21- Deliliğin Yankıları Bölüm 5: Doktor (Spooktober '22)
“Bu olasılığa inanmak çok güç ama yine de gerçek. Bahsettikleri bu yarık çok ilginç özellikler gösteriyor. Bu kadar büyük bir jeolojik değişimin kimse fark etmeden sessizce ortaya çıkması hiç olası değil ama deniz tabanında meydana gelen farklılıklar çok bariz. Bu keşiften önce aynı bölgede bir sürü teknenin de birbiri ardına ortadan kaybolması ayrıca çok dikkat edilmesi gereken bir ayrıntı. Tüm o enkazlar yarığın içine mi çekildi? Böyle bir sorun yaşanıyorsa araştırma için gerekli çalışmalar nasıl yürütülebilir ki? Bunun için mümkün olması için harcanması gereken para miktarı ve iş yapması gereken insan gücünü kafamda canlandıramıyorum bile. Neyse, beni ilgilendiren kısım bu değil. Çalışmalarımı yürütebildiğim sürece bir sıkıntı yaşamayacağız.”
“Önüme çıkan bu fırsat paha biçilemez. Eğer dedikleri şeylerin yarısı bile doğruysa burada dünyanın bambaşka kısımları üzerinde çalışıyoruz demektir. Bu da benim çalışmalarımın müthiş bir hız kazanacağı anlamına geliyor. Yepyeni alanlar, disiplinler, teknolojiler, bilim dalları keşfetmek üzereyiz. Bu keşiflerin önünde de ben olacağım, başını ben çekeceğim. Akıl hastanesinde bekleyen denek, deniz tabanının dibinde birden ortaya çıkan gizemli yarık ve ikisi arasında oluşan bu bağ… Tüm bunlara cevap bulmak için de istediğimiz her şey bize verilecek. Her şey gerçek dışı geliyor. Bu yeniden başlamak için müthiş bir fırsat ve ben de tam olarak bunu yapacağım.”
“Tesis yapıldı, içeriye yerleştik ve çalışmaları başlattık. Uzun ve zorlu bir süreçti. Neredeyse bir yıl aldı ama başardık. Hiç bu kadar insanın böyle birlikte çalıştığını görmemiştim. Tabii hiç böyle bir proje de görmemiştim. Yapı oldukça büyük, herkese yetecek kadar yaşam alanı da çalışma alanı da var. Hücreler ve laboratuvarlar talep ettiğim gibi yapılmış, bunun üzerine fazladan eklenen odalar da var. Yine de vakıf başımıza bir direktör atadı, kendimizi kaptırıp araştırmaları rayından çıkarmayalım diye. İşimize karışmadan öylece deneyleri ve çalışmaları izliyor. Muhtemelen sonra ofisine dönüp raporlarını yazıyor. Başımıza bir casus olarak gönderildiği çok açık, o ve hemşire. Tesis personeli içinde Siskoyu’ndan gelenler sadece o ikisi.”
“Sonunda bugün dalışa geçtik. Dalış takımı kurşun geçirmez bir zırh olarak tasarlandı, bu yüzden o konuda bir tedirginliğimiz yoktu. Buna rağmen karanlık boşluğa tek bir kişiyi yalnız başına göndermek insanı çok geren bir girişim. Dalgıç tesisle sürekli bağlantı kuracak bir şekilde kaldı. Bu şekilde hem ona oksijen sağlıyor olduk hem de iletişimi kesmedik. Dalgıç yarıktan örnekler topladı, yanında taşıyacağı aygıtlarla daha yakından ölçümler de yaptı. Bu dalış için heyecanlıydık ama karşılaştığımız sonuçlar bizi şaşırttı. Yarıktan gelen veriler deli saçmasıydı, toplanılan örnekler üzerinde ise hâla çalışıyoruz. Yalnız bir ayrıntı daha sıkıntı yaratıyor. Dalgıç yarığın içinde başka birini daha gördüğünü söylüyor. Daha açık konuşmak gerekirse başka bir dalgıç gördüğünü iddia ediyor ama başka bir dalgıç olamaz. Sadece bir dalış donanımı var, sadece bir dalgıç var. Başka yok.”
“Dalgıç iyice delirdi. Hepsi dalıştan sonra oldu. Orada gördüğü diğer figür hakkında sayıklayıp durdu, sözleri saçmalığa döndü, duyguları dengesizleşti. Onun böyle yapması diğer personeli de etkiliyor. İnsanların morali bozuldu, odaklanamıyorlar, kötüleşiyorlar. Bu deliliğin sadece zayıf zihinlerin ürünü olduğunu iddia ederdim, eğer ki kendimden de şüphe duyuyor olmasaydım. Araştırma boyunca topladığımız verilere bakıyorum. Her gün pencerenin dışındaki karanlığı izliyorum, tesisin dışına çevrilmiş ışıklarla sürekli def etmeye çalıştığımız karanlığı. Her gün biraz daha büyüyüp güçlendiğine yemin edebilirim. Belki bu delilik bulaşıcıdır.”
“Hücreye deneğin yanına giren hemşire geri çıkmadı. O sırada odayı izleyen aygıtlarımız işlevsiz kaldı, çıktıların üzerindeki veriler anlamsızdı. İçeriden bir ses gelmedi, kapı da kapalıydı, kimse bir şey görmedi. Hemşire her zamanki gibi hücreye girdi, sonra da hiçbir şey olmadı. Ne olduğunu bilmiyoruz, nereye gittiğini bilmiyoruz. Denek bunun öncesinde hangi konumdaya sonrasında da öylece orada duruyordu. Bir şey söylemedi, bir şey yapmadı. Tesisin içinde her yeri aradık, teker teker lumbozlardan dışarıyı kontrol ettik, deniz tabanından gelen verilere baktık. Hemşire hiçbir yerde yok. Hücrenin içine girdi ve öylece ortadan kayboldu. Sanki bilmediğimiz bir yere giden bir pencereden geçmiş gibi.”
“Buraya geldiğimizden beridir gözleri üzerimizde olan direktör son zamanlarda odasına çekilmeye başladı. En başında buraya inmesini zaten tuhaf bulmuştu. Onun gibi insanların böyle şartlarda yaşamlarını sürdürmeyi seçeceklerini hiç düşünmezdim. Şu anda denizin dibinde bizlerle kalmış olmaktansa evinden koy manzarasını izleyerek gelecek olan araştırma raporlarını bekleyebilirdi. Onun yerine raporları kendisi hazırlıyor. Burada buna değecek ne bekliyor olabilir? Bir bilim insanı için bu çok anlaşılır bir durum ama onun gibi birisinin burada olmasına gerek yok. Araştırmayı her an takip edebilmek istiyor olmalı. Buna rağmen personelin geri kalanıyla iletişim kurmuyor, deneylerin başında olan benimle bile. Onun hakkında kötü hislerim var.”
“Hemşireden sonra başkaları da ortadan kayboldu. Olayları yüzbaşı araştırıyordu, güvenliğimizden sorumlu olan oydu. Bu şartlarda bir şeyler yapacağını da sanmıyorum ama son birkaç gündür neredeyse etrafta yok gibiydi. Neden böyle olduğunu öğrenmiş olduk. Profesör kendi odasının lumbozundan dışarıda, suyun içinde süzülen yüzbaşının bedenini görmüş. Penceresinin önünden geçmiş, dehşete düşmüş. Durum gittikçe kötüleşiyor. Direktör, yüzeydekilerle iletişime geçildiğini söyledi, peki o zaman neden duruma müdahale edilmedi? Deneyler dursun, araştırma bölünsün demiyorum tabii, sonuçta böylesine çığır açıcı başka bir çalışmayı ne gördüm, ne duydum. Yine de düşünmeden duramıyorum. İnsanlar kayboluyorlar, ölüyorlar. Çevremizdeki şartlar her gün daha tuhaf bir hal alıyor. Daha neler olacak?”
“Ortak odada personel ile birlikte yemek yiyorduk. Herkes oradaydı, direktör hariç. Sonra içeriye dalgıç geldi, dalış donanımıyla birlikte. Tüpler ve kablolar dalış takımının arkasından sarkıyordu. Sanki dalıştan yeni çıkmışçasına olduğu gibi ıslaktı. Artık o donanımla nereye girip çıkmışsa üzeri yosunlarla kaplıydı. Kaskından da yarığın karanlığında önünü görmesini sağlayacak ışığı çıkıyor, yüzümüze vuruyordu. O ışık hakkında tuhaf bir şeyler vardı. İçeri girdiği gibi saldırdı ve bölmenin her yerini iyice dağıttı. Hep böyle bir birisi miydi yoksa dalış donanımının verdiği bir özellik miydi bilmiyorum ama uyguladığı kuvvetin haddi hesabı yoktu. Öyle bir güç üzerime gelince bir kenara çekilip saklanmaktan başka bir şey yapamadım.”
“Yüzbaşının ölümü ile boş kalan güvenlik bölmesine kaçtım ve bütün kapıları arkamdan kilitledim. Buradan tesisin geri kalanında neler olduğunu az çok takip edebiliyorum ama dolaşım mekanizmalarında açıklar oluşmaya başladı. Bazı bölmelerde gaz sızıntıları var ve bu durumun bizim üzerimizde yaratacağı etkiler hakkında hiçbir fikrim yok. Şimdiden kafamda bir kaçış planı şekillenmeye başladı bile, aynı anda kendi çalışmalarımı da yürütüyorum. Burada bir şeylere çok yaklaştığımı biliyorum, işimi bir bitirebilirsem her şeye değecek. Yine de canımı verecek kadar da delirmedim, iki tarafı da aynı anda yürüteceğim. Hem buradan çıkacağım, hem de bunu araştırmayı başarılı bir şekilde sonlandırdıktan sonra gerçekleştireceğim, bir şekilde.”
“Dalgıç güvenlik bölmelerine yaklaşınca ben de uzaklaştım. Yaşam bölmelerine geldim, burada o kadar güvende olmayacağım ama en azından erzaklar yeterli, çalışacak çok alan da var. Gelirken anlam veremediğim bir şey gördüm, dalgıcın bedenini. Revirdem geçiyordum ve reviri yaşam bölmelerine bağlayan tüpte, koridorun duvarlarına yaslanmış bir şekilde zeminde öylece oturduğunu gördüm. Solgundu, boş bakıyordu, nefes almıyordu. Boğulmamıştı, darp edilmemişti, üzerinde herhangi bir mücadeleye dair bir iz yoktu. Yatağından kendi kendine çıkmış ve yerlerde sürünerek koridora ulaşmıştı. Eğer dalgıcın cesedi koridorda duruyorsa dalış zırhının içindeki kim? Direktör mü? Eğer o direktörse neden bize saldırdı? Tüm bu zaman boyunca soğuk ve mesafeli davranırken giderek deliriyor muydu? Buradan çıkmalıyım.”
“Planımı yaptım, zor olacak ama mümkün. Burası ile yüzey arasında kurulabilecek tek ulaşım denizaltı ile. Onun öncesinde deniz tabanı boyunca uzanacak ve Siskoyu limanına kadar gidebilecek bir raylı veya kablolu ulaşım da düşünüldü ama araştırmanın şu aşaması için çok gerekli bir atılım değildi. Denizaltı istasyonuna giden en kısa yol ile aramda dalgıç duruyor, en azından o kılığın içindeki her kimse. Bu yüzden ironik bir şekilde dalış istasyonu üzerinden gitmem gerek. İçimdeki tuhaf bir his dalgıcın dalış bölmesine dönmeyeceğini söylüyor. Aynı his burada dalgıçtan başka şeylerin de olduğunu söylüyor ama şu an deliliğin makul bir miktarına teslim olmayı tercih edeceğim.”
“Dalış bölmesine güvenli bir şekilde gelebildim ama olasılıksız bir durum ile karşı karşıyayım. Gözlerimin önünde şu an dalış takımı duruyor, mühendisimizin tasarladığı donanımın kendisi. Bu nasıl mümkün olabilir bilmiyorum. Bunlardan tek bir tane üretildiğini sanıyordum, o da burada. Tek bir dalgıçla iş yapıyorduk, o da ölü. O zaman diğer dalış takımının içindeki diğer dalgıç kim? Neden herkese delicesine saldırıyor? Yarığın içinde bizim dalgıcımızın gördüğü o muydu? O zaman vakıf neden ikinci bir dalgıç gönderdi? Neden bize haber vermedi. Bu iş başladığından beri sorular hiç eksilmiyor. Cevap veren ise kimse yok. “
“Dalış bölmesine doğru giderken direktörü benim önümde koşarken gördüm. Denizaltına ulaşmaya çalıştığından hiç şüphem yok. Arkasından onu takip ettim, neyden kaçıyordu bilmiyorum ama ben kimseyi görmedim. Dalgıç peşimizden geldiğinde sesini duyabiliyoruz. Yabancıl bir uğultu çıkarıyor, sanki kozmosun derinliklerinde duran bir gök cismiymişçesine. Direktörü neredeyse istasyona kadar takip ettim ve dalgıç tam olarak çıkacağını düşüdüğüm yerden çıktı, kısa yoldan. O önüme geçince ben kendimi geriye attım ama bana dönüp bakmadı bile. Direktörü takip etmeye devam etti. Lumbozdan olan biteni izleyebildim. Direktör gerçekten de araca binip kalkışa geçebildi, ta ki denizaltının üstüne dalgıç düşene kadar. Aracın üzerindeki mutlak karanlıktan çıktı, metal kütlenin üstüne bindi ve sanki bir tenekeymişçesine onu ezdi, büktü, parçaladı. Direktör sağ çıkmadı. Benim de böylece tek çıkış yolum kapandı, en azından mantıklı olanı. Bir planım daha var. Dalış giysisini alıp donanımın kendi kapasitesiyle buradan kaçacağım. Bunun için yeterli depoları yok, hava yetmeyecek, muhtemelen boğulacağım ama denemeliyim.”
“Benim… son planım… başarısız oldu. Dalgıç beni buluyor, bir şekilde, her seferinde. Yine buldu, ne yaptığını bilmiyorum ama korkunçtu. Kaskından çıkan ışığın içine bakmak sonsuz karanlık hiçliğin derinliklerine bakmak gibiydi. Bilincim o bilinmezler denizinin içinde kayboldu, onunla birlikte duygusal dengem, iradem ve sınırlarım da. Yavaş yavaş yok olduğumu hissediyorum, sanki zihnim soluklaşıyor, soyutlaşıyor. Katman katman sıyrılıyorum, varoluştaki ağırlığım siliniyor. Ne yapacağımı bilmiyorum. Sanırım tesiste de benden başka birisi kalmadı, belki bir iki kişi.”
“Buldum. Çözümü buldum, cevabı buldum. Bulmak için kendimden sıyrılmam gerekti ama yaptım. Çalışmamı bitirdim ve artık cevabı ellerimde tutuyorum. Uzun zamandır yaşıyorum, içimdeki bu boşlukla birlikte, giderken bıraktıkları bu boşlukla… şu ana kadar.”
Yorumlar
Yorum Gönder