25- Kara Köşk'ün Efendisi Bölüm 3: Yaşayanlar (Spooktober '22)
Savaş o gece uykusuz kalıp olan biteni düşündü. Yaşadıklarını sindiremiyordu. Çok uzun zamandır bir kabusun içinde mahsur kaldığını hissediyordu ve bu kara düş her gün biraz daha kötüleşiyordu. Yanından geçip gittikleri dağın gölgesi onu ayrı bir huzursuzlandırmıştı, kimsenin ne olduğunu bilmediği sürücü kafasını ayrı bir karıştırmıştı. Ormanda gördüğü ve onu köşke kadar takip eden beyazlı kadın kafasının içinde şiddetli kaşıntılara neden oluyordu. Pencerelerden onu izleyen gizeml figürler de evin içinde hiç de güvende hissetmemesine yol açıyordu. Tüm bunların üzerine odasına girmeye çalışan o korkunç şeyi görmüştü. Önceki efendinin ölümünü en çarpık biçimlerde taklit eden berbat varlığı. Ve tabii ki onu buraya gelmeye zorlayan hayatı…
Uykusuz geçen gecenin sonunda gün ışığı yeniden pencereden girdi ama genç adam önceki sabah yaşadığı olay yüzünden yine tedirgin olmuştu. Bu sefer kimsenin odada onu rahatsız etmesine izin vermeyecekti. Odadan çıktı ve salona inip koltuklardan birine oturdu. Ev ahalisi daha yeni yeni uyanıyordu, kapı sesleri daha yeni gelmeye başlamıştı. Genç efendi bakışlarını yukarı bile çevirmedi, öylece oturup girişe doğru bakıyordu. Gece gördüğü şeyin çıktığı kapıdan yeniden girmesini istemiyordu. Gözleri oraya kilitlenmiş bir şekilde kalırsa, aptalca bir nedenden ötürü bu olasılığın önüne geçebileceğini düşünüyordu. Birkaç saniye sonra da bu düşüncenin aptallığına uyanıyordu. Ahali kahvaltıyı hazırlamak için mutfağa girince o da olduğu yerden kalkıp oraya geçti. Yalnız kalmak istemiyordu. Oradakiler efendinin solgun ve hortlamış halini görünce ne olduğunu sorduklarında Savaş da anlattı. Ahali korkmuştu ama şaşırmamıştı. Meryem anlatmaya başladı.
“Öldüğünde bize vasiyetini de bırakmıştı. ‘PENCEREYİ KAPAT’ yazıyordu kağıdın üzerinde. Geriye kalanları çok da önemsememişti. Ne yapmamı istediği belliydi, aşağıya atladığı pencereyi mühürlememi istiyordu. Biz de öyle yaptık. Efendinin ne istediğini Osman’a söyledim, o da odanın penceresini kapattı, kalıcı olarak. Artık kimse oradan atlayamayacak. Odanın bulunduğu koridoru da kullanıma kapattık. Zaten biz köşkün daha merkezi odalarını kullanıyorduk, koridordaki yerler ailenin eski üyelerine ve özel konuklarına aitti. Tabii bu durumun asıl nedeni orada huzursuz hissetmemizdi. Akli dengemizi koruyamıyorduk. İçeriden sesler gelip duyuyorduk. Birileri koşturuyordu, birileri konuşuyordu. Pencereyi kapatınca koridor tamamen sessizleşti.
İşlerin sakinleşeceğini düşünmüştük ama daha garip şeyler yaşamaya başladık. Gecenin bir saatinde aşağı kattan sesler geliyordu. Gidip kontrol ettiğimizde kimseyi bulamıyorduk ama giriş kapısının hemen dışında kömür renginde ayak izlerine rastlıyorduk. Tabii ki bu durumu neye yoracağımız çok barizdi ve efendinin yeniden içeriye girmeye çalıştığını düşündük. Hepimiz onun ölümünden önce de bazı akıl almaz olaylar yaşamıştık ve efendiyi muhtemelen bu sona sürükleyen de onun bizzat yaşadığı sıra dışı şeyler olmuştu ama onun kendisinin kapıya dayanması bizleri bambaşka düzeylerde etkiledi.
Havuzu sürekli temizleyip durduk ama havuz da sürekli kirlenip durdu. Kül ve kor yayılıp duruyordu suyun içine. Nasıl olduğunu bir türlü çözemedik ve sonuçsuz kalan çaba gibi, bu da bizi daha mantıksız açıklamalar aramaya yöneltti. Her gece köşkün dışında oluşan kül izlerini takip etmeye çalıştık ama hiçliğin içinde öylece yok oluyor gibiydi, bazen de ormana gidiyordu. Efendinin mezarına işaret eden hiçbir şey yoktu. Ya hastalıklı birileri bize oyun oynuyordu ya da insan kavramının dışında kalan bir tehlike ile karşı karşıyaydık. Erkan Bey düzenli denetimleri için köşke uğradığında bu sorunu ona da açtık. Önce tüm bu açıklamaları saçmalık olarak niteledi, sonra da ısrarlarımız üzerine köşkte birkaç gece kalmayı kabul etti.
O köşkte kalırken önceki günlerde yaşadığımız şeylerin hiçbiri tekrarlanmadı, sanki üstel bir güç bizlerle dalga geçiyordu. Erkan Bey ise sürekli daha sinirli ve daha gergin görünüyordu. Onu çok kızdırdığımızı düşünmüştük. Günler sonra buradan ayrılmayı istediğinde ondan özür dilemeye çalıştık ama özrümüzü kabul etmedi. Bahsettiğimiz şeylerin hiçbirine burada şahit olmadığını söyledi. Çok mahcup olmuştuk ki günlerdir kuramadığı cümleleri sonunda ağzından çıkardı. Söylediğimiz hiçbir olaya tanık olmamıştı ama burada geçirdiği süre boyunca başka şeyler görmüştü. Gözlerine ve kulaklarına hat safhada güvenen birisidir Erkan Bey, bu yüzden de en kısa sürede resmi işleri düzene koyabilecek bir hale geldikten sonra güvenlik sorununu çözeceğini söyledi.”
“Nasıl?”
“Önce mülkü ve şirket hisselerini devretmesi gereken bir varisin gelmesi lazımdı, bu noktada siz devreye girdiniz. Evrak işlerini aradan çıkardıysanız Erkan Bey muhtemelen ya kolluk güçlerinin mülk topraklarında kalması için uğraşıyordur ya da güvenilir nöbetçi tutmaya çalışıyordur. Her durumda düzenli ziyaretlerinden sonraki seferi yaklaşıyor, birkaç gün sonra onunla da bu konuları konuşma fırsatı bulursunuz. Mülkün çevresinde nöbet tutan görevlilerle birlikte hepimizin biraz daha rahat uyuyabileceğini düşünüyorum ama yine de bir şeyler iyi değil. Bu evin kendisiyle ilgili büyük sıkıntılar var. Dışarıda eli tüfekli bir avuç insanın bunca yıldır yaşanan tüm bu açıklanamaz sorunları çözebileceğini sanmıyorum.”
“Sizler de böyle şeyler yaşadınız mı?” diye sordu Savaş diğerlerine döndükten sonra.
“Yaşadık.” diye söze girdi Osman. “Bazen kim olduklarını anlamadığım yabancıları görüyorum, hem köşkün içinde hem de dışarıda. Genelde hiçbiri saldırmıyor veya rahatsız etmiyor ama bir tanesi var ki niyetini kesinlikle anlayamıyorum. Sanki her an canımı orada alabilecekmiş gibi duruyor, zamanı gelince beni de tüketecekmiş gibi bakıyor. Acele etmiyor, sinsice hareket ediyor, sakin ve soğukkanlı birisi. Diğerlerinden farklı, bambaşka bir şey. Bir geçmişi olduğunu düşünmüyorum, öyle hissettirmiyor. Aynı şekilde bir gelecek için de var olmuyor, sadece öylece varlığını sürdürüp gidiyor. Bunu yapmak için de bizim gibi insanlara ihtiyacı var.
Her ne istiyorsa bunun için sadece bekleyip izliyor. Sanki yapacaklarını zaten yapmış veya neler olacağını önceden biliyor. Biliyorum şu an böyle dediğimde hiçbir kanıt sunmadan konuşuyorum ama onu görseniz siz de anlayacaksınız. Soğuk, duygusuz bir yüz ifadesi var, yine de orada insan zihnine yabancı bir duygu var. Onu efendinin ölümünden önce de görüyordum, sanırım efendi de görüyordu. Mahzende bazı işler yaptığımda orada karşılaşabiliyordum bu varlıkla. Dürüst olacağım, öyle şartlarda tedirgin olabiliyordum. Aklıma gelen tüm duaları okuyor ve kendimi hazırlıyordum. Mahzenin loş ortamında köşelerdeki gölgelerden çıkıyordu, sonra yine aynı karartılarda kayboluyordu. Böyle zamanlarda sadece bana gözdağı vermek için oraya geldiğini biliyordum. İnancımı kırmak istiyordu.
Bugünlerde o kadar görmüyorum bu yabancıları, özellikle o tehditkar yabancıyı. Bu beni daha da huzursuz ediyor çünkü sanki bir şeyler değişmiş gibi ve bundan rahat değilim. Neyin değiştiğini, neye doğru değiştiğini bilmiyorum. Bu değişimi neyin tetiklediğini de bilmiyorum. Bilseydim belki uyum sağlayabilirdim ama hiçliğin içinde zorlanıyorum. Yine de o şeyleri gördüm ve onların canlı olmadığını biliyorum, özellikle o diğer yabancının da kesinlikle insan olmadığını biliyorum. Yani bu evrende insanlar ve üzerinde egemenlik ilan ettikleri fiziksel etmenlerden başka şeyler de var. Tanrı neden var olmasın o zaman? Tanrı varsa ben neden ona sığınmayayım? Çünkü bu varlıklarla karşı karşıya kaldığımda sığınmaktan başka yapabileceğim hiçbir şey yok.”
“Peki bu şeyler, tuhaf yaşantılar ne zaman geçti? Hâla devam ediyorlar mı?”
“Hayır.” diye cevapladı Osman.
“Sizin gelişiniz kesinleştiğinde bu tuhaf olaylar da öylece geçip gitti.” diye destekledi Meryem.
“Devam ediyorlar.” dedi Serpil. Herkes şaşkınlık içinde ona çevirdi bakışını. “Son yaşanan olaylar haricinde sizin gelişinizden önceki geceydi. Erkan Bey evrakları imzaladığınızı ve yola çıktığınızı söylemişti. Eve de kendi imkanlarınızla geleceğinizi aktarıp köşkten ayrıldı. Anlaşılan birisi onunla iletişime geçmiş ve bu bilgiyi vermişti. Erkan Bey sizinle aranızdaki iletişimi oldukça gizli ve özel tuttuğundan bu kişinin sizin altınızda çalıştığını düşündü. Bu yüzden biz size bir sürücü yollamadık.
İşte o gece köşkteki hazırlıkları tamamlamıştık, ben de araziye bir düzen çekmiştim. Sonra yerimde duramayıp ormanda da bir dolaşayım dedim. Kafamda ne yapacağıma dair hiçbir düşünce yoktu. Sadece çevrede bir sorun olup olmadığını kontrol etmek istiyordum. Ağaçların arasında öylece dolaşıp köşk mülkünün dış duvarlarının etrafında yürüyordum. Sonra bu kalabalık insan grubunu duydum. Kendi aralarında konuşuyorlardı, yabancı bir dil olmalıydı çünkü anlamıyordum. Ellerinde tüfekler ve tabancalar vardı, köşkün etrafını sarıp içeriye saldıracaklardı. Kendimi gizleyerek sessizce onları izledim. Her ne konuşuyorlarsa öfke ve nefret dolulardı. Bu art niyetli hislerini silahlarından boşaltacakları sayısız mermi ile anlatmayı düşünüyorlardı.
Hızlı hızlı geri dönüp köşktekileri uyarmak istedim ama geri döndüğümde onların da gittiklerini gördüm. İçeride yabancılar vardı, beni birkaç tanesi görebilmişti ve oldukça şaşırmışlardı ama işlerine, tartışmalarına da devam etmişlerdi. Kendimi hemen evden dışarıya atınca köşkün üst katındaki pencereden buraya bakan birisini gördüm. Öylece birisi değildi bu, içeride ve dışarıda gördüklerimden farklıydı. Beni görebiliyordu ve orada olmamı istiyordu. Bir şekilde diğerleri ile işi çoktan bitmişti. Koşa koşa ormana çıktım. Duvarların dışında, ağaçların arasında bu sefer daha fazla yabancı gördüm. Hepsi ayrı ayrı fısıldıyordu, bilmediğim yabancı kelimeler kullanıyorlardı fakat bu kelimelerin taşıdığı ağırlıkları hissedebiliyordum. İçeride de dışarıda da tehlikede olacağımın farkındaydım ama ben içeriye koştum çünkü tüfeğimi nereye sakladığımı biliyordum. Koşa koşa köşke girince bizimkilerle karşılaştım, her şey normaldi, fazladan bir kişi yoktu.”
“Bu yüzdendi demek!” dedi Meryem.
“Evet. Ben yine de tüfeğimi alıp dışarı çıktım. Bağıra çağıra ağaçların arasına daldım ve tehditler, küfürler savurdum. Kirli kelimelerim ve çatlak sesim ağaç gövdeleri arasında kayboldu. Kimse orada değildi. Ne olur ne olmaz diye duvarların çevresinde birkaç tur attım, kimse yoktu. Yine de o ağaçların arasında o yabancıların saklandığını ve dolanırken beni izlediklerini sezebiliyordum. Göremediğim gözler üzerimdeydi, şu birkaç gündür hâla da üzerimde. Hepimizin anlattıklarından yola çıkarak hiçbir etkisi olmayacağını biliyorum ama sonraki sefere soru sormadan ateşleyeceğim tüfeğimi.”
Hikayeler anlatıldıktan sonra kısa bir sessizlik oldu ama bu durum hemen bozuldu. Yukarıdan tak tak sesler geliyordu. Her iki saniyede bir geliyordu ses ama bir şeylerin ahşap zemine vurduğu kesindi.
“Yukarıda neresi var?” diye sordu Savaş.
“Ofis ve büyük oda.” diye cevap verdi Meryem.
Çok yavaş atan kadim zamanlardan kalma mekanik bir kalp gibi ses geliyordu. Sesin gelmediği anlarda aşağıdakiler istemsizce nefeslerini tutuyorlardı. Ses önce hemen üzerlerindeki ofisten geldi, sonra hiçbir kapı açıp kapamadan büyük yatak odasına geçti. Orada bir süre durdu ve çok arada hareket etti. Sanki içinde bulunduğu odayı incelemek istiyordu. Sonra odadan da çıktı sesler ve en sonunda devam etti, terk edilmiş koridora ve eski efendinin kendi varoluşuna son verdiği odaya.
Yorumlar
Yorum Gönder