7- Asansör (Spooktober '22)
Hayatta bazen en olmadık anlarda çok tuhaf bir his bastırır üzerimize. Bizi olduğumuz yerde durduran bir histir bu. Tenimizin üstünde dolaşan ürkütücü bir karıncalanma, zihnimizin en ilkel katlarından yükselen bir uyarı, vücudumuza en az üst bilincimiz kadar hükmedebilen çok basit ama garip bir yayılım. Bu duygu hem çok tanıdık gelir bize çünkü bir şekilde onun var olabilmesi doğalmış gibi hissettirir. Sanki his diye adlandırılan kavrama sahip bütün canlı türlerinde gelişen ilk bilişsel yapıymış gibi. Bir yandan da çok yabancıldır çünkü hayatlarımızda çok ama çok nadiren karşılaştığımız durumlarda ortaya çıkar. Doğal yaşamlarımızda var olmaması gereken ama böyleleriyle karşılaştıktan sonra sağ kaldığımız durumlardır bunlar. Evrimsel süreçte sonraki nesillere aktarılabilen bir histir, zaten o his olmadan da böyle durumları atlatmak imkansızdır.
Böyle bir duygunun üzerime çöktüğü günlerden birinde bir duş ve bir kahveden sonra kendime gelip işime gitmiştim. Farklı teknoloji şirketlerinin toplandığı büyük binalardan birindeydi iş yerim. Mesai saatlerimi genişçe bir salonun içine yayılmış çalışma alanlarında geçiriyordum ama evrak işlerinin yarattığı bir zorunluluktan dolayı üst katlara çıkmam gerekmişti. Geniş çalışma bölmesinin arkasında kalan asansörlere yaklaştıkça içimde yine o tuhaf his yükselmişti. Her bir hücrem bunu yapmamam için yalvarıyor, zihnim hiç durmadan kıvranıyordu. Resepsiyondaki görevli yürüyüşümdeki ve duruşumdaki tuhaf değişimleri sezip banba bakınca ben de bir süre ona baktım ama asansör nihayet aşağıya indi ve ben de bindim. İçeriye girdikten sonra tam kapılar kapanmadan önce oluşan o dar aralıkta ofisteki herkesin bir anlığına gözlerini bana diktiklerini gördüm, her birinin yüzünde donuk, gergin, duygusuz bakışlar vardı. Sonra kapılar kapandı.
Asansör yukarıya doğru hareketine başlamışken dışarıdaki diğer çalışanlarının bana olan bakışlarını düşünüyordum. Hiç beklemediğim bu durum beni çok rahatsız etmişti ve mantığımın hiçbir noktasına uygun bir şekilde oturmuyordu. Bazen saçma sapan etkinlikler yapıyorlar, olmadık sürprizlere girişmek istiyorlardı ama böylesini hiç görmemiştim. Acaba yaşadığım bu duyguyu düşündüğümden çok mu dışarıya vuruyordum? Belki de onların dikkatini bu davranışım çekmişti.
Dört kişilik bir asansörün içinde tek kişi olarak yukarıya çıkıyordum. Yukarıdan sürekli gelen mekanik sesler, aydınlatmanın monoton bir şekilde saçtığı ışıklar ve duvarlardaki eğri büğrü yarı kirli yansımalar beni iyice huzursuz etmişti. İçinde bulunduğum üç boyutlu monoton uzay sanki dışarıdaki evrenden çekip koparılmış ve hiçliğin içine atılmıştı. Evet, asansör hâla küçük sarsılmalarla çıkıyordu ve yukarıda bir mekanizmanın beni çektiğini anlayabiliyordum ama sanki bir şekilde tüm bunlar beni yanıltmaya yönelik kurgulanan hokkabazlıklardı. Eğer gerçekten birtakım evren dışı hokkabazlar şu an benimle oynuyorlarsa zaten durumum o kadar acizdi ki bu konuda yapabileceğim en ufak bir şey yoktu. Belki de bugün deneyimlediğim tüm bu düşünceler, duygular ve görüler sadece dolmuş ve karışmış bir zihnin ortaya çıkardığı yapay sonuçlardı.
Önce gözlerimi kapayıp öylece bekledim biraz, sonra da derin bir nefes aldım. Nefesimi bir süre tuttuktan sonra ciğerlerimi serbest bıraktım ve gözlerimi açtım. Kollarımı ve bacaklarımı salladım, boynumu sağa sola oynattım. Gerilmiş olmalıydım. Zaten elimdeki görevleri de bitirmek üzereydim, birkaç gün izne çıkacaktım, üzerine hafta sonunu da ekleyip rahatça dinlenebilirdim. Üstümdeki baskıyı atar, farklılık yaşar ve sonraki haftaya temiz, dinç bir zihin ile başlardım. Asansör yukarıya çıkar çıkmaz işlerimi tıpkı düşündüğüm gibi bitirecek ve bunu yapacaktım. Bunu yapacaktım ama asansör bir süredir yükseliyordu, uzun bir süre, hiçbir noktada durmadan.
Asansörün gösterdiğine göre bir kat bile çıkamamıştım ama yukarı çıktığımıza emindim. Birkaç dakikadır sürekli daha fazla yükseliyorduk ve en az birkaç kat çıkmış olmamız gerekiyordu. Birkaç katın düğmesine bassam da düğmelerin ışıkları yanmadı ve asansörün hareketi değişmedi. Günüm gittikçe tuhaflaşıyordu ve o tuhaflaştıkça ben de kendimi içimdeki şüphelere daha kolay teslim edecek gibi oluyordum. Asansörün kontrol mekanizmalarının bozulması da gayet olasıydı. O da tabii ki insanın ruhunu hafifleten bir senaryo değildi, böyle bir durumda kontrol unsurlarının bozulması çok endişe verici bir senaryoydu ama daha fiziksel olasılıkların ciddiyeti, öyle olmayanlara kıyasla daha tercih edilebilir kalıyordu. Ölüm ihtimali insana çok farklı şeyler düşündürtüyordu.
Aklım böyle senaryoların içinde kaybolmuşken asansör boşluğunun yukarısından gelen patırtıları onlar çok yakınlaşana kadar fark etmedim. Böyle seslerin gelebilmesi belki asansör ile birlikte sürüklenen başka nesnelerle, yine asansörün mekanizmasındaki bozukluklarla veya o boşlukta hareket eden başka hayvanlarla açıklanabilirdi. Böyle sıradışı durumlarda insanın aklına tabii ki başka başka olasılıklar da geliyordu ama böylelerini kolayca zihnin uzak köşelerine itmek daha çekiciydi. Patırtılar yaklaştıkça bir ritim kazandılar ve bu ritmik gürültü asansör yukarıya gittikçe yavaşladı, sanki benimle dalga geçiyor gibiydi. Ben burada sessizce durdukça ve asansör de yükseldikçe ritmik patırdı boşluğun duvarlarının üzerinde döndü, dörtgen biçiminde rotalar çizip durdu.
Gözlerim ve kulaklarım yukarıya odaklanmışken aynı seslerin aşağıdan da geldiğini yine ancak fark ettim. Aşağıdaki ses kaynağının kendisini fark ettirmesi için o kadar yaklaşması gerekmemişti çünkü belli ki asansöre yetişmek için daha hızlı gidiyor ve daha sık bir ritim tutturuyordu. Yine de o da gittikçe yaklaştı ve en sonunda iki taraftan kuşatılmış oldum. İki ses kaynağı da bu sefer asansöre neredeyse temas edecek kadar yakınlaşınca onların hareketlerini artık ayak tabanlarımda hissediyordum. Asansör boşluğu onlarla birlikte biraz biraz sarsılıyordu, her hareketle birlikte kalbim de biraz daha hızlı çarpıyordu. Belki durumu değerlendirmek belki de savunma konumuna geçmek için ayaklarımı oynatıp farklı yerlere basınca boşlukta hareket eden ses kaynakları birden delicesine hızlı bir ritme girdiler ve yukarıdaki en sonunda asansörün üstüne atladı.
Onun atlamasıyla birlikte asansör iyice sarsılıp durdu. Kapı açılmadı, asansör boşluğunda kapana kısılmıştı. Düğmeler çalışmıyordu, yardım isteyemezdim. Asansörün altında ve üstünde ne olduğunu bilmediğim hareketlenmeler vardı ve bir tanesi artık tam üzerimde geziyordu. Aradan bir an geçmeden asansör bir kez daha sarsıldı ama bu kez aşağıdan. Anlamdıramadığım bir mekanizma ile aşağıdaki hareketlenme de asansörün yüzeyinde oluyordu. Boşluğun düz duvarında her ne hareket edebiliyorsa düz tavanda yerçekimine karşı gezinebilmesi de çok olasılıksız değildi. Olasılıksız olan benim bu durumun içinde yer almamdı.
Yukarıdaki ve aşağıdaki şeyler bir süre asansörün üst ve alt yüzeylerinde gezindiler, ikisi de aynı ritimdeydi. Hatta onları göremesem de yüzeylerde çizdikleri çemberleri birbirlerine simetrik kalacak şekilde çizdiklerine de emindim. Attıkları adımların ritmini ve gürültüsünü yakalasam da bu seslerin kaynaklarından çıkan kendi özgün sesleri hiçbir şekilde duyamıyordum. Tabii ki bunları duymuyor olmam benim için daha iyiydi. Gezinen şeyler bir süre daire çizdikten sonra yavaş yavaş kapının olduğu tarafa doğru ilerlediler ve nasıl mümkün olduğunu anlayamadığım bir şey oldu. Bu varlıklar asansör kapısının dış yüzeyi üzerinden hareket ettiler ve kapının tam önünde durdular. Bir süre öylece asansör kapısına diktim gözlerimi ama iyi ki hiçbir şey olmadı.
Hatta uzun bir süre boyunca hiçbir şey olmadı. Olayların bu noktada durması beni çok memnun ediyordu ama asansör de maalesef aynı noktada duruyordu ve tek çıkışım, asansör boşluğundan gelen varlıklar tarafından tutuluyordu. Bildiğim bütün duaları okuyup titremekte olan elimi yumruk yaparak kapıya götürdüm ve kapı yüzeyine üç kez vurdum. Hiçbir şey olmadı, yarım dakika boyunca. Sonra kapıya dışarıdan darbeler geldi, üç tane. Başka hiçbir şey olmadı ve ben yine bekledim. Ardından yeniden vurdum kapıya, bu kez dört kez. Aradan geçen bir dakikadan sonra kapıya ilk darbe geldi. Bana çok uzun gelen bir süre sonra ikincisi de geldi. Yavaş yavaş sonraki iki darbeyi de duydum. Ellerim ve bacaklarım titreye titreye kapıya yeniden vuracaktım ki bu sefer ilk darbeler dışarıdan geldi, iki tane yavaş ama sert darbe.
Cesaretimi toplayıp cevap vermek istedim ama bir darbe sesi daha geldi, bu kez kapıdan değil, asansörün yan tarafından. Gözümü oraya çevirince bir tane daha geldi. Üçüncü darbeyle birlikte daha korkunç bir durum kendini peydah etti. Her bir darbe ile asansörün kirli duvarlarındaki yamuk yansımalar farklı şekiller aldılar. Ben cevap vermeyi bırakınca boşlukta duran ses kaynağı kendi hareketine devam etti. Asansörün çevresinde, yan yüzeylere ağır darbeler indire indire yavaş bir ritimle çevremde dolandı da dolandı. O dolandıkça yüzeylerdeki yansımalar da giderek başka şeylere doğru değişiyorlardı.
Seslere cevap vermeye daha fazla cesaretim yoktu. Küçük metalik bir tabutta kuşatılmıştım ve dışarıdaki aç varlıklar benim cesedimden beslenmek için pusuda bekliyorlardı. O noktada asansörün içinde tam olarak ne kadar vakit geçirdiğimi ve ne kadar yukarıya çıktığımızı anlayamıyordum. Zaten buradan çıkmak üzerine olan tüm umudumu kaybetmiştim, o varlıklar benim üzerime atlamadan açlıktan veya susuzluktan ölsem bu bana yeterdi. Bu sabahki uyarıları görmezden gelmiş, kendi duygularımı inkar etmiş ve bu soğuk mezarın içine kendim girmiştim. Doğanın dışına çekilmiş bu mekanik, metalik, sıkışık mekanda ölmeyi hak etmiştim ama dışarıdaki her ne ise gezegen üstündeki hiç kimse onun kurbanı olmayı hak etmiyordu.
Bu teslimiyet duyguları ile boğuşurken seslerin kesildiğini fark edememiştim. Ne boşluktan ne kapıdan ne de başka bir yerden artık sesler gelmiyordu. Belki ben cevap vermeyince onlar da mı bırakmışlardı? Gözlerimle şöyle bir etrafa bakınca asansörün iç yüzeylerindeki kirli yansımaların artık yansıma olmadıklarını gördüm. Benim içimde olduğum bir boşluğu, uzayı yansıtmıyorlardı, kendi içlerindeki başka bir evreni yansıtıyorlardı. Bu evrenin içindeki şeyler de kirli yüzey üzerinden hareket etmeye başlayınca bir geri sıçradım ama sıçradığım noktada da başka yansımalar vardı. Kendimi orta noktaya kilitledim ve çaresizce yeniden düğmelere bastım.
Vücudum artık hat safhalara ulaşmış korku yüzünden iyice terleyip sırılsıklam kalırken asansör duvarlarındaki yansımalar da duvarlara giderek daha fazla yaklaştılar. Gözlerimi bilerek onlardan uzak tutmaya çalışıyordum fakat aynı yansımalar bu sefer kendilerini kapı yüzeyinde de gösterdiler. Nereye baktığım önemsizdi, bana her türlü ulaşacaklardı. Kapı yüzeyinde bakışlarımın istemsizce kilitlendiği yarı boğuk hareketli biçim kapının ortadan ikiye ayrıldığı merkezde toplanmaya başladı ve değiştikçe değişti. O değiştikçe bu kadar tanıdık gelen o şekiller, renkler ve çizgiler bana kontrolümü iyice kaybettirdi. Yüzümdeki ifade donuklaştı, önce korku tüm vücudumu ele geçirdi, sonra da tam o noktada beni olduğu gibi saldı. Kapıdaki şeklin benim birebir yansımama dönüştüğü noktaydı bu ve o gün üzerime yapışan tuhaf, yabancıl duygu öylece kayboldu.
Asansör birden yeniden yükselmeye başladı, çıkmak istediğim katın olduğu düğmenin ışığı yine yandı. Asansör öylece yukarıya çıktı, çok geçmeden yavaşladı ve durdu. Ben öylece dışarıya çıktım.
Asansörden çıkar çıkmaz evrenin doğal sıcaklığı üzerime hücum etti ve vücudum, zihnim, ruhum anında canlandı. Keşke böyle olmasaydı çünkü bir an önce üzerime çöken duygusuzluğun ve soğukluğun ne kadar yapay, sıradışı, insan üstü ve başka dünyacıl bir durum olduğunu fark ettim. Dışarıdan geriye dönüp baktığımda ise yeniden gördüm o diğer dünyadaki şekli. Asansörün arka yüzeyinde, benden çıkan ve sonra yeniden üzerime yansıyan görüntüyü… Önceki bire bir yansımamı, soğuk, hissiz ve merhametsiz haliyle...
Yorumlar
Yorum Gönder