18- Deliliğin Yankıları Bölüm 2: Müfettiş (Spooktober '22)
**/09/192*
“Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte kuzey kıyılarında dağların eteğine kurulan kadim Siskoyu kentine bazı özel ayrıcalıklar sunuldu. Demokratik ilkeler doğrultusunda kendi yöneticilerini ve kendi yönetim biçimlerini seçme yetkisi verildi. Bundan önce Solukkanlı ailesinin üyelerinden oluşan aristokratlar ve teokratlar tarafından yönetilirken şehir devrim sonrası dönemin yeni şartlarına uyum sağlamak zorunda kaldı. Yine de hükümetten kazandığı bu yeni özerklik de kent yönetimine bazı yeni fırsatlar sundu. Siskoyu’nun kendi deniz sınırları olacaktı ve bu bölge içinde istediği kaynakları istediği şekilde kullanabilecek, kaynak aramak için de dilediği çalışmayı yürütebilecekti. Tabii bu durum sonsuz bir özgürlük sağlamıyordu, Cumhuriyet yönetimi, Siskoyu’nun faaliyetlerini izlemek için şehirde sürekli duracak denetmenler görevlendirecekti. Bir süre işler her zamanki sıradanlığında devam etti ama bir gün bu denetmenlerle olan iletişim kesildi. Bütün iletişim çabaları yanıtsız kalınca da bu sefer kente gidip gizli bir araştırma yapılması gerektiğine karar verildi. Benim rolüm de işte bu noktada başlıyor. Siskoyu’na gidip bu denetmenlere ne olduğunu araştıracağım.”
**/10/192*
“Siskoyu’na en yakın şehirlerden saatler alıyordu. Kentin kendisi sarp dağlar ile deniz kıyısı arasında sıkışıp kaldığı için oraya giden tek yol deniz boyunca uzanan yoldu. Yolun kendisi dağların ucundan geçiyor, denize düşen uçurumların hemen üstünde yer alıyordu. Dik yamaçlar uzun boylu sık dokunmuş ağaçlarla kaplıydı. Ağaçların dallarının altında kadim bir karanlık saklıydı, günlerin en başından beri oradan çıkmıyordu. Aynı karanlığın dağların bittiği yerde denize de sızdığını görebiliyordum. Siyah suların dibi görünmüyordu. Bindiğim araç kente doğru ilerlerken de ufuk çizgisini seçmekte zorlanıyordum. Denizin koyu tonları, hemen üzerindeki sis tabakası ile birleşiyor ve rengini kaybetmiş gökyüzü ile bütünleşiyordu. Siskoyu’na yaklaştıkça dünya bütün tonlarını kaybediyor gibiydi. Şehrin kendisi de daha farklı olmayacaktı.”
**/10/192*
“Yol koyun uç bir noktasından girdiği için daha içeride yer alan kenti uzaktan görme fırsatım oldu. Sıradağların kuzey yamaçlarına kurulan şehir hiçbir şekilde doğrudan gün ışığı alamıyordu. Zirvelerin üstünden sızan loş ışık yüzünden dağ yüzeyi kapkaranlık görünüyordu. Kentin sönük ışıkları da batmakta olan günün getirdiği bu saatte ancak zayıf bir direnç gösteriyordu ama bir şekilde tüm o karanlığın içinde yerleşimi belli ediyordu. Araç sonda kente vardığında ve kapıyı açtığımda çok tuhaf bir serinlik yüzüme vurdu. Havanın kendisi bile beni burada istemiyordu. Suların üstüne çok koyu bir sis çökmüştü ve kentin rıhtımlarına kadar uzanıyor, sokaklarına sızıyordu. Binaların mimarisi ise unutulmak istenen bir tarihi, kadim zamanlardan bu yana hortlayıp duran eski tarikatları ve de uygarlığın, insanlığın en kötü yanlarını miras almış tarikatları çağrıştırıyordu. İnsanlar tuhaf tuhaf bakıyorlardı, her bir çift gözün kurşun geçirmez bir soğukluk, bitmek bilmez bir art niyet taşıdığı anlaşılıyordu. Buraya gizli bir kimlikle gelmiştim, farklı bir mesleği ve yapay bir yaşamı beraberimde taşımıştım ama bu bile yetmeyecekti. Hemen burada öldürülmeme engel olması dışında başardığı bir şey yoktu. Burada yabancıydım, şehirde istenmemem için bu gayet yeterliydi.”
**/03/192*
“Aylarca işsiz kaldım, haftalarca da elimdeki birkaç kuruşla yetinerek rezil bir halde yaşadım. Bana hâla güvenmiyor olsalar da sefaletimi görenler arasında bana iş vermek isteyenler oldu. Güven kazandığımdan değil, aynı sefaleti paylaşmanın yarattığı bir emniyet duygusundan. Sık sık balıkçı teknelerine binip koya açıldım. Neden bilmiyorum ama koyun sularının üstündeyken sanki uzayın içlerinde kaybolacakmışım gibi hissediyordum. Derinliklerde duran bir şeyler vardı, bilmediğimiz yerlere doğru uzanıp gidiyordu. Yanımdaki balıkçılar ise bu duruma alışmışlardı. Denize ve sulara çok karışmamamız gerektiğini söylüyorlardı. Koyun derinliklerinden hem bütün varlıklarıyla korkuyorlar hem de bu sulara müthiş bir saygı duyuyorlardı. İşlerini yeterince yaptıklarını düşündüklerinde de fazla geç kalmamaya çalışıp hemen geri dönüyorlardı. Bu günler boyunca olabildiğince şey öğrenmeye çalıştım ama tüm seferlere donuk bir sessizlik hakimdi. En azından şehrin varoluşunda şimdi bir yere sahiptim.”
**/06/192*
“Her ne kadar uzun bir süre balıkçılarla çalışıyor olsam da hâla bana doğru düzgün bir bilgi vermediler. Şimdiye bir iletişim hattı kurup istediğim ipuçlarını elde ederim sanmıştım ama bu gerçekleşmedi. Ben de bu sefer şehrin sokaklarında dolaşmaya ve insanların konuşmalarını gizlice dinlemeye başladım. Buna rağmen işim oldukça zor çünkü burada insanlar kalabalık gruplar halinde toplanmıyorlar, birbirlerine ziyaretlere gitmiyorlar ve sosyal bir ortam oluşturmuyorlar. Sadece uyanıyorlar, çalışıyorlar, yiyorlar, nefes alıyorlar ve yatıyorlar. Sadece sağ kalıyorlar, hayvanlar gibi. Her biri sanki psikolojik bir dayatmanın etkisinde veya tuhaf bir hastalığın esaretindeymiş gibi. Kendi topluluklarının ibadet evlerine gitmekten başka bir eylem gerçekleştirmiyorlar, evleri ve işleri arasında gidip geliyor hayatları. Bu yerlerde toplandıkları zaman ise Siskoyu’ndaki neredeyse herkes katılıyor, benim gibi birkaç yabancı hariç. İnançsız birisi olarak çoktan işaretlendiğim konusunda en ufak bir şüphem yok. En küçük sorunda korkunç bir soğukkanlılıkla kapıda dayanacaklarından eminim.”
**/08/192*
“Şehrin başındaki Solukkanlı ailesinin yönettiği aynı isimli bir vakıf var. Solukkanlı Vakfı, ailenin şehre maddi katkılar sunabilmesi için bir aracı olma görevi ile kurulmuş. Vakfın birçok şüpheli işin gerçekleşmesine sebep olduğu da su götürmez bir gerçek. Ailenin muazzam bir serveti var, bu da nesilden nesile aktarılan bir varlık ile açıklanıyor. En azından resmi belgelerde böyle yazıyor. Modernleşen dünya ile birlikte aile elindeki serveti çeşitli şirketlere yatırım yaparak kullanmış. Bu şirketler hem Siskoyu ve çevresinde iş yaparken hem de yurt dışına açılıyor. İngiltere, Avustralya, Orta Doğu ve Kuzey Amerika gibi yerlerden de iş alıyorlar. Şehirdeki insanlarında ağırlıklı çoğunluğu doğrudan veya dolaylı olarak bu şirketin altında çalışıyor. Balıkçılar bile balıklarını bu şirketlerin yerel şubesine satıyorlar. Şirket madencilikten inşaata, ulaşımdan güvenliğe pek çok alanda iş alıyor. Yerleşimdeki mülkler de büyük bir oranda vakfa ait. Solukkanlı ailesi vakıf ve şirketler üzerinden kent üzerinde mutlak bir kontrole sahip. Yani birilerini ortadan kaldırmak isteselerdi bunu kolaylıkla yaparlardı.”
**/09/192*
“Bir hareketlenme var. Geçen haftalarda bir grup insan çıkageldi ve kent halkı onları gerçekten de karşıladı. Ölüm soğuğu bakışlarla değil ama açlıkla, merakla. Kendilerine kalınacak yerler verildi, erzaklar hazırlandı ve şehrin kesiminden insanlar geldi. Bu yabancılar bekleniyordu. Birkaç gün boyunca kaldıkları yerlere kapandılar ama sesli sesli konuşuyorlardı, bir konudan coşku ile bahsedip duruyorlardı. Detayları çok anlamasan da bu insanların Enstitü’den geldiklerini anlayabilmiştim. Okulun bazı sıkıntılar yaşadığını biliyordum ama bu kadar kalabalık bir insan grubunu aksi yönlere sürükleyecek neler oldu ki? Kurumun üst kademeleriyle sıkıntılar yaşadıkları belliydi, onlar da daha bağımsız projelerin peşinden koşmak için buraya gelmişlerdi. İçeride geçirdikleri günlerden sonra dışarıya çıktılar, kentin üst kesimlerinde dolandılar ve sonra da kıyı şeridinde çok vakit geçirdiler. Araştırma yapıyorlardı, bir şeyleri önceden kestirmeye çalışıyorlardı. Onlarla doğrudan iletişime geçmedim, zaten içlerinde bu şehrin insanlarıyla samimi ilişkiler kurmak isteyenler de yoktu. Siskoyu’nun nasıl bir yer olduğundan haberdarlardı.”
**/10/192*
“Buraya gelen yabancıların sayısında müthiş bir artış oldu. Her biri de yine aynı yerden, Enstitü’den geliyor. Bu kadar fazla insanla ne yapacaklar bilmiyorum. Kayıp denetmenlerden hâla bir haber yok. Bir yıldır onların izini sürmeye çalışıyorum ama hiçbir ipucu bulamadım. Sanki hiç burada olmamışlar gibi. Resmi kayıtlar bu görevlilerin uzun bir süre boyunca burada bulunup kentin her yerine gittiklerini ve yönetimin her kademesinde işlem yürüttüklerini gösteriyor. Küçük de olsa herhangi bir iz bulabilmeliydim şu ana kadar ama hiçbir şey yok. İnsanlar da bir şey söylemiyorlar. Hiçbir şey. Hangisi daha kötü bilmiyorum, benim buraya gönderilen bir casus olduğumu bilmeleri mi yoksa bu şehre gelen her yabancının bu muameleyi görüyor olması mı?”
**/11/192*
“Araştırmalarıma devam edebilmek için yürüyüşlerimi artık gece yapmaya başladım, böylece şehrin üst kısımlarına da ulaşabilecektim. Gece çöktükten sonra kimse sokağa çıkmıyordu, bu yüzden güvende olduğumu düşünüyordum. Yukarı kesimlerde daha başka yapılar olduğunu da bu şekilde gördüm. Çok eski zamanlardan kalan manastırlar, asırlardır düşmemiş kaleler, uygarlık tarihine uzanan ağaçlar ve nice farklı yapı çağlara ve ölümün doğasına meydan okurcasına ayakta dikiliyordu. Yerlilerin söylediklerine göre de bu yapıların çoğunda, dağdaki mağaralara açılan geçitler vardı. Bu mağaralar insanlığın ta en başından beri kendi inançlarını sürdürmek isteyen topluluklara sığınak görevi görüyordu. Yerleşimin kurulumu da yine aynı topluluklara dayanıyordu. Bu bölgenin çevresindeki insanlar, inançlar, uygarlıklar değişmişti ama kendisi hâla ayaktaydı. Bunun daha makul nedenleri mi vardı yoksa çok korkunç bedeller mi işlenmişti, bunu daha bilmiyordum.”
**/12/192*
“Bir yılı aşkın bir süredir bu şehirdeki kayıp denetmenlerin izini sürüyorum. Başlarına nerede ne geldiğine dair hiçbir iz yok. Şehir vakıfların ve tarikatların elinde, yine aynı grupların açtıkları şirketlerle yönlendiriliyor. Solukkanlı ailesi halkın iplerini elinde tutuyor. Tüm bunlar için gerekli kaynak ise nereden geldiği ve nasıl sürdürüldüğü belli olmayan bir servetle yapılıyor. Şimdi de yerleşime bir yığın yabancı geldi. Hepsi de Enstitü denilen şüpheli bir kurumdan geliyor. Hatta bu kurumun içinde bile tekinsiz bir ünleri var. Çok radikal hareketleri bulunuyor ve bazen insan aklını bile bulandıran araştırmalarında bilimsel yönteme aykırı teknikler uyguluyorlar. Yaptıkları işlerde etikten söz edilemez, zaten şehir halkının çok da umrunda olmayan bir durum bu. Tüm bunların üzerine yine bu yabancılar koyun açıklarında çok ciddi bir projeye başlamışlar. Şehire deniz yolu ile sürekli yeni kaynaklar ve araçlar getiriliyor. Hayatımda bir şeye bu kadar fazla kaynak aktarıldığını hiç görmemiştim, neredeyse sıfırdan kurulmaya çalışılan Cumhuriyet’in başkentinde bile. Rıhtımın yakınlarına yeni üretim tesisleri kuruldu ve gece gündüz demeden sürekli çalıştırılıyorlar. Koyun üzerindeki sis de her gün biraz daha kalınlaşıyor, her gün biraz daha cüretkâr oluyor. Yavaş yavaş hareket eden kocaman bir organizma gibi, şehrin üzerinde ağır ama kararlı bir şekilde yayılıyor.”
**/12/192*
“Denizden sesler geliyor. Uğultular, derin ve yabancıl uğultular. Sis o kadar koyu ki ışık kente giremiyor. Zamanımın azaldığını hissediyorum. Şehirdeki insanlar bana artık daha soğuk ve daha tehditkâr gözlerle bakıyorlar. Balıkçılar da benimle çalışmıyorlar, iş alamıyorum. Havalar çok soğudu, sanki yaşamın içindeki sıcaklığı yok etmek istermiş gibi. Benden önce burada görev yapan denetmenler gibi ben de sanki yeryüzünden silinmek üzereyim. Uyarıları duyabiliyorum. Gitmeden önce son bir kez cevapları bulmak için risk almam gerekecek, büyük riskler almam gerekecek.
Uyarıları duyabiliyorum.
Denizden sesler geliyor.”
Yorumlar
Yorum Gönder