10- Ölümün Dokuz Kolu Bölüm 1: Meydanköy'ün Falcısı (Spooktober '22)

“Bir ormana gireceksin.” dedi falcı. “Ormanda seninle birlikte olan başka şeyler de var. Bunlar hayvan mı yoksa insan mı çıkaramıyorum ama onlardan farklı bilinçler de olabilir.”

“Bu ne demek? Onlar kim?” diye sordu danışan.

“Eğer insan olsalardı daha bariz görünürlerdi. Hayvan veya hayvana benzeyen insan olsalardı bu sefer yırtıcı veya sinsi veya bilge bir insan gibi benzetmeler de yapabilirdim ama öyle de değil. İnsan veya hayvan gibi şekiller ama başka türlü davranışları var. Yakınındayken dikkatli olması gereken bilinçler bunlar.”

“Ne yapmam gerek? nasıl kurtulurum bunlardan?”

“Kurtul veya kurtulma demiyorum, tam olarak ne yapman gerektiğini de bilmiyorum. Sadece dikkatli ol yeter. Anlık kararlar verme, aşırı tepkilerden kaçın ve duygularının seni yönlendirmesine izin verme. Yine de sezgilerine güven ve emin olmadığın işlere, etkinliklere, iletişimlere girişme.”

“Dikkatli olmazsam ne olur?”

“Sen dikkat et yere. Gerisini dert etme.” dedi falcı ciddi ciddi. Danışan ona teşekkür edip para vermeye çalıştıysa da falcı bunu kabul etmedi. Böyle olunca danışan önce irkilip bir elini mor renkli kısa saçlarında gezdirdi, sonra da bu sefer parayı falcının kitabının arasına koydu ve oradan kaçtı.

“Özür dilerim efendim.” dedi mekan sahibi boş kahve bardağını masadan toplarken.

“Sorun değil.” diye cevap verdi falcı ama fincanda gördüğü şekilden ne danışana ne de mekan sahibine bahsetmişti. En dipteki kahve tortusu elinde tuttuğu tırpanıyla dimdik duran karanlık cübbeler içindeki bir figür biçimini almıştı. Kitabın arasındaki parayı oradan çıkarttı ve cüzdanına koydu. Onu yoldayken sokak müzisyenlerinden birine verecekti. Fal bakıp para kazanma gibi bir düşüncesi hiç olmamıştı çünkü işin içine maddiyat girdiği zaman bütün durumun tekinsizleşeceğini hissediyordu.

Kendi kahvesini söylemişti ki kahvesi gelmeden hemen başka bir danışan onun karşısına dikildi. “Özür dilerim rahatsız ediyorum ama çok kötü zamanlar yaşıyorum ve sizin yardımınıza ihtiyacım var.”

“Ne gibi bir yardım?”

“Falıma bakmanız gerek.” dedi danışan ve hemen bir kahve siparişi verdi.

“Fal bakarak kimseye yardımcı olamam.”

“Bana yardımcı olabilirsiniz.” diye cevap verdi danışan. Gözleri kan toplamıştı, göz altı torbaları kararmış ve şişmişti.

“Bakın, bu fallarla kimseye yardımcı olmuyorum. Sadece fincanda şekiller görüyorum ve onları keyfimce yorumluyorum bu kadar. Geleceği görme veya yaşamınızdaki detayları bulma gibi bir iddiam yok. Bu olayın hiç mistik bir tarafı yok.”

“Sorun yok, gördüğünüzü yorumlasanız yeter. Bu bana yardımcı olacaktır. Ününüzü bir arkadaşımdan duydum ve duyduklarım beni ikna etmeyi başardı.”

“Hayır bu kadar ciddi bir şeye dahil olmak istemiyorum. Falları ciddiye almıyor olabilirim ama benim de bir inancım var. Eğer bu fal olayı ucundan başından herhangi bir noktasında aklımın almayacağı konulara ve varlıklara dokunuyorsa, en minimal bir olasılık bile mevcutsa hiçbir şey yapmak istemiyorum.”

“Sizden zaten bir şey yapmanızı istemiyorum, sadece kahve fincanıma bir bakın, bu yeter. Sonrasında bir şey söylemeseniz de olur. Her türlü karşılığını alacaksınız endişe etmeyin.”

“Sadece kahve fincanına bakarım, o kadar. Sonra ne istiyorsanız yaparsınız. Karşılık da istemiyorum, kendi kahvenizin parasını ödeyin yeter.” dedi falcı ve bu esnada kahve de geldi. Falcı sessizce oturup mekanın dışını izlerken danışan da yarım yamalak bir şekilde oturarak kahvesini içiyor, bir fincanda kalan kahveye bir falcıya bakıyordu. 

“Günlerdir kabus görüyorum.” dedi danışan. “Her gece aynı kabus ama giderek derinleşiyor, yoğunlaşıyor, kötüleşiyor.”

“Sadece fincana bakacağım, o kadar.” diye böldü falcı.

 Danışan tutarsız dengesiz tavırlarıyla kahveyi bazen hızlıca bazen de yavaşça içerek bitirdi. Küçük tabağını fincanın üstüne koydu, ikisini iki üç salladı ve en sonunda hızlıca ters çevirdi. Ters duran fincanın üstüne bir şey koyacak olduysa da falcı bunun gerekli olmadığını söyleyince geriye yaslandı. “Hiçbir şey söylemenize gerek yok. Sadece fincana bakın yeter. Zaten bir şey söylemezseniz bir sorun olmadığını anlayacak ve sakince buradan kalkıp gideceğim. “

“Sanırım herkes için en iyisi bu olur.” diye çıkıştı falcı. Bir süre öylece hiçbir şey demeden beklediler, falcı hâla dışarıyı izliyordu, danışan da bakışlarını yere çevirmiş gece karanlığında içine düştüğü kabuslara dalmıştı bir kez daha. Falcı parmağını ters fincanın üstte duran tabanına dokundurduktan sonra fincanın yeteri kadar soğuduğunu anladı ve fala bakmaya başladı.

Önce hiçbir şey söylemeden fincan sapının olduğu yeri inceledi, sonra da gözlerini yavaş yavaş saat yönünde giderek gezdirdi. İlk başta pek bir şey göremeyince bu sefer aynı şeyi bir de saat yönünün tersinde yaptı. Yine bir şey göremedi. En sonunda fincanın dibinde biriken yoğun tortuya daldırdı gözlerini. Tortu o kadar oturmuştu ki tabana sanki altında başka şeyleri saklıyor gibiydi. Falcı önce bu hisse aldırmadı ve tortuyu incelemeye devam etti fakat ona baktıkça o tabakanın altında gizlenebilecek şeyler dikkatini giderek daha fazla çekip onu iyice rahatsız etmeye başladı. 

“Gizli bir şeyler var.” diye başladı falcı anlatmaya. “Ama benden saklanıyor.”

Danışan hiçbir şey söylemeden falcıyı öylece dinliyor, gözleriyle onun gözlerini ve okuduğu kahve falını takip ediyordu.

Falcının gözleri kahve tortusuna baktıkça içinde bir ürperti yükseldi. “Bir sorun var.” dedikten sonra bu sefer gözlerini tortunun kenarından başlayan şekillere, fincanın tabanından yukarı doğru uzanan sütunlara getirdi. “Dokuz tane kol var ama kime veya neye ait olduklarını bilmiyorum. Çok derinlerden yükseliyorlar ve sanki fincanın da üstüne, gerçek dünyaya uzanıyorlar. İçinden çıktıkları derinliklerde bir şey saklanıyor, ne olduğunu anlamadığım veya belki de anlayacak kadar gelişmiş bilince sahip olmadığım bir şey.”

Falcının söylediği her bir cümleden sonra danışanın gözleri biraz daha kızarıyor, yüzündeki ifade biraz daha geriliyordu. Falcı bunun farkında değildi, gözleri kahvenin fincanda yarattığı biçimlere kaymıştı iyice ve yakın zamanda oradan çıkacak değildi.

“Bu kollar… Her nereden çıkıyorlarsa oradan çıkarken bir şeyler oluyor, kötü bir şeyler. Onlar her zaman oradaydılar ama bugüne kadar hiçbir zaman yukarıya çıkmadılar. Orada kalmalılar ama kalmayacaklar. Bir şey oluyor ve bu kolların sahibini yukarıya çıkmak zorunda bırakıyor. Tanrım beni koru! Korkunç bir yüz var. Yüzün kendisi burada görünmüyor ama yüzün sahibinin silüetini seçebiliyorum. O silüetten bile yüzündeki ifadenin ne kadar dehşet verici olduğunu görebiliyorum. Bir insan değil bu, başka bir şey ve kollar ona ait. Her şeyi istiyor, her şeyi yok etmek, öldürmek istiyor. Ölüm görüyorum, hiç olmadığı kadar ölüm görüyorum, bunu istiyor. Ama bunu arzulamıyor, bunu yapmak zorunda. Her şeyi tüketmek zorunda yoksa başka bir şey onu tüketecek. Tanrım merhamet et! Bu şey de ne? Göremiyorum ama iyi ki göremiyorum. Hayır, hayır, hayır. Berbat bir felaket var. Gerçekliğin suyun içine düşen bir resim gibi çözüldüğünü görüyorum. En temel ve sabit doğa yasaları bile dalgalanan su gibi eğilip bükülecek, birbirine karışacak, biçim değiştirecek ve akıl almaz varlıkların amaçları doğrultusunda çarpıtılacak.”

Falcının o anda başı döndü ve oturduğu sandalyede geriye doğru yaslandı, yaslanmasa düşmesi de olasıydı. Elindeki kahve fincanı parmakları arasından kayıp yere çarptı ve paramparça oldu. Bir çalışan hemen durumu fark edip acele ile masaya bir şişe su getirdi. Falcı ağır ağır teşekkür etti ve su şişesini tek dikişte yarıladı. Tam oturduğu sandalyede kendisini toplayıp dik duracaktı ki fincanın altında durmuş olan tabağa baktı bir an, sonra mekandaki herkesi ürküten bir çığlık basarak elinin tersiyle tabağa vurdu ve tabak mekanın duvarına çarparak parçalandı.

“Neyi baktırdın bana?” diye bağırdı karşısındaki danışana.

“Her gece gördüğüm rüya buydu. Her gece bu kolları görüyordum, içinden fırladıkları bir karanlık vardı. Onlar çıkar çıkmaz çevremdeki duvarlar, pencereler, sütunlar çatırdayıp yok oluyorlardı. Kollarla beraber sayısız varlık fırlıyordu o karanlıktan, sonra beni yakalayıp o karanlığa sürüklüyorlardı. Onlarla beraber de yine sayamadığım kadar insan çekiliyordu, kolların içinden çıktığı hiçliğin derinliklerine. Her gece daha fazlasını görüyorum ve her gece daha yoğun, daha canlı oluyor.”

“Ben ne yapayım senin rüyanı? Doktor değilim, büyücü değilim! Ben sana nasıl yardım edeyim? EDEMEM!”

“Senden önce başka falcılara da baktırdım. Hepsi senin gördüklerini gördü, ama daha azını. Her fal bir diğerinden daha yoğun ve ayrıntılı oluyordu. Ama sen benim yaşadıklarımı yaşadın ve dahası… Tabakta neyi gördün?”

“Bir göz.”

“Nasıl bir göz?”

“Gece karanlığı ile kaplı lekelenmiş hasta bir göz. Baktığı ve gördüğü her yere hastalığını yayıyor.”

“Kime aitti? Neye aitti?”

“Kara tüylerle kaplı bir varlığa.”

“Karga gibi mi?”

“Evet ama daha fazlası, daha farklı, o biçime bürünmüş başka bir şey.”

“İşte bütün kabusun son parçası da bu.” dedi danışan ve üstüne çöken büyük bir çaresizliğin ağırlığıyla oradan kalktı. Mekandan ayrılırken aynı zamanda bu ağırlıkla birlikte huzur bulmuş, biraz rahatlamış da görünüyordu. Belki de artık savaşması, mücadele etmesi, direnç göstermesi gerekmeyecekti. Her gece tanık olduğu ve her gece biraz daha yaklaşan bu dehşet karşısında sadece teslim olacaktı.

Falcı da aynı şekilde bu dehşet karşısında tepkisiz kalmıştı. Gün boyunca olduğu yerde oturdu, çalışanlar masasına sürekli bir çay, su, limon getirip durdular. Yerde dağılmış olan fincan ve tabak temizlenirken falcı göz ucuyla hâla onları inceliyordu. Baktığı falı düşünüyor ve kendisini nasıl bir şeyin içinde bıraktığı konusunda kaygılanıp duruyordu. Dokuz tane kol, fincanın dibindeki bir boşluktan fırlıyor ve neredeyse kendisine ulaşıyordu. Onlarla birlikte fincandaki doku da bozulup dağılıyor, dışarıya doğru iyice bükülüyordu. Yine de bu bozulup dağılan biçimlerden farklı figürler, yüzler, durumlar çıkıyordu. Hiçbiri de insanda iyi hisler bırakan şeyler değillerdi. Falcı gece boyunca da orada kaldı. En sonunda mekan artık kapanırken olduğu yerden kalktı ve evine doğru yola çıktı.

Sokaklar boş ve karanlıktı. Binaların arasındaki boşluklarda bir sürü varlık gizleniyor olabilirdi. Falcı için hiç açılmaması gereken bir kapı açılmıştı. Gittikçe yaklaşan kozmik boyutlardaki bir tehlikenin karşısında kalmıştı. Ve şimdi de duvarda parçaladığı tabakta gördüğü gözlerin sahibi peşindeymiş gibi hissediyordu. Hepsi de yanlış bir yerde yanlış bir kişi ile karşılaştığı içindi. Gecenin merhametsiz siiyahlığının tehdidi altında korku içinde evine döndü. 

Kapıyı arkasından kapatınca sırtını kapıya yaslandı ve derin bir nefes aldı. Falda gördüklerini zihni ancak anlamaya başlayabilmişti. Gözlerinden yaşlar geldi, hıçkıra hıçkıra ağladı. Olduğu yere çöktü, kendini yere attı. Bu durum kulaklarına gelen tıkırtılarla bitti. Ayağa kalkıp kendine gelmeye çalışan falcı tıkırtıların kaynağını arayınca yatak odasına geldi. Gözleri kulaklarını takip edince de en sonunda karşı karşıya kaldı, tabakta gördüğü korkunç şeyle. Gagası ile pencereye tıklatan karga olduğu yerde durdu. Karanlıklar içinde yüzen kirli, hastalıklı gözlerini falcınınkilere dikti ve öylece oradan uçup gitti.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Karanlık Perde

Sırık Bölüm 1: Sarıbolu (Spooktober '24)

Sırık Bölüm 0 (Spooktober '24)