kendini daha sert biçimlerde gösterdi ve daha fazla insanın kışın acılarını yaşamasına neden oldu. Soğuktan korunduğumuz evlerimizin, yuvalarımızın içinde bile artık rahat bir şekilde yaşayamıyorduk. Karakış bizi kuşatmıştı, soğuk havanın merhametine kalmıştık ama kışın en kötü zamanları daha gelmemişti. Acılarımız büyüyecekti ve sonra… daha hiç görülmemiş acılar ortaya çıkacaktı.

Soğuk havanın egemenliğini insanlar üzerinde iyice artırmasıyla birlikte kar yağışları yoğunlaştı, işler tamamen durdu ve mutlak bir umutsuzluğa kapıldık. Yine de çok daha kötü alametler yavaş yavaş gösteriyordu kendini. İçeriye sızan soğuk havanın taşıdığı açlığı kemiklerimizin köklerine kadar hissediyorduk. Gözlerim uzaklardan gelen daha koyu bulutlara kilitlenmişken zihnimin içlerinde daha farklı alarmlar çalıyordu. O bulutlarla birlikte yaklaşan bir tehlike vardı, şu ana kadar gördüğümüz her şeyden daha kötü bir tehlike. Hiç görmediğim, duymadığım ve de anlayamayacağım bir tehlikeydi bu ve yaklaşıyordu. O yaklaşırken benim tek yapabildiğim ise gelişini pencereden izlemekti.

Gelinen bu noktada artık bir felaket yaşadığımızın farkındaydık. Sadece kötü bir kış geçirmiyorduk, üzerimize bütün öfkesi ile vuran bir varlık ile karşı karşıyaydık. Kar yığınları sokakları kapatmıştı. Alışveriş yapılamıyordu, hizmet araçları gelemiyordu, herhangi bir ihtiyacımızı gideremez bir hale gelmiştik. Hastalık ise ikinci kere saldırıyordu evlerimize. Soğuk algınlığından beter bir salgın nüfusun çok ciddi bir kısmını etkilemişti ve yüksek bir ölüm oranına sahipti. Bazı evlerde ise tek başına kalan insanlar ölmüştü, onların durumu sonradan belli oluyordu. Sağlık araçları evlerimize yaklaşamıyordu, cansız bedenleri kaldırmak için acımasız soğuğun vurduğu sokaklara çıkmamız gerekiyordu.

Aylar boyunca böyle bir kışın merhametsizliğine kaldık ama kış geçince ve bahar gelince biraz daha rahatladık. Yaz gelince kısa bir nefes alabildik ama sonra bazı sesler duymaya başladık. Gökyüzüne yayılan bir uğultu veya hırıltı gibi seslerdi bunlar ve seslerin şüphe götürmez bir gerçekliği vardı. Onları herkes duyabiliyordu. Seslerin yoğunluğu ve şiddeti arttıkça havalar da soğudu. Hava bu sefer öncekinden de hızlı ve sert soğuyordu. Rüzgarlar bütün keskinlikleri ile tenlerimize vurdular, bulutlar gökyüzünü kapadı, yaşamın ısısı bir kez daha geri çekilmeye başladı. Kötü alametlerle birlikte kendini gösteren kıştan önce sadece birkaç gün güz mevsimini yaşayabildik. Kötü bir zamanda bir uykuya dalmıştık ve o uykuda kısacık bir düş görmüştük. Güzel bir düştü bu ama artık bitmişti. Gerçekliğe dönme zamanı gelmişti.

Önceki kışta açılan yaralarımızı daha saramadan karakışın felaketi baştan üzerimize çökmüştü. Evlerimizi yine yeterince ısıtamıyor, sokakları temizleyemiyor, yaşamımızı düzenli bir şekilde sürdüremiyorduk. Şartları zorlayarak bizlere ulaşabilen görevlilere sayamadığımız kadar şükrediyor ve hayatımızı onların ellerine bırakıyorduk. Yine de bu herkese yetmiyordu. Öngördüğümüz bir açlık çukurunun içine düştük. Yeterli miktarda gıda üretmek için gerekli zamanımız olmamıştı ve besin almak çok daha pahalı bir hale gelmişti. Hastalıklardan önce açlık vurdu insanları, açlıkla birlikte ölümler geldi. Ölümlerle birlikte hastalık geldi. Bunlardan daha çirkin ve korkunç şeyler ise artık gelmek üzereydi.

Güneş ışınlarına neredeyse hiç geçit vermeye koyu bulutlar yüzünden dışarıdaki kar beyazının açıklığını tam göremiyorduk ama kar ile birlikte yağmaya başlayan ve herkesin içine berbat şüphe tohumları eken o renksiz maddenin yarattığı manzara zihinlerimize kazınmıştı. Kar tanelerini andıran ama kara ile mor arasında gidip gelen zerreler çatılarımıza, sokaklarımıza, pencerelerimize değdikçe dünyanın daha da kirlendiğini hissediyorduk. Penceremin camına değen bu zerrelerden birisine camın arkasından dokunduğumda parmağımı istemsizce temizlemek istedim, her ne kadar ona doğrudan dokunmamış olsam da. Camların ardında yağan o şey her ne ise iyi olamazdı, doğaya meydan okuyan, insan varlığını tehdit eden, uygarlığa küfreden bir niyetin ürünü olmalıydı.

İçimi kaldıran ve kendimi pencerelerden çektiğim o yağışların başlamasından sonra hava daha da değişmeye başladı. Pencerelerimizdeki manzaraları artık görmemek için perdelerimizi kapatıyorduk ama yazın bitişiyle birlikte duymaya başladığımız uğultular, hırıltılar iyice yoğunlaştı. Güç ve kaynaklar açısından da neredeyse olduğu gibi tükenmiştik ve kendimizi daha ilkel yöntemlerle ısıtmaya çalışıyorduk. Duvarlardan ve pencerelerden içeriye sızan soğuk ve göklerden gelen o uğursuz sesler uykularımızı olduğu gibi kaçırıyor, yuvalarımızda sahip olduğumuz huzurdan geriye hiçbir şey bırakmıyordu. Zihnimin derinliklerinde çalan alarmlar ise iyice çıldırmıştı. Ne olursa olsun bu ortamdan kaçmam gerektiğini söylüyordu ama dünyanın bambaşka bir noktasına gitmeyeceksem böyle bir kıştan kaçacak bir yer yoktu. Böyle bir yer olsa bile bu şartlarda o yolculuğu tamamlayamazdım. Soğuğun altında, karların arasında kalan o zavallı donmuş kurbanlardan başka bir tanesi olurdum.

İnsanlık bu felç halinde iken de o şey geldi. Karakışın bizi hazırladığı, avlanmasına uygun avlar haline getirdiği, korkunç varlık.

Enerji kıtlığı yaşandığı için elektrikler yoktu. Elektrikler olmayınca birbirimizle iletişime de geçemiyor ve yaşanan bu dehşet hakkında da konuşamıyor, kimseden yardım isteyemiyorduk. Kimse o varlığı tam olarak göremedi. O kadar yoğun bir yağış vardı ki kar teneleri ve o berbat madde yüzünden pencereden birkaç metre ilerisini göremiyorduk. Birbirimizle iletişim kuramadığım için de eğer görenler varsa onlardan bilgi alamıyorduk. Yine de o varlık bütün görkemiyle orada olduğunu herkese hissettiriyordu. Gökyüzünden yeryüzüne indiğinde güneş batmış da gece olmuşa benziyordu. O dışarıda bir yerde varken kendi insani varlığımızı unutuyor ve kozmosun üstümüze yolladığı bu dehşet karşısında tamamen çaresiz kalıyorduk. Bazı zamanlarda hareket ettiğini duyabiliyorduk ama adım mı atıyor, bir yere mi saldırıyor yoksa aklımızın eremediği başka eylemlere mi girişiyor anlayamıyorduk. Bu varlıklardan her yerde mi var, bir tane var da her yere mi gidiyor yoksa sadece tek bir varlık tüm dünyayı mı kaplıyor hiçbir fikrimiz yoktu. Sadece onun gelişinin haberini veren uğultular, hırıltılar ve güneşten geriye kalan sönük ışığı kapladığı zaman oluşan karanlık sayesinde bir şeyleri anlayabiliyorduk.

Bu süreçte başka olaylar da yaşanmaya başladı. Kar ve yabancı madde fırtınasının arasında bazı yabancılar yürüyordu. Hareketlerinden, giysilerinden ve gölgelerinden bu yabancıların insan olmadığı gerçeğini kabullenmek zor olmuştu. Yaşadığımız evlerin yakınından geçerlerken kendimizi pencerelerin gerisine atıyor, onlardan uzak durmaya çalışıyorduk. Ara sıra ancak kafaları olabileceğini varsaydığım yerleri ile bazı hareketler yaptıklarında, bana baktıklarını hissedebiliyordum. Böyle anlarda sezgilerim hemen kafamı çevirmemi ve bu varlıklar ile en ufak bir temas bile kurmamam gerektiğini söylüyordu. Ben de hiç tereddüt etmeden bu sezgilere itaat ediyordum. Olur da karların ardında kalan gözleri ile bakışırsam, çok kötü şeylerin yaşanacak gibiydi.

Fırtınanın içinden çıkan bu varlıkların işgali birkaç gün içinde kötüleşti. Komşu binalardan gelen sesler, bağırışmalar, gürültüler bana en kötü olasılıkları düşündürttü. Bir süre sonra da aynı sesleri apartmanımızın önünde, ardından da içinde duymaya başladım. Hava hala insanın ruhunu donduracak kadar soğuk olduğu için yerimden hareket edemiyordum, bu yüzden bu sesleri araştırmam mümkün değildi. Çığlıklar arttıkça kendimi ceketlerin, örtülerin, yorganların altına sakladım. Sesler yoğunlaştıkça ve yardım için yalvaran zavallı insanların sayısı arttıkça kendimi bu örtülerin daha da derinlerine gömdüm. Sonumuz gelmişti, insanlar ölüyordu, benim dolabımda yiyecek pek bir şey de kalmamıştı. Birkaç gün daha yaşayacağıma bu örtülerin altında kendi seçimimle saklanarak ölecektim.

Bu korkularla kendimden geçip bilincimi kaybetmişim. Kendime geldiğimde pencereden dışarıya baktım ve kar yağışının olduğu gibi bittiğini gördüm. Hava hala soğuktu ama eskisi kadar dayanılmaz değildi. Dışarıda müdahale ekipleri dolaşıyor, yardım edebildikleri insanlara ulaşmaya çalışıyorlardı. Yabancı gölgeler gitmişti, onları beraberinde getiren kozmik varlık da öyle. Karların üzerinde bir sürü leke ve iz vardı, yağmış olan mide bulandırıcı yabancı maddenin ve insan kanının…

Saldırıya uğrayan, kaybolan, götürülen insanlardan ise hiçbir haber yoktu. Doğa kendi düzenine tekrar kavuşacak gibiydi.

Bu varlıklar bu kadar berbat bir kışı salmışlardı üzerimize, sonra da her şey hazır olunca kendileri gelmişlerdi. Açlıklarını giderince ise geldikleri yere geri dönmüşlerdi.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Karanlık Perde

Sırık Bölüm 1: Sarıbolu (Spooktober '24)

Sırık Bölüm 0 (Spooktober '24)