15- Uzaylı Bölüm 3: İşgalci (Spooktober '22)

  “Çok uzun bir süredir gezegen dışına çıkmayı amaçladığımız görevleri gerçekleştirmeye çalıştık. Dünyanın diğer uzay kurumları kadar bütçemiz veya o kadar büyük bir kadromuz yoktu ama bunu gerçekleştirmeye kararlıydık. Eğer ki bu yerkürenin dışında herhangi bir başarı alırsak bugüne kadar gerçekleştirdiğimiz diğer her şeyin üstüne çıkmış olacaktık. Tarihte bu topraklarda kim ne yapmış olursa olsun, uzaya gitmek bambaşka bir başarıydı. Cumhuriyet, çalışmaları gizli tutmak için kendi topraklarında değil, Bakırada’dan projeleri yürütmeyi istedi. Dünyada çok göze batan bir yer olmayacaktı, kentin yanından başlayıp uzanıp giden ıssızlıklar da çok uygun bir ortam sağlıyordu. Çalışmalara orada başladık, araçları yavaş yavaş inşa ettik ve en sonunda uzaya yolladık.

Kalkış başarılıydı. Herhangi bir kaza olmadı, zaten ilk uçuşumuz insansızdı. Dönüşte de bir sıkıntı yaşamadık. Her şey çok iyi gitmişti ve ekip müthiş bir özgüven kazanmıştı. Böylece emin olmak için bir uçuş daha gerçekleştirdik ve onu da başarıyla tamamlayınca sonraki aşamaya geçmek istedik. Bu haberleri halka duyurup duyurmama konusunda çok tartıştık. Uzaya insan çıkarmaya ve gelişmeleri de ondan sonra duyurmaya karar verdik. Bu noktaya kadar gelmiştik, devamını da getirebilirdik. Mühendislerimiz yeni araçların planlarını yaptılar, astronotlarımız son kontrollerden geçtiler. Araçların kalkacağı rampalar hazırlandı, güvenlik önlemleri alındı, ki bu konudan ben özellikle sorumluydum, ve insanları uzaya göndereceğimiz gün geldi çattı.

Askeri üsteki herkes kalkışı izliyordu. O araçtaki insanlar tarihimizde görülen en cesur kaşifler, en büyük fatihler olacaklardı. En zor olanı başaracaklar, gökleri aşıp dünyanın ötesine geçeceklerdi. Geri sayım bittiğinde ve araç rampadan ateşlenip kalktığında kalplerimiz duracak gibiydi. Her an herhangi bir noktada bir şeyler yanlış gidebilirdi. Uzay aracı önce askeri üssün üzerine çıktı, sonra göğün içinden süzüldü ve bir noktada çıplak gözlerimizin takip edemeyeceği bir yükseklikte kayboldu. Ekranlarda görülen verilerde bir sorun yoktu, iletişim açıktı, astronotlar aracın içinden gözlemlerini ve güncel durumu aktarmaya devam ediyorlardı. İnanılır gibi değildi. İmkansız görülen bu işi gerçekten de yapmak üzereydik. Görev başarılı olacaktı.

Araç atmosferin dış katmanlarına çıktı, bir sorun yaşanmadı. Sonra da bu sefer atmosferin dışına çıktı. Artık yuvamızın içinde yüzdüğü engin sonsuz karanlığın içinde kendi kaderinin efendisi olmuştu. Bir süre herkes sessiz kaldı. Ekranları başından görevin gidişatını denetleyen çalışanlar, onların başında duran amirler, araçtaki astronotlar… Bir süre boyunca her şey uzayın kendisi kadar sessizdi. Sonra bir anlığına, sadece kısa, görememiş bile olabileceğimiz tek bir anlığına ekranlarımızdaki verilerde bir dalgalanma yaşandı. Düzensiz, tuhaf bir dalgalanmaydı. Hemen astronotlarla temas kuruldu ve iletişimde de kısa bir kesinti oldu, birkaç saniyeliğine. Sessizlik birkaç sürmüştü ama bizlere uzun saatler gibi gelmişti ve hayatımızdan yıllar götürdüğü kesindi. Astronotlar her şeyin yolunda olduğunu ve onların gördüğü verilerin hepsinin beklenen doğal düzeyler olduğunu söylediler. Sıkıntı bizim tarafta olmalıydı. Muhtemelen bilgisayar sistemlerinde bir arıza olmuştu. Ne olur ne olmaz diye çıktılar alındı ve görev doğal akışında devam ettirildi.

Astronotlar sağlıklı bir şekilde geri dönebildi. Araçların bir kısmını da yeniden kullanabilirdik. Eldeki kısıtlı kaynaklar teknik ilerlemeler sağlamamızı gerektirmişti. Zaten sorunumuz ve benim tüm bu olaydaki rolüm de bu andan sonra başladı. Astronotların ruh hali biraz bozulmuştu ama bunu görevin kendisi ile açıklamayı tercih ettik. Görev sırasındaki arıza nedeniyle çıktılarını aldığımız anormal verilere baktığımızda ise başka bir sorun kendisini gösterdi. Veriler gayet normal görünüyorlardı. Çok fazla kişi kontrol etmişti onları, böyle olmamalıydılar ama bir yandan da sıra dışı şartlarda sınırlarının sonuna kadar kendilerini zorlayarak çalışan makinelerden çıkmışlardı. Bizim de o makinelerden çok farklı olduğumuz söylenemezdi. Bu duruma aldırmadık ve her şey sıradan akışındaymış gibi işlere devam ettik.

Bir anlığına bütün askeri üssü korkunç bir koku basmıştı fakat bu kokuyu geri getirdiğimiz aracın çok radikal atmosfer şartlarına verdiği tepki veya üzerindeki kimyasalların görev boyunca yaşadığı başkalaşıma bağladık. Zaten kokunun kendisi de çok ama çok kısa bir süre sonra ortadan kalkmıştı. Belki de askeri üssün güvenliğinden sorumlu olduğum içindi ama üste bir sıkıntı çıkacağını seziyordum. 

Bir süre boyunca her şey kendi akışında devam etti. Evet insanlar yorgundu, huzursuzdu ama daha az önce büyük ve zor bir görevin üstesinden gelmiştik. Böyle şeyler normaldi. Uçuşun ayrıntıları incelendi, veriler elden geçirildi ve astronotlarla uzun süren konuşmalar yapıldı. Görevden önce burada yaptığımız şeyleri herkese duyurmayı istiyorduk ama şimdi bunun için pek hazır değil gibiydik. Sanki yapmış olduğumuz şeyi biraz daha sindirip, neyi gerçekleştirdiğimizden emin olup o güven ile bir açıklama yapmak istiyorduk. Ama bununla alakalı bir durum yoktu. Her şey yapaydı. Üzerimize salınmış bir salgın veya çarpık, yozlaşmış, bulaşıcı bir düşünce gibiydi. Birileri veya bir şeyler bizi geride tutmak istiyordu.

Bir hafta geçti aradan ve açlık kendini o zaman göstermeye başladı. Bizim açlığımız değildi bu ama hedefinde biz olacaktık. Önce astronotlar çıldırdılar, aralarından biri de ortadan kayboldu. Onları zaptetmemiz gerekti, o güne kadar hiç kullanmadığımız hücrelere atmıştık astronotları. Biz böyle yapınca bu sefer astronotları hedef alamadı, açlığını bilim insanlarına, mühendislere, araştırmacılara çevirdi. Herkes yavaş yavaş hastalandı, bazıları sinir krizleri geçirdiler. Güvenlik personeli de bu insanlarla birlikte çalışırdı ama genelde bulunduğumuz alanlar, bölümler farklıydı. Bu durumun farkına çok erken varamadık ve bedelini de ödedik, sadece hemen değil. Biz dışarıda içeriye kimsenin girmemesine dikkat ederken içeridekilerin büyük sorunlar çıkaracağını kestiremedik.

Doğrudan benim komutam altındaki askerlerden birisi nöbet yerinden kaybolunca alarm durumuna geçtik. Halihazırda kaygılı ve gergindik ama bu durum sinirlerimizi iyice bozdu. İnsanların hareketlerine daha fazla dahil oldukça ve görevimizi yerine getirmeye çalıştıkça daha fazla sıkıntı ile karşılaştık. Herkes resmen delirmişti, kimse sakinleşmiyor, kimse mantığın sözünü dinlemiyordu. Bütün personeli zor kullanarak dize getirmekte karar kıldıktan sonra sadece bir gün dayanabildik. Bir gün sonra o şey bize de dadandı. Güvenlik güçlerinin de yavaş yavaş kafayı sıyırdığını fark eden araştırmacılardan birisi en sonunda yanıma yaklaşıp sakince konuşmaya çalıştı. Bu durumun içeriden kaynaklanan bir şey olamayacağı konusunda ısrar ediyordu, astronotlar uzaydan dönene kadar bir sorun çıkmamıştı. Aradaki tek pürüz ise onlar uzaydayken karşılaştığımız veri bozukluklarıydı.

Olayı çözüyorduk ama yine de bir çözüme girişiyorduk. Karşısında durduğumuz tehlikeyi göremesek de anlamaya başlamıştık. Her ne ise insanları etkiliyordu ve onları deliliğe sürüklüyordu. Üste o gün aldığımız şiddetli kokunun da onunla bir ilgisi olmalıydı. Aklı başında gibi görünen insanları bir kenara ayırdık, aynısını güvenlik güçleri için de yaptık. Bu yaratığın bizimle doğrudan fiziksel temasa geçmediği belliydi, bu yüzden zorunda olmadıkça yanımızda bir silah taşımamız tehlikeliydi, özellikle herkes çıldırmaya meyilli olduğunda. Eğer bu işgalcinin nerede olduğunu tespit edebilirsek yine silahlarımızı yanımıza alıp onu vurabilirdik. Bu noktada onu canlı bırakmak bütün gezegen için fazla tehlikeli olurdu.

Hâla mental bütünlüğü yerinde olan insanlarla işbirliği yaptık, düşündük, inceledik ve bu olayları anlamaya çalıştık. Bu şey uzaydan gelmiş olmalıydı ve bizim gönderdiğimiz araçla gelmişti. Onun araca çıkışı ile birlikte biz de yeryüzünde burada o veri çarpıklığını görmüştük. Astronotlar ise hiç fark etmemişlerdi, halbuki önce onların fark etmeleri gerekiyordu. Demek ki bu şey yakınındaki insanları etkiliyordu. Buraya geldikten sonra elimizdeki veri çıktılarında da bir şeyler görememiştik, yani inişten sonra bizleri de etkisi altına almıştı fakat doğrudan bir şey yapmamıştı. Astronotlar ise ilk delirenler arasındaydılar. Yaratık seçtiği avları iyice tüketene kadar bir başkasına geçmiyordu. Biz astronotları kapatınca ise kendisine başka avlar seçmişti, yani araştırmacılar. Onların da kontrolü kaybetmeye başladıkları nokta bu değişim olmalıydı.

Güvenlik güçleri olaya karışana kadar sıkıntı yoktu ama yaratığın yeni beslenme düzenini rahatsız edince bu sefer gözleri bize dönmüştü, eğer öyle bir şeyleri varsa. İnsanların düşüncelerini, en azından algılarını büküyor olmalıydı. Üste o gün aldığımız şiddetli koku da yine onun eseri ise belki de kimyasal bir etkisi vardı. Yine de astronotları uzay aracının dışından etkisi altına almıştı. Bu durum ise kimyasal veya işitsel yöntemlerle mümkün olamazdı. Görsel bir etki de gerektiriyordu. Veya uzay boşluğunun içinden bir şekilde aracın üstüne yapışabileceği bir yolla hareket etmişti. 

Atmosferde, belki de bilmediğimiz bazı gaz tabakaları arasında yüzen daha farklı bir varlık olması da muhtemel. Veya her zaman yeryüzünde durmuş da olabilir ama sanmıyorum, uzay aracının gelişiyle başladı her şey. Her gün de bir kurban tükettiğini biliyoruz çünkü üste de her gün bir kişi kayboluyordu, sadece farkında değildik. Senin şu an yerde duran cesete baktığın gibi. Dediğim gibi algıları mı yoksa düşünceleri mi manipüle ediyor bilmiyorum ama herkesi aynı şekilde etkilemediğini biliyorum. Bazıları olduğu gibi aklını kaçırmışken bazıları da durumu çözmeye çalışıyordu. Yaratığın kesinlikle herkesi etkilediğini biliyorum yoksa onu görürdük, izlerini saptardık veya nerede olduğunu bulurduk. 

Üsteki son durum da zaten devam etmedi, diğerleri iyice çıldırdı. Üzerimize saldırdılar, biz de kendimizi korumak zorunda kaldık. Hayatta kalan aklı sağlıklılar olarak yanımıza silahlarımızı, erzaklarımızı aldık ve kendimizi tek bir girişi çıkışı olan bir odaya kapattık. Korku ile olacakları bekledik veya içimizden birisini feda edip yaratığın kendisini avlayabileceğimizi düşündük ama yine aynı şey oldu. Biz ne olduğunu anlamadan birer birer eksildik. Her defasında kafa sayımı yapıyorduk, her defasında tam çıktığımızı düşünüyorduk. Günler bu şekilde geçti, sırf o odada o şekilde durduğumuz için de ayrıca delirdik. Sonra bir gün, çok dehşet verici bir gün o berbat gerçeğin farkına vardım. Tamamen yalnızdım.

Yalnızdım ama aradan günler geçmişti. Elimde silahımla bekliyordum, namlu kapıya çevrilmişti. Yanımda kimse yoktu ama aradan saatler geçiyor, sonraki gün geliyor ve ben kendimi hâla canlı olarak buluyordum. Kendi etimi tırnağımı yemediğimi de göz önüne alırsan aklım bütün bir şekilde kalmıştım. Belirli olasılıklar hakkında hep konuşmuştuk ama bir tanesinden o andan sonra şüphelenmeye başladım. Bu şeyin etkisine maruz kaldıkça ona karşı bağışıklık geliştirebiliyorduk. Ben diğer herkesten daha fazla yaşayabilmiştim yani bağışıklık geliştirebileceğim kadar zaman kazanabilmiştim. Farkına varır varmaz üsten kaçtım. 

Bu bugün oldu. Şu arabayı bugün aldım askeri üsten ve buraya geldim. Çünkü o berbat kokuyu hâla alabiliyorum fakat o şeyin etkisi altına girmiyorum. Anladığım kadarıyla sen de bağışıklık geliştirmeye başladın yoksa o yaratığı veya insan olduğunu düşündüğün şeyleri avlamaya çıkmazdın. O buna izin vermiyor. Yapabildiği sürece kendisini hiçbir şekilde düşünmemeni istiyor. İşte bu yüzden anlatıyorum. Bu zavallı insanın evinden eksildiğini düşünmemişsin evde yalnız değilsindir, başka insanlar da vardır. Başka insanlar varsa o şey de o insanlardan besleniyordur. Benim gibi bağışıklık geliştiriyorsan da bu şeye karşı belki bir şansımız vardır.”

Karşımdaki yabancı bana hiçbir şekilde sindiremediğim tüm bu olayları anlatmışken ve ben de bu konuda ne yapacağımızı düşünürken çiftlik evinin olduğu yerden iç dünyamızın duvarlarını cırlamayan bir inleme yükseldi. Soğuk, çaresizce bir inlemeydi. Sisler arasından ışığını geçiremeyen ay kadar sönüktü, o sislerin kendisi kadar da ürperticiydi. 

Hızla çiftliğe doğru harekete geçtik. Av başlamıştı, ya yaratık avlanacaktı, ya da biz.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Karanlık Perde

Sırık Bölüm 1: Sarıbolu (Spooktober '24)

Sırık Bölüm 0 (Spooktober '24)