13- Uzaylı Bölüm 1: Çiftlik (Spooktober '22)

  Bakırada, Cumhuriyet’in kendisinden bağımsız bir siyasi varlığa sahipti ama onun nüfuzu her zaman hissediliyordu. Ana karadaki şirketler, kurumlar ve topluluklar adadaki halkla sürekli iletişim halindedirler, iki taraf hep birlikte iş yaparlar. Bakırada’nın kendince yetişemediği veya inşa etmeye imkan bulamadığı kurumları Cumhuriyet kendi uzantıları ile adaya getirir. Cumhuriyet Uzay Kurumu da böylelerinden birisiydi. Çok bir şey yapmazdı. Teleskoplar inşa eder, gökyüzünü inceler ve gezegenin yüzeyinden yaptığı kadarıyla yürütülürdü araştırmalar. Ne uzay gemileri inşa edilir ne de atmosferin dışına çıkılırdı. En azından insanlar durumun böyle olduğunu düşünüyordu, ama öyle değildi. 

Adanın doğusunda yer alan Kumkoyu adlı küçük şehrin merkezinde ortasında anıt olan bir meydan vardı. Şehrin bağlayıcı noktası, vazgeçilmez yüreği olan bu meydandan da birçok ana cadde çıkar ve kentin ana damarlarını oluştururlardı. Bizim az ötesinden geçen 13 Aralık Bulvarı da bu caddelerdendi ve bulvar tam bitmeden önce engin ıssız açıklıklara giden tek bir yol oradan geçen herkesin dikkatini çekerdi. O yol doğrudan bir askeri üsse bağlanırdı ama şehirdeki söylentiler arasında üssün içinde uzay kurumuna ait gizli çalışmaların yürütüldüğü de yer alıyordu. Ayrık yol adanın kurak içlerine kadar giderdi ve hiç kimsenin takip etmeyeceği kıraçlarda hava üssünden pek çok araç kalkar, sonu gelmez denizde uçuşlarını yapar ve geri dönerdi. İşte bu araçlardan bir kısmının da kurumun gezegen dışına yapılan görevlerde kullanıldığından bahsediyordu insanlar ama tabii ki asla somut bir kanıt bulunamamıştı.

O bulvarda uzun uzun yürüyüşler yapardım hep. Bulvarın neredeyse sonuna kadar yürür, ıssızlığa açılan yolun yanından geçer, sonra tam tersi taraftan başka bir yola girip aile çiftliğimize uğrayıp dinlenir ve en sonunda da evime dönüp bir döngüyü tamamlardım. Üs yolunun yanından her geçtiğimde aklıma delice düşünceler dolanırdı ve evime dönene kadar bu düşünceler ancak dinerdi, o da yorgunluktan kaynaklanıyordu. Hayatım boyunca o askeri üste dönebilecek dolapları, oradan kalkan araçları, gökyüzüne çevrilmiş ve şehirden bile görülebilen devasa anten teleskopu hiçbir zaman aklımdan çıkaramıyordum.

Tabii kendi düş gücümüzün sınırları ve söylentilerden çıkan bilgi zerreleri dışında ortada bariz bir durum yoktu. Kimse gökyüzünde dolaşan tuhaf nesneler görmüyor, geceleri şehre dadanan tanımlanamaz ışıklardan bahsetmiyordu. Uzay kurumunun şehirden gidilen bir askeri üste oldukları bile bizleri heyecanlandırıyordu, bu da yeterliydi. 

Yaşadığımız mahalle kentin dış kısımlarında yer alıyordu ama ulaşımımız her türlü hızlıydı. Kötü bir çevrede değildik, komşularımızdan memnunduk ve gayet rahat bir şekilde yaşıyorduk. Tek sıkıntı arada sırada bulvarın sonuna doğru kurulan başka bir mahalleden gelen rezil kokulardı. En çaresiz insanlar ile en kötü suçluların kaçtıkları bir mahalleydi orası ve içinde bir mezbaha yer alıyordu. Koku da hep o mezbahadan geliyor ve günümüzü rezil ediyordu.

Böyle anlarda evden ayrılıyor, biraz aşağı yürüyor ve eski bir sel vadisinin içinde yer alan aile çiftliğimizi ziyaret ediyorduk. Meyve ağaçları ile vadi boyunca esen rüzgar arasında hep temiz bir hava oluyordu ve berbat yerlerden gelen berbat kokulardan rahatsız olmuyorduk. Çiftlik birkaç nesildir bize aitti ve farklı aileler halinde şehrin her yanına yayılmış akrabalarımız sık sık burada toplanırlardı. Çiftliğin arkasındaki havuzda veya evin ardında yer alan sık dizilmiş meyve ağaçlarının yoğun gölgesinde çocukken çok vakit geçirirdim, bu yıllarda ise avluda öylece oturup vakit geçiriyordum. Tarlaların ortasında kalan ağıl ise hep dikkatimi çekerdi çünkü biz küçükken oradaki hayvanların yanına gitmemizi istemezlerdi. Tehlikeli olduğunu söylerlerdi. Zaten zaman geçtikçe tüm o hayvanların sayısı da azaldı, artık birkaç tanesi kalmıştı. Garaj yolundaki eski ve devasa ağaç ise her zaman görmesi güzel bir şey olmuştu.

Çiftlik güzel bir yerdi ve her defasında oraya gittiğimde ruhumun tazelenmiş olduğunu hissederdim ama orada uzun süre geçirince sıkılıyordum. Benim hayatım modern dünya ile iç içeydi ve çiftlik sadece bundan uzaklaşmak için bana bir fırsat veriyordu. Bu yüzden aslında zamanımın çoğunu yine bulvarın yakınında yer alan evimde geçiriyordum. Yine evde geçirdiğim böyle günlerden birinde burnuma içim kaldıran baskın, çirkin, keskin bir koku geldi. Önce mezbahadan geldiğini düşünüp kalkacak oldum ama bir an sonra koku birden güçlenip değişince başım döndü ve yere yığılmamak için kendimi bir sandalyeye attım. Gözlerim dolmuş, nefesim kesilmişti. Bu kokuda öncekinden farklı bir şeyler vardı. Burnuma önceki seferlerle aynı olmayan bir koku katmanı daha geliyordu ama adını koyamıyordum, adını koyamayacaktım da.

Yine de oradan kalktım ve süratle kendimi arabaya atıp çiftliğe doğru yola çıktım. O güne kadar bu kadar kötü bir koku gelmemişti burnuma. Havaya yayılan zerreciklerin içinde tüm diğer iğrenç kimyasallara bambaşka bir boyut katan çok eşsiz bir şey vardı. İnsanın zihnini, duygularını, algılarını, varlığını olduğu gibi yok ediyordu.

Aile çiftliğine varana kadar içimde birazcık olsun enerji, güç, direnç kalmamıştı. Arabayı toprak park alanına koyup dışarıya çıktım ve açık, taze havayı ciğerlerim alabildiğince içime çektim. Oradakiler ne olduğunu sorunca eve yine mezbahadan çirkin kokular geldiğini ama bu sefer durumun iyice kötüleştiğini söyledim. Arabanın kapısını kapatıp yavaş yavaş eve yaklaşırken ciğerlerime doldurduğum havada da ilginç bir ayrıntıyı fark ettim. Havanın kendisinde bariz bir kötü nitelik yoktu ama yine diğer tüm kokuların, dokuların içine karışan, duyu boyutlarımın arasına sızan tuhaf bir kokuyu, kıvamı seçebiliyordum. Olduğum yerde durup soluduğum havada yanlış giden şeyin ne olduğunu anlamaya çalışsam da midem bulanmıyor, başım dönmüyordu ve ben bundan çok memnundum.

Çiftlik evi büyüktü, mütevazıydı, çok katlı değildi ama yine de büyüktü. Eve salondan giriş yapılıyordu, aynı odadan hem mutfağa, hem lavabolara hem de diğer odalara açılan kısımlara erişim vardı. Mutfaktan hem tarlalar hem de meyve ağaçlarının olduğu küçük orman görülebiliyordu. Salona giriş yaptığımız kapı ise doğrudan büyük ağaca ve onun uzağındaki havuza bakıyordu. Mutfağın ardında yer alan ve evin çoğunluğunu oluşturan diğer odalar ise pek kullanılmıyorlardı, depo görevi gören tozlu yerlerdi. Eski eşyalar ile sonra kullanılacak ürünler arka tarafta tutuluyordu. Doğaçlama bir şekilde büyümüş bir evdi. Eğri ve orantısız tavandan sürekli gıcırdama ve hayvan sesleri gelirdi. Kuşlar, kediler ve fareler oralarda dolaşmayı çok severlerdi.

Geceyi burada geçirecektim çünkü geri dönmeyi istemiyordum. Aynı kokuyu baştan çekeceğime burada bir gün kalıp sıkıntıdan patlamayı yeğlerdim. Garip bir şekilde huzursuz değildim, buraya yaptığım kısacık yolculuk sırasında kokunun bende yarattığı muazzam rahatsızlık kendini şu an hipnotize edici bir huzur haline bırakmıştı. Buna neden olan çiftlik miydi bilmiyorum ama halimden memnundum. Bir gün daha bu rahat halimde kalıp sonra kokup kokmadığını bilmediğim evime dönebilirdim. Yine de içimdeki yabancıl bir his evimin kokmayacağını söylüyordu. Her durumda bunu ertesi gün öğrenecektim çünkü artık saat çok geç olmuştu ve benim uyumam gerekiyordu.

Gecenin bir anında, bir noktada uykum bölündü ve gözlerimi açtım. Ani ve şiddetli bir uyanış değildi, basit bir nedenden dolayı uyku diyarından çekilmiş olmalıydım. Ayağa kalkacak gücüm ve direncim yoktu fakat pencerenin hemen dışında görünen ay ve saçtığı ışık çok çekici görünüyordu. Bir anlığına durup bu mistik ışığı seyrettim. Yüzüme minicik bir gülümseme gelmişti ve tam uykuya geri dönecektim ki ışık birden kesildi ve o andaki uyku sersemliğim yüzünden biçimini seçemediğim bir karartının ayın aydınlattığı bahçeden geçtiğini gördüm. Bir hayvan olamayacak kadar büyüktü, en azından şehir ve çevresinde böyle büyük hayvanlar yoktu. Bir süre olduğum yerde durduktan ve kendimi fazla büyük bir şeyi görmediğime ikna edemedikten sonra dışarıya çıkıp durumu kontrol etmem gerektiğine karar kıldım ve uykum da böylece kaçmış oldu.

Hemen havuza bakan kapıdan dışarı çıktım ve bahçeye izinsizce giren yabancıyı aramaya başladım. Çocukluğumdan beri burayı biliyordum ama o kendini kaybetmiş olmalıydı. Takip etmesi kolay olacaktı. Yanıma bir fener almamıştım, ay ışığı zaten yeterince aydınlatıyordu her yeri. İlk önce hareket ettiği yön olduğu için ağacın olduğu yere doğru yürüdüm. Havuzun çevresine baktım, havuz ile ağacın arasına, biraz daha tarlaların içine kurulmuş olan boş çitleri ve kümesleri kontrol ettim. Tarlaların etrafını saran meyve ağaçlarını taradı gözlerim ve boşluğun tam ortasında ağılın kapısındaki karanlığı gördüm. 

İstemsizce oraya doğru yürüdüm.

Ağılın kapısından içeri girdim. Bir şey görememiştim ama orada uyuyan hayvanların hırıltıları geliyordu, bu yüzden onları rahatsız etmek istemedim. Zaten yabancı oraya girmiş olsaydı hayvanlar onun kokusunu alır, rahatsız olur ve ağıldan kaçıp seslerini duyururlardı. Bakışlarımı yeniden tarlaya çevirdim, toprağın zemininden çok da yükselip uzaklaşmayan sebzeler hevessizce durağan bir halde yaşıyorlardı ama bazıları ezilmiş, koparılmış veya yanlara saçılmışlardı. Biririleri hiç dikkat etmeden veya umursamadan onların üzerinden geçmişti. Sonunda yabancının izini bulmuştum. Ağılda saklanabileceğini düşünüp bu tarafa gelmiş ama içerideki hayvanların ona sorun çıkaracağı kanısına varıp bu kararından vazgeçmiş olmalıydı. Tarlalardaki izler yeniden ağaçların arasına girip kayboluyorlardı. Tek sorun buradan ağaçların altında neler olduğunu göremiyordu, ay ışığı oraya kadar giremiyordu.

Yavaş yavaş ağaçlara doğru yaklaştım. Eğer bu yabancı koşturuyorsa ve saklanmaya çabalıyorsa muhtemelen buradan ve buradaki insanlardan kaçma istiyordu. Onu biraz korkutup bahçemizden uzaklaştırırsam içim rahatlayacaktı ve huzurlu uykuma geri dönebilecektim. Elimi ağaçlardan birisinin gövdesine koydum ve gözlerimi faltaşı gibi açarak dikkatli bir şekilde karanlık ağaçlığı taradım. Gözlerim gece karanlığına alışınca da bu sefer ağaçlarına arasına ben girdim. Doğru bir hamle yapmışım ki oraya girdiğim gibi meyve ağaçların altından bazı kıpırtılar duydum, yabancı harekete geçmişti. Gözlerim de gecenin içinde hareket eden karartıları zor da olsa algılayabilmişti.

Hızlıca ve tehdit edercesine o karartıların peşinden koşunca onları istemeden de olsa tarlaya doğru sürmüş oldum. Ay ışığı altında aydınlanan ve her şeyin rahatça seçilebildiği bu tarlaya çıkınca, karartıların bir yabancıya ait olmadığını anladım. Karartılar çiftlikte beslediğimiz hayvanlardı. Yalnız bir sorun vardı. Ağaçların arasındaki diğer karartılar da bir bir tarlaya çıktılar. Orada, tarlanın içinde bütün hayvanlarımızı görebiliyordum. O zaman ağılın kapısında, içeriden gelen hırıltılar kime, veya neye aitti?

Hemen eve koşturdum, hızlıca telefonumu kaptım ve onun ışığıyla ağıla doğru atıldım. İçeri girer girmez ışığı yakıp çevreyi aydınlattım. İçerisi bomboştu ama bu sefer dışarıdaki hayvanlar panik halinde inlediler. Kendimi dışarı attım ve onların neyden korkup kaçtıklarına bakınca yine ağaç yığınına bakarken buldum kendimi. Her kim gelmişse buraya, yine ağaçlarına arasından kaçmıştı. Arkasından ancak gölgesini görebilmiştim ama kendimi gecenin ve uykusuzluğun zihnime oyunlar oynadığına ikna ettim.

Hiçbir insan ve hiçbir hayvan böyle bir gölgeye sahip olamazdı.

O gece uyumadım.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Karanlık Perde

Sırık Bölüm 1: Sarıbolu (Spooktober '24)

Sırık Bölüm 0 (Spooktober '24)