14- Uzaylı Bölüm 2: Yabancı (Spooktober '22)

  Sabah olup herkes uyandığında gece dışarıda yaşadığım şeyleri onlara da anlattım.  Durumu benim kadar telaşla karşılamasalar da onların da huzurunu biraz kaçırmış gibiydim. Mahalledeki çocukların ara sıra çiftliğe dadanildiklerini, tarlalarda gezdiklerini, havuzun yanına oturduklarını veya ağaçlardan meyve çalmaya çalıştıklarını söylediklerinde için biraz rahatlamıştı. Nedense aklımın küçük bir zerresi onların bu senaryoyu uydurduklarını ve benim de uyduruk olduğunu anladığım bu senaryoyu kabul ettiğimi söylüyordu. Aklımın o zerresini dinlememeyi seçerek bir hata da o gün yapmış oldum. Çiftlikteki akrabalarım, bu gece aralarından birinin de ayakta kalıp nöbet tutacağını söylediklerinde doğaçlama olarak bulunmuş bu yarım yamalak çözüme razı oldum. En azından bu defa uykumdan kalkıp birilerinin peşine düşersem yalnız olmayacaktım.

Çok uykum vardı ama hemen uyumadım. Önce mahalle sokaklarında da birkaç tur atıp rast geldiğim insanlarla konuştum ve önceki geceki olayları sordum. Kimse yararlı bir cevap vermedi tabii ki. Böyle olunca ben de çiftliğin çevresinden dolanan yollarda içeriye giriş izleri aradım. Çiftliğin üç yanı meyve ağaçlarının oluşturduğu alanla kaplanmıştı, bu ağaçlık alanın çevresi de kamışlarla çevriliydi. İçeriye girmek isteyen insanlar bu kamışları kırmak zorunda kalıyordu, en iyi ihtimalle kamışlar iki tarafa doğru eğiliyordu. İçeriye girenlerin hangi noktadan bunu yaptıklarını anlamak zor olmasa gerekti. Çiftlik biraz geniş bir alana yayılınca onun çevresini gezip kontrol etmek de zor oldu ama herhangi bir giriş izi bulamadım.

Dışarıda bir ipucu bulamayınca bu kez çiftliğin içini kontrol etmek istedim. Dün gece yaşanan olaylar benim düş gücümün bir oyunu değildi, neler gerçekleştiğinden emindim. Önce evin etrafına bakındım, sonra da tarlaya indim. Tarladaki ürünlerin arasındaki iz hâla orada duruyordu. İzlerin bir kısmı ağaçların arasına, bir kısmı da ağılın içine gidiyordu. Ağaçlara giden izin hayvanlara ait olduğunu biliyordum, dün gece ağıldan gelen hırıltılı seslerin de hayvanlara ait olmadığını biliyordum. Şu an gün ışığı vardı ve içerisi bu sefer karanlık olmayacaktı. Yine de garip bir his yüzünden oraya gitmekten çekinecek gibiydim ama yine de içeriye girdim.

Saman yığınları bir kenara atılmıştı, üzerlerinde izler vardı. Birileri bu yığınların üzerine düşmüştü veya fark etmeden üstüne basarak geçmişti. Hayvanların bağlanmadığı, onların ulaşamayacağı başka bir yere ise tarlada kullanılacak aletler araçlar konmuştu. Benim asıl aradığım şey ise burada saklanan kişinin dışarıya çıkmak için kullandığı yoldu. İçeriye girdiğim derme çatma kapı tek giriş çıkış olmalıydı. Buraya saklanan yabancı dışarıya çıkmak için, ben tarladan ağıla girerken başka bir yol bulmuş olmalıydı. Zaten tarlalar ile evin olduğu noktadan, meyve ağaçların arasından gelmiştim. Ben geldiğimde onun da aynı yöne kaçmış olması ancak böyle açıklanabilirdi. Diğer tek açıklama ise bu kişinin yanımdan öylece geçip gitmiş olması ve benim de bunu ne görmüş, ne de duymuş olmamdı.

İçeride böyle bir yol da bulamadım.

Çok uykulu olmalıyım diyerek oradan geri döndüm ve ağaçlık alanı incelemek istedim. Yabancının önümden kaçıp içeride kaybolduğu alana girdim. Gecenin karanlığı gitmişti ve gün ışığı yapraklar ile dallar arasından ormana iniyordu. Her şeyi daha belirli bir şekilde görebiliyordum ama aslında istediğim sonuca ulaşacağım bir şey göremiyordum. Ama burada olmalıydı! Öyle değil miydi? Ağaçların arasına kaçan gölgeyi görmüştüm. Sesini duymuştum. Hayvanlar da ondan korkup kaçmışlardı. Kaçmamışlar mıydı? İstediğim ipucunu bulamadım ve çiftlik evine akrabalarımı yeterince ikna edemeyeceğimi düşünerek geri döndüm. Kendim bile ikna olamamıştım şu an.

Evin içine geçtim, kendimi bir kanepenin üzerime attım ve gözlerimi kapadım.

Gözlerimi açtım. Hava kararmış, herkes çoktan uyumuştu. Çiftliğe girdiğini düşündüğüm yabancının izlerini bulmaya çalışırken mi aradan geçen vakti anlayamamıştım yoksa önceki gece yüzünden uzunca bir süre mi uyumuştum? Muhtemelen ikisi birden geçerliydi. Önce gidip kendime bir bardak su koyup içtim, sonra yiyecek bir şeyler hazırladım. Bedenim ayılmak ve kendine gelmek istiyordu ama nedense bilincim hâla uykuya yatmayı arzuluyordu. Diğerleri çoktan uyku diyarının derinliklerinde kaybolmuşlardı, kimseyi de nöbette tuttukları yoktu. Zaten ben de artık öyle düşünüyordum. Mutfağın teknesinde kendime gelmek için yüzüme su çarptım, havluyu başıma attım, kafamı kaldırdım ve pencerede bir şey görür görmez çığlığı basıp geriye doğru düştüm. Baştan ayağa kalkıp baktığımda hiçbir şey yoktu. Pencerenin dışında gördüğüm ağaçlara çevirdim bakışlarımı, oradan tarlaya, oradan da ağıla. Ağıl yine kapkaranlıktı ve gözlerim orada bir şey göremese de ve bilincim orada bir şey olmadığı kanısına varsa da oraya baktığımda korkuyordum.

İçeriyi dolaşıp diğerlerinin iyi olup olmadığını kontrol ettim. Hepsi de mışıl mışıl uyuyorlardı, bir şekilde çığlığım onları rahatsız etmemişti. Bir kez daha mutfağa dönüp pencereden dışarıya baktım ama yine bir şey göremedim. Birkaç adım geriye çektim kendimi, yavaş yavaş. İsteyerek yaptığım bir şey değildi ama bir kez daha bir anlık bir şey gördükten sonra çığlığı bastım.

Yine kimse uyanmadı. Bu sefer iyice şüphelenmiştim, yüksek sesle çığlık attığıma emindim. Herkesin durumuna teker teker baktım, hepsi de nefes alıyor, gerçekten de rahat rahat uyuyor gibiydi. Evin içinde ben bu şekilde dolanırken pencerelerin birinden yine dışarıda bir hareket gördüm. Gözlerim belki de bir dakikalığına o pencereye kilitlendi. Gördüğüm şeyin gerçekliğine emin olmak zorundaydım. Emin olamadım ama yine de bir o kapıyı bir bu pencereyi kontrol ede ede evin kapısına kadar geldim, sonra da dışarı çıktım. Diğer herkes içerideydi, gözleri kapalıydı ve uyuyorlardı. Burada o yabancıyı ararken yalnız olacaktım.

Sola doğru dönüp mutfak penceresinin baktığı tarafa doğru ilerledim. Tarlaların oluşturduğu büyük boşluğun önüne gelmiştim şimdi ve ağıl tam karşımdaydı. İki tarafıma hareketsiz bitkiler yayılmışken ben de adımlarımı önümde duran karanlığa doğru attım. Ay yine çiftliği aydınlatıyordu sönük davetkâr ışığıyla. Ağıla yaklaştıkça yavaşladım ve daha dikkatli bir şekilde önümde duran tehlikeyi anlamaya çalıştım. İçerideki karanlık zihnimde de puslu boşluklar oluşturuyor ve bu hiçlik ceplerinin içinden kendi art niyetlerini benim hareketlerime sızdırarak istediğini elde ediyormuş gibi his vardı içimde. Yaklaştıkça içeriden gelen yabancıl, başka dünyacıl hırıltıyı daha iyi duyabiliyordum. Böyle bir hırıltıyı bir insan çıkaramazdı ve çiftliğimizdeki hiçbir hayvana ait olmayan bir sesti bu.

Böyle düşünüyordum ki çiftliğin diğer tarafındaki başka bir ağaçlık alandan başka bir ses geldi. Gece boş uzay kadar sessizdi ve bir şeylerin ağaçların arasında dolandığını rahatça duyabiliyordum. Ağıldan o tarafa giden bir iz yoktu, o tarafta her ne varsa kesinlikle dışarıdan gelmişti. Sesin geldiği yön, eve gelen yolun kenarındaki havuzun ve de çitlerle çevrili boş kümesin hemen arkasındaydı. Adımlarımı o yöne çevirmiş olsam da arkamı ağıla dönmemek için ruhumun eski parçaları çok güçlü bir direnç gösteriyorlardı. Bir yandan da daha anlık tepkiler vermemi isteyen bilişsel mekanizmalarım ne olursa olsun o ağıldan uzaklaşmamı söylüyordu. Havuzun arkasından gelen sesleri çok uygun bahaneler olarak kullanarak bu mekanizmaların beni ikna etmesine izin verdim.

Çiftliğin bu uzak tarafındaki ağaçlar daha eskiydi, daha büyüktü ve daha ölüydü. Bazıları hiç meyve vermiyordu, bazıları da doğrudan kuruyordu. Bu bölgedeki yabani otları da temizleme işine hiç girmemiştik, bu yüzden böcekler ile hayvanlar cirit atabilir, otların ve ağaçların arasında herhangi bir şey saklanabilirdi. Ay ışığı da güneşin şefkatini hiç paylaşmıyor, kendi acımasız tarafsızlığı ile ağaçların altında beni terk ediyordu. Attığım adımların nerelere gittiği belli değildi ama en azından ağılın da arka tarafındaki gibi eni sonu gelmez düzlüklere doğru kaybolan derin bir orman değildi burası. Ayrıca bu yabani otlar, kimin nereye hareket ettiğini tespit etmemi de kolaylaştırırdı.

Telefonumun ışığı her zaman yanımdaydı fakat gözlerimin ucuyla yakalayabildiğim hareketlere karşı burada tamamen kördüm. Ben buraya gelince her nasılsa geceye çöken sessizlik de ortadan kaybolmuştu. Artık rüzgarın ormanın içinden eserek oluşturduğu hışırtıların egemenliği içindeydim. Az önce bariz bir şekilde duyabildiğim hareketlenmeleri bu hışırtılar mükemmel bir şekilde saklıyorlardı. Yine de her ne kadar bir ses çıkarsalar da rüzgarın otlar ve yapraklarla çıkardığı bu hışırtıların oluşturduğu yapay monotonluk, bana dışarıdaki huzur bozucu sessizlik ile bire bir geliyordu. Sessizlik, hırıltılar ve hışırtılar, sanki hepsi tek bir yüzü örtmek için kullanılan özensizce hazırlanmış benzer maskelerdi.

Ağaçların arasında rastgele yürürken telefonumun ışığının aydınlattığı uzak noktalarda farklı karartıların hareket ettiğini görebiliyordum ama bunların küçük bir hayvan veya sallanan bitkilere ait olup olmadığını çıkaramıyordum. Çiftliğe gelmemle başlayan tüm bu olay, tamamen sis kütleleri ile örtülmüştü. Bir süredir yaşadığım şeylerin gerçekliğini saptayamıyor, gördüğüm ve duyduğum şeylerden de emin olamıyordum. Şimdi de gecenin ortasında soğuk havada ağaçların ve otların arasında telefonumun ışığının ucuyla yakalayabildiğim veya belki de hiç yakalayamadığım karartıların peşinden koşuyordum. Tüm gece böyle deli gibi dolaşmam mı daha iyiydi yoksa korka korka arkasından takip ettiğim karartılarla sonunda karşı karşıya kalabilecek olmam mı bilmiyordum. Keşke deli olsaydım da deliliğim ile kalsaydım.

Bir şeylerin peşinden gide gide en sonunda kümesin etrafına dizilen çiftlerin uç kısmına geldim ve çiftlik evinin ters yönünde devam ettim. Kümesten sonra da havuzun olduğu yüksek noktaya doğru çıkan eğimlerden tırmanıp monoton hışırtıdaki düzensizlikleri takip etmeye çalıştım. En sonunda havuzun yanına çıktığımda ise oraya park etmiş askeri bir araba gördüm. İçinde kimse yoktu, kapılar kapalıydı ama ön kısmı biraz ezilmiş, zarar görmüştü. Ben arabaya bakarken bu sefer arkamdan sesler geldi ama ben daha doğru düzgün bir tepki veremeden bir namlunun ucuna bakıyordum.

Tüfeği tutan ellerin sahibi bir süre öylece durdu, silahının namlusunu benim üzerimden çekmedi ve yorgun, korkmuş, yılmış gözleriyle de beni inceledi, süzdü. 

“Burası bizim çiftliğimiz.” diye çıkıştım adama. “Yasa bizim tarafımızda.”

“Hayır.” dedi adam. “Burası artık onun çiftliği.”

Kafam karışmış bir şekilde ben ona bakınca adam bir soru yöneltti.

“Bu saatte neden dışarıdasın?”

“Çiftlik topraklarına giren birilerini gördüm, onun peşinden gitmek için dışarı çıktım. Topraklarımızı koruyordum. Ve buldum da.”

“Beni mi kastediyorsun? Ben seni dışarıda görene kadar çiftliğinizden içeri girmedim.”

“Dışarıda çiftlikte izinsiz dolanan birisini gördüm, çıktım, onun izlerinin peşinden gittim ve seni buldum. Bunun çirkin bir şekilde bitmesine gerek yok, buradan gitsen yeter.”

Ben böyle söyleyince adam birkaç adım geriye çekildi, silahını üzerimden çekti ve yüzü biraz sakinleşti.

“Kimin peşinden koştuğunu görmek ister misin? Gel benimle.” dedi ve yol boyunca yürümeye başladı. Havuzun arka tarafından devam eden yoldan ilerliyordu ve çiftliğin uç tarafına doğru, dışarıya doğru gidiyordu. Bir süre onun ardından gitmeyecek oldum ama tüm bu durum hakkında hiç de doğru hissettirmeyen bir duygu vardı içimde. Onu takip ettim.

Adam en sonunda çiftlik topraklarından sonra gelen bir araziye getirdi beni. Yolun biraz daha yukarıdan geçtiği bir yerdi ve yükseltinin hemen altında ise bir şey vardı. Adam o şeye yakınlaştı, ben de yakınlaştım.

Bir cesetti bu.

Ceset üzerinde ne bir renk tonu, ne bir saç tanesi ne de bir kan damlası kalmıştı. Yüz ifadesi dehşet içindeydi ama onu tanımıştım.

Çiftlikteki akrabalarımdan birisiydi. Bu imkansızdı. Evden çıkmadan önce saymıştım. Sayı tamdı. Onu görmüş müydüm? Ama saymıştım ve sayı tamdı. Hatta iki kez çığlık atmıştım, iki kez kontrol etmiştim herkesi. Sayı iki seferinde de tamdı ama onu gördüğümü hatırlamıyordum. Yanlış mı saymıştım? Ama dün gece görmüştüm çünkü nöbete o seçilmişti. Dışarıda birini gördüğümü söyledikten sonra çiftliktekiler dışarıda gece nöbet tutması için onu seçmişlerdi. O nöbet tutmuştu ve şimdi o ölmüştü.

“Şimdi.” dedi beni buraya getiren adam. “Sana gerçekleri anlatalım.”

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Karanlık Perde

Sırık Bölüm 1: Sarıbolu (Spooktober '24)

Sırık Bölüm 0 (Spooktober '24)