6- Vapur (Spooktober '22)
Savaş Gökmen uzun bir süredir kendini içinden çıkamadığı bir döngüde tuzağa düşmüş hisseden ve artık bu kapandan asla çıkamayacağını düşünen birisiydi. Asla yapmak istemediği bir işi ve çevresinde yaşanan maddi sıkıntıların yarattığı çaresizliği onu bu tuzağın içinde tutuyor ve her gün kendisini biraz daha tüketmesine sebep oluyodu. Körfezin karşısında, uzun bir yolculuğun sonunda ulaştığı ofisi onu her güne yorgun bir şekilde başlamak zorunda bırakıyor ve eve döndüğü yine aynı yorucu yolculuk bir türlü bu gencin dinlenmesine olanak sağlayamıyordu. Bu yıpratıcı düzenden vazgeçerse yeni bir iş bulamamaktan korkuyordu, zaten bu işi bulmadan önce de birkaç yıl boyunca öylece işsiz işsiz beklemişti.
Yine böyle yorulduğu sabahlardan birinde işine geç kalmamak için körfezin karşı tarafına giden vapuru yakalamak zorundaydı. Hava serindi, her tarafta sis vardı. Trafik sıkışıktı, böylece Savaş hızlıca yürümenin daha etkili olacağına karar vermişti. Zaten önceki günün de yorgunluğu üzerindeyken bu sabah yaptığı bu telaş onu iyice nefes nefese bırakmıştı. Uykusunu alamadığı için bilinci yarı açık bir şekilde gidip geliyordu. Çevresinden geçen insanlar onu çok sinirlendiriyordu, onu bekleten trafik ışıkları da sanki sırf onun işini zorlaştırmak üzere kurulmuşlardı. Acele acele adım atarken yüksek sesle “Nefret ediyorum bu hayattan!” dediğini fark etmemişti bile ama aynı yolda yürüyen diğer insanlar bunu duymuşlardı. Havanın sisli olması Savaş’a vapur seferlerinin iptal edilebileceğini düşündürdü ve Savaş sadece vapura yetişebilmeye odaklanarak yoluna devam etti.
Rıhtıma vardığında körfezin üzerine müthiş bir sis çökmüştü. İnsan gözü iki metre ötesini göremiyordu. Havanın kokusunda acımasız bir duygusuzluk ve merhametsiz bir keskinlik vardı. İnsanlar sisin içinde yollarını bulmaya çalışıyorlardı, yürüyüşleri yavaştı, gözleri kısılmıştı. Arabaların farları açıktı ama ışık bu kalın nem perdesini bir türlü aşamıyordu. Rıhtımın caddeye bağlanan kısmında yoğun bir kalabalık vardı ve Savaş’ın hızlı yürüyüşü bu insan yığınına takılmıştı. Genç adam bu insanları söylene söylene yara yara ilerlemeye çalışınca insanlar da ona sinirli ve şaşkın gözlerle baktılar. Adamın bu hareketine anlam veremiyorlardı. En sonunda insan kalabalığını aşmayı başarabildi, rıhtıma çıktı. Rıhtım nedense boştu ama Savaş rıhtımın sonundaki vapuru ancak seçebilmişti. Koştura koştura ilerledi ve vapura binen son kişi oldu. Vapur rıhtımdan ayrılıp yoğun sis kütlesinin derinliklerine doğru açılarak gözlerden kayboldu.
Eğer Savaş acele etmeyip rıhtımdan atlamadan vapurun yan tarafındaki isme bakabilseydi orada Seyyare yazdığını görecekti. Körfezkent’teki insanlar için bu adı görebilmek oradan uzaklaşmak için çok yeterliydiama Savaş o ismi okuyamadı. Eğer cahilliğine denk gelseydi ve ismi internette aratacak olsaydı bu adın Körfez Felaketi sırasında Körfez’in sisli sularında öylece ortadan kaybolan pek çok deniz aracından en büyükleri olduğunu öğrenirdi. Gemi de yolcuları da felaket ile birlikte bilinmezler denizinde kayıplara karışmış ve artık başka dünyalara ait olmuştu. Zaman zaman vapuru gördüğünü söyleyen insanların başına gelenler gece yarısı anlatılan hikayelerde anlatılırdı.
Genç adam vapurun ilk katında pencere kenarında kendine bir yer bulup oturdu. Telaşı ve yorgunluğunu atmak için dinlenmek istedi ama önce şöyle bir çevresine bakındı. Vapurdaki diğer yolcular da tıpkı kendisi gibi yorulmuş, yıpranmış, tükenmiş, kendilerini bırakmış insanlardı. Her bir yolcunun yüzünde ayrı bir tekinsiz ifade vardı. Savaş bundan rahatsız olunca gözlerini kapadı ve derin bir uykuya daldı. İnsanı rahatsız eden sayısız düşünce ve birbiri ardına dizilen kabuslardan sonra genç adam yine yorgun bir şekilde uyandı. Uykusu her nasılsa onu daha fazla yormuştu. Artık vapurun karşıya vardığını sandığı bir noktada gözlerini açtı ve pencereden dışarı baktı.
Vapurun dışında bir sonsuzluk boyunca uzanıyormuş gibi görünen yoğun bir sis vardı. Savaş bu sisin içinde hareket eden şekillerin olduğuna yemin edebilirdi. Şüphelerini doğrulamak için diğer insanlara doğrulttu bakışlarını ama onlar aynı çökük yüzleri ile oturup öylece beklemeye devam ediyorlardı. Genç yolcu bu durumdan bunalıp olduğu yerden kalktı ve vapurun içinde gezinmek istedi. Belki üst katlarda biraz temiz hava solumak onu kendisine getirir, ruhunu ayağa kaldırırdı. Burada bu insanların arasında kalıp kalan enerjisinin de çekilmesinden daha iyiydi.
Üst katlara çıkan merdivenin her bir basamağı Savaş’ın dizlerini daha fazla öğüttü, bacaklarını daha fazla yordu. Açık havaya ulaştığında gencin ciğerleri iyice zorlanıyordu. Vapurun iç duvarlarına tutuna tutuna devam etti ve dışarıdaki denize bakan banklardan birisine gelince kendisini oraya bıraktı. Hızlı ve yoğun soluklar alıp veriyordu ve her seferinde içine her tarafı kaplayan sisten biraz daha çekiyordu. Ciğerlerine çektiği her nefeste sanki içinde kalan hava giderek tükeniyordu. Gözlerini çevresini saran denize çevirdiğinde de hiçbir su kütlesi göremedi, sis o kadar güçlüydü ki körfezin yüzeyini de kalın bir örtü gibi kaplamıştı. Artık karşıya yaklaşmış olmaları gerektiini düşünerek Savaş saatine baktı. Savaş gözlerine inanamadı. Yarım saat sürmesi gereken yolculuk neredeyse yarım gün sürmüştü ve saatin kendisi de durmuştu.
Saatin bozulmuş olma ihtimali de yüksekti ama genç adam öyle hissetmiyordu. Bir şeyler yanlıştı. Yine çevresine bakıp diğer yolcuları ölçüp tartmaya çalıştı ama herkes aynen aşağıdakiler gibiydi. Kimsenin bu durumu garipsediği yoktu. Yolcu gözlerini bir kez daha yoğun sise çevirdi ve bu kez emin oldu. Sisin içinde hareket eden bir şeyler vardı. İnsanımsı şekiller, devasa kütleler ve soyut biçimler oradan oraya geçip duruyor, başka dünyacıl tuhaf bir dans ile oynuyorlardı. Savaş hemen olduğu yerden kalktı ve geminin çevresinde olan şeyleri işaret ederek etraftaki yolcuları uyarmaya çalıştı. Yolcular ise anlamsız boş boş bakan gözlerle cevap verdiler. Savaş her bir bölümdeki yolcuları ayrı ayrı uyarmaya çalıştı ama herkesin tepkisi aynıydı. Genç yolcu bu boş tepkileri aldıkça daha fazla telaş yapıyo ve oradan oraya koşuyordu. Tüm bunlar anlamsızdı, bu konuda yapabileceği hiçbir şey yoktu.
Gemi birden sarsılmaya başladı. Geminin bir yanından diğer yanına koşturan genç adam bu sarsıntılarla birlikte olduğu yere kapaklandı. Ayağa kalkmaya çalışsa da her bir sarsıntı ile ayrı bir yere düşüyor, farklı bir noktaya savruluyordu. En sonunda banklardan birisine sıkı sıkı sarılarak kendisini kaldırabildi ve çevresinde yaşanan değişimi ancak fark etti. Sis yine oradaydı ama ama seyrelmişti ve vapurun çevresinde neler olduğu artık seçilebiliyordu. Vapur körfezin açıklarında öylece duruyordu. Etrafta başka gemiler ve botlar da vardı ve körfez suları vahşice köpürüyor, dalgalar önüne gelen her şeyi savuruyordu. Körfezin çevresini saran kıyı şeridi ve onun üzerinde yükselen metropolün silüeti ise sanki kağıttan yapılmışçasına eğilip bükülüyor, doğal olmayan yönlerde sallanıyordu. Bütün körfez bölgesi dünyayı bir oyun hamuruymuşçasına şekillendiren muazzam bir felaket yaşıyordu. Savaş ise bu felaketin ne olduğunu ancak anlayabilmişti, uzun yıllar önce tüm bölgeyi neredeyse yok eden Körfez Felaketi’ydi bu. Genç adam vapurun içine çevirince bu sefer diğer yolcuların da telaş içinde bir oraya bir buraya koşturduğunu gördü. Bir kısmı olduğu yerde oturup bir yere tutunmaya çalışırken bir kısmı da yanlarındaki diğer yolculara sarılmışlardı. Savaş bir şeyi daha fark etti, bu yolcular bir öncekilerle aynı değildi.
Genç adam fark ettiği bu durumdan emin olmak için vapurun alt katlarına indi yine. Merdivenlerden inerken sarsıntılar onu iyice zorladı ve alt basamaklarda yine yere düştü ama devam düştüğü yerde durmayıp devam etti. Sürüne sürüne, duvarlardan destek ala ala yürüdü ve diğerlerinin yanına ulaştı. Üst katlardaki kaos bu bölmelere de hakimdi, buradaki yolcular da panik halindeydi. Savaş buradaki durumun da aynı olduğunu görerek dehşete kapıldı. Buradaki yolcular da öncekilerle aynı değildi. Kendisini yine kenardaki koltuklardan birine attı ve pencerelerden dışarıya baktı. Bu sefer gördüğü şeyler içine düştüğü dehşet batağını daha da beter etti. Dışarıdaki sisin içinde gördüğü insanımsı biçimler iyice somutlaştılar ve birer vücuda, surata sahip oldular. İşte bu suratlardı Savaş’ın daha önce vapurun içinde gördükleri, çaresiz, sönük, boş ve dehşete kapılmış yüzler. Aynı yüzlere sahip figürlerin sisten oluşan elleri vapurun pencerelerine doğru uzanınca genç adam geriye sıçradı. Eller önce pencerelerin camlarına yapıştlar, sonra da boş ve anlamsız gözler yakınlaştı, soğuk ve keskin duygular Savaş’ın ruhunun derinliklerine kazındı. Bu duygular Savaş’ı ruhunun içinden kuşattı ve en sonunda ele geçirdi. Savaş düştüğü yerden ölçülemez bir delilik ile bağırdı, çığırdı. Kontrol edilemez bir çaresizlikle ağladı.
Vapur bu kez çok şiddetli bir şekilde sarsıldı, kıvrandı, gıcırdadı ve deniz aracının metalik yapıları acı içinde inlemeye, çatırdamaya başladı. Savaş içinde kaldığı bu kapalı ortamda durursa öleceğini düşünerek göz yaşları içinde düşe kalka hareket etti, yeniden merdivenlere ulaşmaya çabaladı. Onunla birlikte telaş yapan diğer yolcular da merdivenlere doğru koşturuyorlardı. Genç yolcu bu delilik ile hareket eden kalabalık arasında boğulacak oldu. Çılgınlığa teslim olan insan yığını arasından bağıra bağıra hareketlendi, bu zavallı et kütlesini büyük bir gayretle yarmaya çalıştı. Merdivenleri çıkarken bazı insanları geriye itti ve aşağıya düşürdü, bazıları da onu ittiriyordu. En sonunda güverteye çıkınca çevresini saran sis baştan ciğerlerine hücum etti, içini yaktı. Savaş’ın ciğerleri yandıkça içindeki korku da onu daha fazla ele geçirdi.
İnsan deliliğinin açlığından kurtulduğu zaman Savaş bu sefer bambaşka bir çılgınlıkla karşı karşıya kaldı. Sisin içinde peydah olan figürler artık vapura tırmanıyorlardı ve buldukları yolculara saldırıyorlardı. Vapur her bir sarsıntı ile denizin derinliklerine biraz daha çekiliyor, kaçınılmaz ölümüne doğru batıyordu. Savaş çevresini saran sis hortlakları ve gemiyi devirmek üzere olan sarsıntılar arasında kaçına kaçına iyice köşeye çekilmişti. Bu devasa metal mezar ile birlikte ölmek istemiyordu, bu durumda da yapacak tek bir şey kalmıştı.
Savaş denize atladı.
Atlamaz olaydı çünkü körfezin suları ile temas eder etmez daha korkunç bir gerçek ile yüzleşti. Körfezin derinliklerinden yükselen sisin pek çok yabancı figür olmadığını ve aslında tekil bir varlık olduğunu gördü. Aynı şekilde tüm bölgeyi sarmış olan felaket ile birlikte koca metropolün çatladığı noktalardan da biçimini tarif edemeyeceği kütleler yükseliyorlar ve tek bir canavarın uzuvlarıymışçasına çevrelerindeki ölümden ve yıkımdan besleniyorlardı. Ölüm soğuğu suların arasında çırpınırken Savaş’ın çaresizce ağlamaktan başka yapabileceği birşey yoktu. İşte yine bu çaresizlik anında sisin içinden yükselen varlık erimini zavallı genç yolcuya uzattı ve onu körfezin karanlık derinliklerine doğru çekti. Savaş bütün varlığıyla çığlık atıp yardım isteyecek olsa da ciğerlerine dolan soğuk tuzlu sudan başka bir şeyi tadamadı.
Rıhtımda yığılmış olan kalabalık rıhtımın sonundan gelen bir çığlık ile o tarafa baktı. İnsanlar rıhtımdan kendini denize bırakan genç yolcuyu gördüler bir anlığına. İnsan zihninin derinliklerine kazınan bir çığırı ile beraber körfezin üzerine mutlak bir sessizlik çöktü. Sis yavaş yavaş dağılmaya başlamıştı. Savaşın bedeni bulunamadı, o rıhtımdan atlayan pek çok zavallının bedeni gibi.
İnsanlar olayın gereksiz detaylarına takılırken kimse bu gencin Seyyare adlı vapura binmiş olduğunu bilmiyordu. Seyyare her defasında her sis bastığında o rıhtımdan yeni bir yolcu alıyordu ve onu felaketin derinliklerine sürüklüyordu. Körfezkent’in insanları için ise geride bir sis perdesinden başka bir şey kalmıyordu.
Yorumlar
Yorum Gönder