17- Deliliğin Yankıları Bölüm 1: Hücredeki Denek (Spooktober '22)

  Karanlıktı. Soğuktu. Derin bir nefes aldı, içine ciğerini yakan ve aklını bulandıran bir hava doldu. Hareketlenmeye çalıştığında yataktan kalktığını fark etti, yattığı yerden doğruluyordu. Oturur hale geldiğinde küçük bir yatakta olduğunu anladı, kendisi de o yatağa mükemmel bir şekilde sığabilmişti. Yatak basitti, kabaydı ama rahatsız edici derecede düz ve kalitesizdi ama zararı yoktu. Küçük bir odanın içindeydi, belki bir yatak daha sığardı içine ama üçüncüsü zordu. Duvarların dokusu farklıydı, beton değildi, sert de değildi. Küçük odanın kapısı kapalıydı, kapının ardında ne olduğu görülmüyordu. Diğer tarafta ise küçük, yuvarlak bir pencere vardı. Oraya gitti, ellerini cama koydu ve dışarıya baktı. Kapkaranlıktı, odanın kendi ışıkları camın birkaç santim ötesini bile ancak aydınlatıyordu. Kapı tarafından şiddetli bir gürültü geldi, bütün oda korkunç gıcırtılar çıkararak sarsıldı. Sonra da mutlak bir sessizlik çöktü. Kapı ağır ağır açıldı.

Önce bekledi, dışarı çıkmadı. Hemen duvarın yanına saklandı, bir süre o şekilde bekledi. Hiçbir ses gelmeyince geri çekildi, odanın bir köşesinden kapıya baktı, dışarıda ne var görmek istedi. Hiç kimse yoktu. Yavaşça kapıya yöneldi, elleriyle kapı çerçevesine tutundu ve kafasını odadan dışarı çıkardı. İçerisi bomboştu. Kapı nasıl açılmıştı? Odadan dışarıya çıktı. Dairesel yapıdaki başka bir odaya girmiş olduğun gördü. Duvarlar altı yüzey şeklinde dizilmişti. Kendi odası da bu altı yüzeyden bir tanesinin ardındaydı. Her bir yüzey farklı bir kapı, oda veya pencereyi oluşturuyordu. Tüm bölmelerin giriş çıkışlarını ise tavandan takip eden metalik bir dolaşım dokusu birleştiriyordu.

Odadaki eşyalar darmadağınıktı. İçerisi bir savaş alanını andırıyordu. Loş ışığın ve da her yeri kaplayan gaz kütlelerinin örtüsü altında belli olmuyordu ama burada bir şeyler olmuştu. Yerlerde izler vardı. Birileri zarar görmüştü. Eşyaların bir kısmında derin göçükler vardı, bazıları da şiddetli bir şekilde parçalanmıştı. Her kim saldırmışsa güçlü birisi olmalıydı, çok güçlü birisi olmalıydı. Bu insanların hiç şansı olmamıştı. Odayı inceledikten sonra bu sefer dışarıya bakan pencerelere yaklaştı. Bir süre dışarıya bakıp nasıl bir şeyin içinde olduğunu anlamaya çalıştı. Dışarıda sadece hiçlik vardı. Kapkaranlık bir boşluğun içindeydi.

Tam önünden berbat görünümlü bir ceset geçti. Yavaş yavaş süzülüyordu, çürümüştü, üzerinde ise onu yemekte olan küçük, tuhaf, çirkin canlılar vardı. O hiçliğin derin denizin karanlığını olduğunu anladı. Bir süre ölü bedenin siyah göz boşluklarıyla bakışıp kaldı. Gözlerini çoktan yemişlerdi. Sonra bakışlarını içeri çekti.

İçeride çalışma masaları, sandalyeler, kırılmış cam tüpler, metalik cihazlar, bakım yapmak için ihtiyaç duyulan araç gereçler vardı. Ayağı metal bir nesneye takılınca tökezledi, metal nesne de gürültüler çıkararak zeminde sürüklendi. Ne olduğuna bakınca gövdesi feci derecede göçen bir tepsi olduğunu gördü. Göçüğüm kendisi sanki bir el şeklindeydi. Tepsiye takıldığı yere baktı, oraya da farklı nesneler saçılmıştı. Onları inceleyince vücuduna ekşi ve berbat bir duygu yayıldı. Doktor’un onun üzerinde kullandığı şeylerdi bunlar.

Kalp atışları dengesizleşti, görüşü puslandı. Terlemeye başladı ama aynı zamanda ısı da kaybediyordu. Kolları ve bacakları titriyordu, yere yığıldı o anda. Bilincini kaybetmek üzereydi, derin nefesler alıp verdi. Her nefesinde odayı dolduran gaz ciğerlerine hücum etti, içini yaktı, zihnini bulandırdı ve duyguları karıştırdı. Görüşünde mor lekeler oluştu, kulaklarına bir ses saldırdı. Ninni miydi bu? Yoksa bir ilahi mi? Tatlı bir ses geliyordu. Sese teslim olmak istedi ama bu sefer gaz onu daha da uyandırdı. Ne olduğunu anlamadan yeniden ayağa kalkmıştı, yürüyordu.

Uzun bir koridordan geçti, dikkatli ve yavaş bir şekilde gidiyordu ama bu koridor çok tanıdık geliyordu. Daha önce de buradan geçmişti, hatta defalarca buradan geçmişti. Tanıdık gelen şey koridorun duvarları veya zeminin şablonu değildi, koridorun tepesindeki ışıklardı. Her defasında ışıkları görmüştü, başka hiçbir şeyi zaten göremiyordu. Başka hiçbir yere bakamıyordu. Şu an ise aynı koridoru yürüyerek geçiyordu. Kendi başına, kendi iradesiyle. En azından bu durumda iradesi kendine ne kadar aitse. Koridorun da pencereleri vardı ve her biri karanlık boşluğa bakıyordu. Bazı yerlere güçlü ışık kaynakları doğrultulmuştu ama derin karanlık kesinlikle aşılamıyordu.

Koridoru geçince öncekinden daha büyük bir bölmeye geldi. Bu merkezi bölme de diğeri gibi altıgendi. Bu yerdeki yapısal doku böyle işliyor olmalıydı. Hücresine çıkan dolaşım mekanizmaları burada da vardı, daha yoğun, daha fazlaydılar. Gazın sızdığı noktalar, yer yer bu mekanizmalar üzerindendi. Mekanizmanın hatları, yapıdaki her bir odaya gidiyor ve daha merkezi yerlere geçtikçe toplanıyorlardı. Bir ağacın kökleri gibi iç kısımlara doğru daha tekil bir yapıda birleşiyor olmalıydılar. Bu durum onu huzursuz etmişti, gözünü tavandan çekti. Bir vücuda yayılmış damarlar gibiydiler. Yayılan gazda bu şartlarda kan görevini görüyordu. Dikkatini başka yerlere vermeye çalıştı, içine çektiği gazın bir şeyin kanı olduğunu düşünmek istemedi.

“GÖRÜNMEYENDEN SAKIN, ONU GÖRDÜĞÜNDE ÇOK GEÇ OLACAK” yazıyordu duvarda. Elini duvara koydu, parmaklarını kelimelerde gezdirdi. Harfler duvara kazınmıştı. Bunun için kullanılan nesneler de yerdeydi, kendisi üzerinde kullanılan tıbbi araçlardı bunlar. Elini hemen duvarda çekti ve başka bir köşeye doğru hareketlendi. Bu odada da bir pencere vardı. Anlaşılan içinde durdukları her odadan dışarıyı görebilmek istemişlerdi. Dışarıda denizin görünmeyen diplerine doğru uzanıp giden boşluğa bakmak istedi, diğerlerinin yaptığı gibi ama bunu yaparken penceredeki izi gördü. İz bir ele aitti, o da kendi elini uzattı ama tutarlı olmayan bir şey vardı. Penceredeki el izi ile onun kendi eli denk gelemiyordu, çünkü iz camın dış kısmındaydı.

Elini ve kendini camdan çekti. Burada kalması ve bir şeylere karışıp durması iyi değildi. Bölmenin farklı yerlere giden kapıları vardı, onları açıp buradan bir çıkış yolu bulmak istedi. Bir kapıyı açtı ve ona çok tanıdık gelen başka bir oda daha buldu. Burası da bir hücreydi, içeride yatak bile yoktu, penceresi sonsuz hiçliğe bakıyordu. İçi kalktı, oradan çıktı ve kapıyı da arkasından kapattı. O bunu yapar yapmaz bu sefer içeriden bir ses geldi. Sanki birileri bir yerlere vuruyordu. Kapıyı baştan açacaktı ki bunu yapmadan önce bir süre bekledi. O beklerken gelen sesler yükseldi, yaklaştı ve en nihayetinde kapatmış olduğu kapıya vurdu.

Hemen oradan çekildi. Gözleri kapıya kilitlenmişti. Burada her ne varsa şimdi de onun peşine düşmüştü. Sesler hemen kesilmişti ama onun içindeki ürperti bir yere gitmedi. Yavaş yavaş kapıya yaklaştı. Uzaktan biraz daha dinledi, seslerin kaybolduğuna emin olmak istiyordu. Kulağını metal kapıya dayadı ve bekledi. 

Metal yüzey sert ve soğuktu ama yine de onun hakkındaki bir şeyler yaşıyordu. Bu yer nefes alıyordu, ölüyordu, sindiriyordu. Arzuları, açlıkları vardı ve bunların hedefinde doğrudan o yer alıyordu. Burada kalırsa o da sindirilecekti.

Uzun bir süre kapı yüzeyinden bu yerin nefes alıp verişini dinledi ama içeriden başka bir ses gelmedi. O bu şekilde bekleyip dursaydı muhtemelen ölecekti ama tesisin telefonlarından birisi çaldı.

Önce ne olduğunu anlamadı ama sonra gürültülü sesin kaynağına doğru gitti. Duvarla bir olan aygıta baktı bir süre ama aygıt ondan önce davrandı.

“Beni dinlemen gerek. Benim hakkımda ne düşündüğün veya önceden ne yaşadığın önemli değil. Buradan çıkmak istiyorsan sadece bir ama bir şansımız var. Burada bizimle birlikte olan bir şey var. Başka şeyler de var ama bu diğerlerinden daha tehlikeli. Bizim izimizi sürecek, engel tanımayacak ve en sonunda bizi bulacak. Bu olmadan önce bu yerin üstesinden gelip yüzeye dönmemiz gerek. İkimiz tesisin iki ayrı noktasından birlikte çalışırsak ancak olabilecek bir şey, ama olabilecek bir şey. Şimdi…” dedikten sonra birtakım talimatlar verdi telefondaki ses. Sonra telefon kapandı.

Aygıtın yanından ayrıldı. Odanın merkezine doğru çekildi ama arkasında kalan bir şeye çarpınca olduğu yerde sıçradı. Titreyen yüz hatları, gördüğü şeyin bir ameliyat masası olduğunu anladığı zaman daha soğuk bir hâl aldı. Ayağa kalktı. Bir insanın, bir hayvanın başına gelmemesi gereken şeyler yaşamıştı ve şimdi buradan kurtulabilmesi için bu geçmişi bir kenara atması gerekiyordu. Eğer burada bulacağı sonuç ölüm olsaydı belki bu seçim çok daha kolay olurdu ama bu yer ölümden çok daha beter şeyleri barındırıyordu içinde. Belki de ölümün kendisinin burada bir hükmü yoktu.

Yukarıda toplanan dolaşım hatlarını takip ederek tesisin merkezine doğru ilerleyecekti. Oradan da yine tesis içindeki bir telefon üzerinden hızlıca talimatlar alacak ve çıkışa giden yolu bulacaktı. İçinde bulunduğu bölmeden ayrılmadan önce arkasında bıraktığı tüm bu deliliğe baktı. Sayısız işkence gördüğü bir yerde dolanıp duruyordu. İçeriden bir yerden yine önceden duyduğu o tatlı ses, tuhaf ninni gelince yerinde durmadı ve devam etti. Bunu hücrede uyanmadan önce de bir yerlerden duyduğuna emindi, çok tanıdık geliyordu. Adımlarını yavaşlatan şey ise metalik yüzey üzerine gelen ağır darbelerdi. Bunlar önceki odada duyduklarına benzemiyorlardı, çok ağır bir şeyin adım sesleriydiler. Her ne ise giderek yaklaşıyordu.

Yine bir koridora gelmişti. Koridor iki bölmenin arasında, karanlık suların arasında tek başına uzanıyordu. Bu sefer ise dışarıda suları aydınlatan ışıklar içeriye girmekte zorlanıyordu. Pencereler bir sürü kara el izi ile kaplanmışlardı. Hepsi de camın dışından yapılmıştı.

Koridoru hızlıca geçti, kapıyı hemen açtı ve sonraki bölmeye girdi.

Burası kocaman bir bölmeydi ve altı yüzeyinden dördü, ilk başta içinde uyandığı oda gibi olan dört hücreye açılıyordu. Bu hücreleri hatırlıyor muydu? Burası hakkında anımsadığı bir detay yoktu. Olduğu gibi yabancı bir yerdeydi. Bu durum onu biraz olsun rahatlattı. En azından sürekli hatırlayıp acı çekeceği çağrışımlar olmayacaktı. Ama daha kötüsü geliyordu.

Hücrelerin diğer tarafından, onun geldiği yönün tersi konumdan birden çok şiddetli darbe sesleri geldi. O yönde bir yerde, birileri metalik kapıyı kaba kuvvetle açmaya çalışıyordu. Birkaç kere bu ses geldikten sonra bir patmalayı andıran bir gümbürtü duyuldu, sonra da ağır metalik adımlar yaklaşmaya başladı. Her bir adım tesisin içinde hiçliğe doğru kaybolana kadar yankılanıyordu. Her yankı ile birlikte de sanki tesis gıcırtılarla cevap veriyordu. Gıcırtılar, loş ışıkların titreşmesini ve karanlık ile gaza boğulmasına neden oluyordu. Adımlar yaklaştıkça gaz kütleleri yoğunlaştı, karanlık derinleşti ve mekan çaresizce ölümü çağıran bir can kazanmaya devam etti. 

En sonunda büyük merkezi bölmeye mutlak bir karanlık çöktü ve hücresinde uyanan gözler de bu karanlıkta tamamen kullanışsız kaldılar. Ağır metalik adımlar en sonunda içeriye girince hastalıklı bir tondaki sarı sönük bir ışık var olageldi. Doğrusal bir ışıktı, hareketli tekil bir kaynaktan çıkıyordu ve huni şeklinde odayı tarıyordu. Kaynağın arkasındaki biçim seçilemiyordu ama karanlık ile karanlıktan peydah olmuş uğursuz ışığın arasında korkunç ve devasa bir figürün hatları vardı.

Başka dünyacıl dehşet dolu bir uğultu geldi ışığın kaynağından sonra da ağır metalik adımlar geldikleri yöne doğru devam ettiler. Onlar uzaklaşırken yankıları hâla duyuluyordu. Önce tesisin metalik duvarlarından yankılanıyorlardı sonra da o şeyden kaçmaya çalışan zavallının kafasında.

Onun bu tesisten kaçması gerekiyordu çünkü bu tesiste yankılar asla bitmeyecekti, bir sonsuzluk boyunca yankılanacak şeylerin peydah olduğu karanlık bir hiçliğin yana kurulan bu tesiste…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Karanlık Perde

Sırık Bölüm 1: Sarıbolu (Spooktober '24)

Sırık Bölüm 0 (Spooktober '24)