Spooktober 14 - Vadideki Yurt Üçüncü Bölüm

Bir daha duymak istemediğim ama duyacağıma neredeyse emin olduğum ses artık kesilince olduğum yerden kalktım. O odanın bundan sonra güvenli olmadığını düşündüğümden sadece kaçmak, uzaklaşmak istiyordum. Dışarıdan ses gelmediğine iyice emin olduktan sonra metalik kapıyı araladım, daha birkaç saniye önce yaşadığım korkunç deneyimi unutmaya çalışarak. Duyduğum tek ses soğuk rüzgarların duvarların arasından eserek çıkardığı ölüm uğultusuydu. Çok ama çok yavaş hareketlerle dışarıya doğru çıktım, gözlerimle her bir köşeyi tarayarak. Girişin dondurucu havası bir kez daha vücudumu sardı ve ısınabileceğim bir yer bulma, sıcak bir yere sığınma dürtüsü güçlenmeye devam etti. İçinde bulunduğum durumda donarak ölmekten çok daha kötü sonlara düşebileceğimi de biliyordum ama nedense içimde karşı koyamadığım bir kuvvet beni soğuktan ne olursa olsun korumaya çalışıyordu. Bir türlü kurtulamadığım, sürekli kaşımaktan kendimi baştan baştan yaraladığım bir kaşıntı gibiydi.
Çıkıştan ayrılıp, koridorda geldiğim yönün tersine doğru ilerledim. Şimdi diğer koridora gelmiştim ama burada hissettiğim şeyler de önceki koridorda hissettiklerimden pek farklı değildi. Kapısı açık kalan tek tük oda ile birlikte kapısı kapalı, üzerinde “x” işareti olan bir sürü oda vardı ve bu odaların içinden beni izleyen gözleri yine çok açık bir şekilde sezebiliyordum. Adımlarımı dikkatli ve yavaş atıyordum, önüme çıkabilecek herhangi bir tehlikede geriye doğru koşacaktım. Tehdidin arkamdan gelme olasılığı da bir hayli yüksekti ama bu tehlikenin sinyalleri önümden veya arkamdan değil, yukarıdan geldi. Çok şiddetli olmasa da bir şey sürekli yukarıdaki zemine çarpıyor ve sürtünüyordu. Adımlarımı durdurup seslere iyice dikkat edince bunların arasındaki bir insan sesini de çok hafifçe duyabiliyordum, en azından insan olduğunu düşündüğüm sesleri… Önceki fısıltılar gibi değildi, karanlık ninniye de benzemiyordu. Vurgulardan, ses boşluklarından çıkarabildiğim kadarıyla yeterince yaklaşırsam anlayabileceğim cümleler kuruyordu bu ses. Bir an, içimde yükselen merak duygusuna da teslim olup bu sesleri kimin çıkardığına bakacak oldum ama içine girmek üzere olduğum başka bir tuzaktan son anda kurtuldum. Yine de bu yerin benimle olan işi bitmedi ve tam girişe doğru dönmüşken koridorun başından yine o çarpık ninniyi duydum. Giriş kapısından gelen ışık, doğaya aykırı bir şekilde havada asılan karanlık tarafından yutulmuştu ve içimde baştan bir alarm yükselmeye başladı.
Hiçbir tereddüt etmeden son hızla merdivenlere doğru koştum, yukarıdan gelen insan seslerini unutarak üst kata çıktım. Üst katta hiç kimseyi görememiştim ama sesin geldiği yerde duran bazı malzemeler gördüm. Çekiç, fırça, süpürge, kova… hâla biraz hareket eder durumda gördüğüm küçük el arabası… Belki giriş katından esen rüzgar hareket ettirmişti arabayı, belki gözlerim kimseyi göremese de bu koridorda yalnız değildim.
Hiçbir odaya girmedim, göz atmadım, bakışlarımı bile çevirmedim kapılara. Giriş katının üstünde yer alan odaya doğru ilerliyordum, belki orada bir şeyler bulabilirdim. Bu kat biraz daha sıcaktı, belli ki dondurucu soğuğun etkisi daha azdı. Aynı zamanda da daha karanlıktı, pencerelerin önü çoğunlukla kapatıldığından fenerime daha fazla güvenmek zorunda kalıyordum. Geldiğim oda giriş kadar büyük bir yerdi ama o kadar boş değildi. Raflar, sandalyeler, masalar dizilmişti ve buradaki eşyalar sağa sola atılmamıştı, düzenli duruyorlardı. Masaların üzerindeki defterlerde ve notlarda, o güne kadar hiçbir derste veya kitapta görmediğim türden hesaplar yer alıyordu. Çıkaramadığım dillerin, kodların çözümlemeleri not alınmıştı. Arkeolojik kazılardan daha yeni çıkarılmış eserler, anlatılar hakkındaydı bu kitaplar.
Tüm bu çalışmaları anlamaya çabalasam da oldukça zorlanıyordum ve bu durum iyice zihnimi bulandırıyordu. Başım dönmeye başlamıştı, ben de ellerimle masalardan, raflardan, duvarlardan destek ala ala ilerlemeye devam ettim. Aslında oturabileceğim, siper alabileceğim bir ortamdaydım, yurt odalarının içinde değildim ve diğer yerlerde gördüğüm tehdit burada yok gibiydi. Yine de herhangi bir kapı ile korunmadığım gerçeği zihnimi yiyip bitirdi ve hangi deli insan böyle bir ortamda kapı açık oturabilir diye düşünüp durdum.
Ne olduğunu anlamadan yine koridora, yurt odalarının arasına gelmiştim. Bu sefer eşyalar koridor boyunca iyice saçılmıştı. İyi gözlem yapabilen birisi, buradaki eşyaların rastgele saçılmadığını anlayabilirdi. Burada bir şeyler dönmüştü, insanların bildiğinden ve varsaydığından çok daha fazlası. Kapısı açık duran odalar, sanki içinde barındırdıkları eşyaları koridorlara doğru kusmuşlardı. “X” ile işaretlenen kapalı kapıların önünde de eşyalar birikmişti, daha çok bu kapılara doğru fırlatıp kırılan veya öğrencilerin kapıları zorla açmaya çalıştıkları eşyalar. Olmuş şeyler hakkında çok düşünmek istemesem de bazı eşyalar ve odalar, beni o yönde düşünmeye zorluyordu. Totemler, tılsımlar, mitolojik değeri olan öğeler sağa sola saçılmıştı, hatta bazılarının ezilmeye çalışıldığı belliydi. Birkaç odanın içinde ise sönmüş mumlar, yerlere çizilmiş ritüelistik şekiller, duvarlara ve dolaplara kazınmış yakarışlar ile dualar vardı. Burada olan olaylar böyle davranışlara mı sebep olmuştu yoksa bu davranışlar mı buradaki olaylara sebep olmuştu hiçbir fikrim yoktu. Ama bu düşüncelerimin bir önemi de yoktu çünkü içimde yükselen aynı alarm duygusu bir kez daha beni kendime getirdi.
Bu sefer herhangi bir ninni duymadım, ama biraz önce duyduğum sürtünme, çarpma, dökülme sesleri geliyordu yine ve insan olduğu yanılgısına düşebileceğim başka bir şey de bu seslere eşlik ediyor gibiydi. Sesin kaynağı az önce gelmiş olduğum çalışma odasıydı, giriş katının üstünde yer alan oda. Odanın uzak bir köşesinde, alt katta bekçinin odasının tam olarak üstündeki bir konumdan geliyordu bu sesler. Sonunda oraya ulaştığımda arkası dönük bir halde duran ve elindeki süpürgeyle yerleri süpüren insansı bir şekil gördüm. “Asla temiz kalmıyor, her zaman kirletiyorlar öğrenciler, kirli eşyalarıyla, kirli hareketleriyle, kirli fikirleriyle, kirli varlıklarıyla, kirli inançlarıyla… Asla temiz kalmıyor… asla…”
Gözlerimi kırpmadan yerleri temizleyen bu şekle bakıyordum, ama şeklin detaylarını nedense hiç çıkaramıyordum. Gözlerimi ne kadar zorlarsam zorlayayım tek görebildiğim titreşen, puslanan, dalgalanan hatlar ve gri, yeşil ve siyah arasında dönen tonlardı.
“ASLA” diye bağırınca birden insansı şekil, ben de geriye doğru sıçradım, arkaya düştüm. Şekil önünde yer alan bölgeleri süpürmeye devam ederek geri geri bana doğru yaklaşmaya başlayınca da düştüğüm yerden hemen kalktım ve çalışma odasının dışarı bakan tarafına doğru koştum. Ne kadar koştuğumu hatırlamıyorum ama o kadar sınırlı bir alanda o kadar fazla koşamamam gerektiğini biliyorum. Bu sınrlı alanda kat edilebilecek herhangi bir mesafe bu kadar uzun olamazdı. Belki zihnimin iyice bulanmasındandı belki de gerçekten bu çalışma odası, raflardan ve masalardan oluşan kocaman, değişen, canlı bir labirentti bilmiyorum, ama bir şekilde kaybolmuştum. Yolumu baştan bulmamı sağlayan şey ise yine insan sesleri oldu. Bu sefer bir fısıltı, ninni veya sızlanma değildi. Sanki aynı anda konuşan, farklı farklı şeyler söyleyen bir sürü kişi vardı. Rasyonel bir diyalog kuruyor gibiydiler ve bu sesleri takip ede ede çalışma odasının dışarı bakan geniş pencerelerine doğru yaklaştım. Tam rafların arasından geçip seslerin yoğunlaştığı, diyalogların geldiği noktaya gelmiştim ki kendimi genişçe bir alanda, sessizliğin içinde buldum. Yarım daire şeklinde dizilen kütüphane rafları ile sınırlanan küçük bir meydandı burası. Pencerenin kenarına masalar ve sandalyeler sıralanmıştı. En ortadaki masanın üzerine, dışarıdaki beyazlığın zayıf ışığı vuruyordu ve odanın geri kalan kısmına hakim olan karanlık ile beraber rahatsız ediyordu beni. Nedense dışarıdan kapatılmamıştı bu pencere. Masanın üzerinde ise kalın kapaklı bir kitap yer alıyordu. Kitaba iyice yaklaşıp elimi üzerine koymak üzereydim ki birden odada yalnız olmadığımı hissettim. Diğer tarafta kar fırtınasının kapladığı pencerelerdeki yansımalara bakınca, arkamdaki meydanı kaplayan bir kalabalık gördüm. Herhangi bir duygudan yoksun onlarca yüz, sonraki adımımdan rahatsız olacaklarmış gibi gözlerini dikmiş bana bakıyorlardı.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Karanlık Perde

Sırık Bölüm 1: Sarıbolu (Spooktober '24)

Sırık Bölüm 0 (Spooktober '24)