Spooktober 1 - Gıcırtı

İşten eve gecenin geç saatlerinde döneceğim zaman hep caddeyi kullanırdım. O kadar geç olunca caddede çok az insana rastlıyordum, o insanların varlığı da beni korkutmaya yetiyordu. O saatte ortada dolaşan insanın kim olduğunu, nasıl bir kişiliğe sahip olduğunu bilemezdiniz. Yine de mağaza vitrinlerinin, reklam panolarının ve sokak lambalarının yarattığı ışıl ışıl atmosfer benim çok hoşuma gidiyordu, günün stresini o ışıkların altında yürüyerek boşaltıyordum. Caddeyi terk edip, ara sokaklara girmem gerektiği anlar beni hep hüzünlendiriyordu ama eninde sonunda caddeyle vedalaşıyor ve dönüşümün son beş on dakikasını gittikçe ıssızlaşan ve yokuş aşağı giden sokaklarda geçiriyor, bir dakika süren merdiven inişiyle de yolculuğumu tamamlıyordum. Tüm bu yolculuk, tek tük insanın adım sesleri dışında oldukça sessiz geçerdi, en fazla binalar arasından esen hafif rüzgarın uğultusunu duyardınız.
Eve böyle geç geldiğim sonuncu gece, hayatımda oldukça kötü bir iz bıraktı. Yine geç saatte işten çıkmıştım ve caddenin ışıltıları altında eve dönecektim. Bir süre caddede yürüdükten sonra o noktaya kadar hiç kimse ile karşılaşmadığımı fark ettim. Ne caddede yürüyen birisi, ne mağazalarda bekleyen görevliler, ne de banklarda, köşelerde oturan insanlar vardı. O gün öyle rast geldiğini düşünüp bu duruma aldırmadım ama caddenin ışıkları da o kadar parıltılı gelmedi gözüme. Belki içime şüphe tohumları düşmüştü ve sadece duygusal tonumu değiştiriyordu, belki de o gün fazla yorulmuştum. İnsan zihni sıradan akışını korumak için olağanüstü görünebilecek durumlara böyle bahaneler bulur. Çoğunlukla doğal hayatının düzenini gereksiz düşüncelerle bozmamak içindir bu özellik ve genelde işe yarar, ama gerçekten de sıradışı bir durum ile karşılaşıldığında kişinin aleyhine işleyen bir şeydir. O gece kesinlikle sıradan bir gece değildi ama sıradan zihnim, caddenin boşluğunu ve ışıkların loşluğunu yine de böyle yorumlamıştı. Ses çıkaran hiçbir şeyin olmayışı da binaların arasından esen rüzgarın uğultusunu iyice baskın hale getirmişti, hatta o uğultu beni rahatsız ediyor, ruhumu bunaltıyordu.
Caddede yürüyüşüme devam ederken arkamdan, çok uzaktan bir gıcırtı, metalik bir ses geldi. Sanki birileri mutfakta tencereleri, tavaları karıştırıyor veya metal ıvır zıvır ile dolu bir alet çantasının içinden bir şey çıkarmaya çalışıyor gibiydi, ama bunu da hiçbir hassasiyet olmadan yapıyor, çıkan huzur bozucu gürültüye, gıcırtıya hiçbir şekilde aldırmıyordu. Arkamı dönüp bu rahatsız edici gürültünün olduğu yöne bakınca, caddenin karanlık sokaklarla birleştiği noktalardan birinde, üstü kumaşla örtülmüş bir alışveriş arabasının içinde bir şeyleri karıştıran figürü gördüm. Neye benzediğini çıkaramıyordum, sokak lambalarının loş bir şekilde aydınlattığı bir köşede duruyordu ve figürün de üzerinde onu olduğu gibi örten bir giysi var gibiydi. O geceki bomboş halde duran cadde, genelde yürüdüğüm tek tük insanın görüldüğü caddeden daha fazla korkutmuştu beni, ama nedense şimdi bu caddede benden başka duran tek diğer insan, içime çok daha büyük bir endişeyi enjekte etmişti. Durumdan rahatsız olsam da yine önüme döndüm, ve sıradan zihnim yine bir bahane uydurarak içinde bulunduğum durumun oldukça sıradan olduğunu göstermeye çalıştı bana. Sıradan zihnim yanılıyordu.
Cadde çıkışıma olan yolu yarılamışken, metalik gıcırtı sesini baştan duydum. Ses artık daha yakından geliyordu ve bir süre devam etti. Sese dikkat etmemeye çalışıp yoluma devam etmek istesem de bu sefer paranoyam, yine bahaneler üretmeye çalışan zihnime baskın geldi. Yürüme hızımı ara ara değiştirip, sesin şiddetine verdim kulağımı. Ses kaynağının hızının da benimle birlikte değişip değişmediğini görmek istiyordum. Küçük deneyim sonuç verdi. Sesi çıkaran şey beni takip ediyordu. Dönüp yine sesin kaynağına bakınca, sesi çıkaran metalik, eski alışveriş arabasını ve bir tekerleğinin dönmemesine rağmen onu zorla iten örtülü figürü yolun karşısında dururken gördüm. Anlık bir korkunun etkisiyle olduğum yerde kalıp, o figüre uzun süre bakınca o da durdu. Ben o figüre baktıkça, içimdeki açıklanamaz bir duygu, ona bakmamamı, yoluma devam etmemi söylüyordu ama daha basit içgüdülerim, o şeklin yaratacağı herhangi bir tehdidi gözetlemem konusunda diretiyordu. Basit içgüdülerim yanılıyordu, böyle bir tehdidin karşısında sadece koşarak uzaklaşmalıydım. Ben o figüre baktıkça, o figür de başını ağır ama kesintisiz, mekanik bir hareketle bana çevirdi. O örtünün altında nasıl bir yüz, nasıl bir biçim, nasıl gözler olduğunu bilmiyorum ama o bakışlarda insanın düş gücünün ötesinde bir art niyet vardı. O art niyetin hedefinde olduğumu yavaş yavaş fark ettikçe iç dünyamda o güne kadar toplamış olduğum bütün irade, bütün direnç kırıldı ve apaçık savunmasız olduğumu hissettim. Hedeflerinden biri bu olacak ki ben ona felç olmuş bir şekilde bakarken, örtülü figür bakışlarını yine önüne çevirdi ve metal arabasıyla hareketine devam edip, ilerideki karanlık sokakların birinde kayboldu.
Bir iki dakika boyunca kendimi toparlayamayıp orada öylece dikilmiş olsam da sonunda hızlı adımlarla yoluma devam ettim. O figür ne kadar takip ediyordu, ne kadar etmiyordu o an farkında değildim ama zihnimin içine korku nüfuz etmişti ve bir an olsun o şekli ve şeklin arabasıyla çıkardığı metalik gıcırtıları unutmadım. Neredeyse caddeden çıktığım noktaya gelmiştim ki metalik gıcırtı sesi bu sefer çok yakınımdan, sadece birkaç metre arkamdan geldi. Sesi duyduğum an yine korkudan felç olup yürüyüşüme devam edemeyince, metalik gıcırtı da hareketini kesmişti. Fakat hayatta kalma içgüdümün ilkel, hayvani bir komutuyla hızlı adımlarla yürüyüşüme devam ettim ama kesinlikle koşmadım. Eğer koşmaya başlarsam, arkamdan beni takip eden gıcırtıyı veya onu çıkaran kaynağı kışkırtacak, sinirlendirecekmiş gibi hissediyordum. Sanki figürün benimle oynadığı bu art niyetli oyunu bozmamam gerekiyordu. Yine de her bir adımım bir diğerinden daha ileriye, daha hızlı bir şekilde gidiyordu ama arkamdan beni takip eden gıcırtı da bir şekilde benim hızıma yetişiyordu. Bir anlığına durup arkama dönüp o tekinsiz varlığın benden ne istediğini sorma aptallığına düştüm fakat ağzımı açıp sorumu dile getiremedim çünkü o ses de durmuştu. Oynadığı oyun çok acımasızdı. Hayatta kalma içgüdüm bir kez daha kontrolü ele geçirip tüm bu gereksiz hareketlere ve düşüncelere son verdi. Tüm kararları bilinçaltım veriyordu, çünkü bilinç seviyesinde tutarlı bir karar verebilecek hiçbir mekanizmam kalmamıştı. Caddeden çıktığım noktaya geldiğimde de artık koşar bir şekilde o sokakların karanlığına daldım.
O karanlık sokaklarda ne kadar koştuğumu hatırlamıyorum ama sesin artık gelmediğini fark edince durup soluk almam gerekti. Kıyafetlerimin ve ayakkabımın böyle bir koşuya müsaade etmeyecek durumda olması beni oldukça yormuştu ve içinde bulunduğum durumun analizini yapmam, zihnimi toparlamam gerekiyordu. Ama tuhaf bir durum daha vardı, kesilen tek ses gıcırtı değildi, artık hiçbir ses gelmiyordu. Loş sokaklarda, binalar arasından esen rüzgarın uğultusu da kesilmişti, ki bu beni daha da tedirgin ediyordu. Sanki gecenin geç saatlerinde bana her defasında eşlik eden ışıklar ve insanlardan sonra, sesler de beni terk etmişti, artık her açıdan yalnız ve çaresizdim. Yardım için bağıracak olsam da kimsenin beni duyabileceğini sanmıyordum, açıklayamadığım güçler, boyutlar buna izin vermezdi. Eve varacağım zaman nedense daha güvende olacağımı hissediyordum, o yüzden tüm dikkatimi bu çabaya verdim. Mümkün olan en kısa zamanda evimde olmalıydım. Belki pencerelerimin, duvarlarımın ve kapımın ardında bu dehşetten korunabilirdim.. Ben sokaklarda ilerledikçe sokak lambaları, loş ışıklarını da esirgemeye başladı, ara sokaklar her zaman olduğundan daha karanlık görünüyordu ve içimde artan o tarif edilemez paranoya, bana izlendiğimi söylüyordu panik halindeki ritimsiz fısıltılarıyla. Yokuşlu sokaklardan indikçe paranoyamın zihnim üzerindeki etkisi iyice arttı ve sonunda da haklı çıktı çünkü metalik gıcırtıyı bir kez daha duydum.
Sesin geldiği yöne kafamı çevirdiğimde herhangi bir figür göremedim fakat onun saklanabilecek çok yeri olabilirdi. Sesin geldiği noktayı dinleyerek belirlemeye çalıştım ama o da işe yaramadı, ses sanki karanlık sokak aralıklarından insan matematiğinin tespit edemeyeceği çarpık bir geometri ile yankılanıyordu. Sesin kaynağını bulmaya yönelik aptalca çabamdan hemen vazgeçip hemen evime giden yoluma devam ettim ama metalik gıcırtı yine peşimi bırakmadı. Hızlı adımlarım hemen koşu manevralarına döndü ve çatlak asfaltın, eğri dizilmiş kaldırım taşlarının, çöp kutularının üzerinden atlaya atlaya ilerledim. En sonunda göreceli olarak daha aydınlık bir yere geldiğimde arkamdaki ses de kesildi. Sesin kesilmesiyle yine duyu organlarım tamamen odaklanarak tehditin nereden gelebileceğini algılamaya çalıştı. Uzun süren rahatsız edici bir sessizliğin ardından aydınlık bir sokak arasından bir anlığına ses geldi, metalik bir ses, bir gıcırtı.
O aydınlık aralığa baktığımda gözlerim ne bir alışveriş arabası, ne de örtülü bir figür gördü. Tek seçebildiğim iyice dolup taşmış bir çöp konteynırıydı, onun da üzerine atılmış eski bir battaniye vardı. Şüphelendiğim figürü görmemenin getirdiği rahatlık tam üzerime çökecekti ki ses anlık ses bir kez daha çıktı. Dikkat ettiğim zaman sesin çöp konteynırından geldiğini fark ettim, bir iki adım geri çekilmiştim ki konteynırdan gelen sesler iyice artı ve şiddetlendi. Bir an sonra çöp konteynırı sanki büyük acılar çeken devasa bir hayvanın çığlıkları gibi metalik gıcırtılar, gürültüler çıkararak şekil değiştirmeye başladı. Sanki o konteynırın içinde bir dünya daha saklıymış gibi battaniyenin altından, gezegen üzerindeki hiçbir aklın aşina olmadığı, herhangi bir madde haline uymayan materyallerden oluşmuş bir kabuğun kapladığı, hiçbir mantık çerçevesinde bu dünyaya ait olduğu düşünülemeyecek biçimsiz bir uzuv çıkıp yere uzandı. Onu ikinci bir eklem takip etti ve battaniye hızlıca yukarı doğru itildi, altında ise o ana kadar hiçbir masalda duymadığım, kabusta görmediğim, kelimelerle de ifade edemeyeceğim uzun boylu bir varlık yükseldi. Gözlerim, çevresindeki bütün ışığı yutmuş ve oluşturduğu karanlık ile tekinsiz bir uyumla bütünleşmiş varlığa bir süre kilitli kaldı. Karanlığın içinde olduğunu bildiğim o varlığı sezgilerimle seçebiliyordum ama herhangi bir renk veya şekil algılayamıyordum artık. Bakışlarımı o berbat devasa yaratıktan çevirdikten sonra bir anlığına bile arkama bakmadım. Sadece eve ulaşmak üzere, ciğerlerimi neredeyse yırtarak koşturmaya başladım. Ben koşarken metalik gıcırtılar da tüm varlığıyla kulakları tırmalayan bir bağırışa, insan ruhunu delip geçen bir çığlığa dönüştü. Koştuğum yokuş aşağı sokaklar boyunca beni takip etti bu çığlık ve bastığı her noktada ışıkları söndürdü, gölgeleri peşinde getirdi. Evime doğru giden merdivenlere gelip inmeye başlamıştım ki bu korkunç şeyin varlığını hiç olmadığı kadar yakınımda hissettim. Attığı çığlık artık sadece arkamda değil, önümdeydi de. İnmekte olduğum merdivenleri, basamakları da kapsıyordu. Sanki derinliği sonsuza kadar uzanan bir okyanusa düşmüştüm ve bu okyanusa düşen zavallı ruhlarla beslenen muazzam, aç bir varlığın ağzı, üzerime kapanmak üzereydi.
En sonunda kaldığım binaya geldiğimde apartmanın kodunu hızlıca girdim fakat üzerimdeki paniğin etkisiyle ben mi bir hata yapmıştım yoksa cihaz mı bozulmuştu bilmiyorum ama şifre reddedildi. Gözlerimden gelen çaresizlik yaşlarıyla şifreyi baştan girdim, bu sefer kabul etti. Hızlıca içeri girdim ve kapıyı arkamdan kapatmaya tenezzül bile etmeyerek daireme çıkan merdivenlerden koştum. Bir iki defa ayağım takılınca dizimi, kolumu duvarlara, basamaklara çarpmış olsam da dairemin kapısına ulaştım. Elimi pantolonumun ceplerine atıp anahtarı aramaya koyuldum, parmaklarım anahtarla buluşamadı bir süre fakat en sonunda anahtarı cebimden çıkardım, kapıyı açtım, daireme girdim ve içeriden kilitledim.
Artık kendimi biraz daha güvende hissediyordum ki evden çıkarken açık bıraktığım arka odanın penceresi aklıma geldi. Koşarak hemen arka odaya gittim ve tam pencereye asılıyordum ki sokakta yürüyen komşumu gördüm. Her şey normal görünüyordu. Sokak lambaları normal ışık veriyordu ve rüzgarın binalar arasından eserek çıkardığı uğultu her zamanki gibiydi. Az önce yaşadıklarıma bir anlam veremeden komşumu izlerken sokağın diğer tarafından bir kez daha metalik bir gıcırtı sesi geldi, ardından alışveriş arabası, ardından da örtülü figür. Tüm gücümle bağırıp sokakta duran komşumu uyarmak istemiş olsam da yine korkudan felç olmuştum, ve sadece olanları izliyordum. Komşum benim göremeyeceğim bir noktaya çekilmişti, ve örtülü figür, metalik arabasıyla o noktaya doğru yaklaşıyordu iyice. En sonunda tüm gücümle bağırıp komşumu uyardım, ama hiçbir şey olmadı. Örtülü figür de aynı noktada bakış açımdan çıktı. Bir süre hiçbir ses gelmedi. Hiçbir ses, rüzgar dahil... Rüzgarın uğultusu yeniden duyulduğunda göremediğim noktadan yine bir gıcırdama ses geldi ve örtülü figür metalik arabasıyla sokakta yine göründü. Fakat arabanın üzerindeki kumaşın arasından bu sefer bir şeyleri görebiliyordum, o aralıktan sarkan şeyin bir insan kolu olduğuna eminim.
En kötüsü de örtülü figürün sokaktan çıkmadan önce duruşu idi. Figür sokaktan çıkmadan önce durdu, mekanik, pürüssüz, ağır bir hareketle karanlık bakışlarını bana çevirdi ve sonra yine hareketlerine öylece devam edip sokaktan çıktı o varlık.
Bir daha gece geç saatlerde eve dönmedim, her defasında sokaklarda insanların olmasına ve seyahatlerimde yalnız olmamaya dikkat ediyorum. Hayatım paranoya ile bütünleşmiş bir zihnin hayatı artık. Ve her gece o odada, pencereden gelen sesler duyuyorum. Karanlık sokak aralarından yankılanan berbat metalik gıcırtılar.

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Karanlık Perde

Sırık Bölüm 1: Sarıbolu (Spooktober '24)

Sırık Bölüm 0 (Spooktober '24)