Spooktober 12 - Vadideki Yurt İkinci Bölüm

Fısıltının geldiği yere baktığımda gözlerim orada hiçbir şey göremedi ama odada benimle birlikte yer alan başka bir şey olduğunu anlayabiliyordum. Kapıyı bırakıp odanın içine göz attım, çürümüş dolapları açtım, rafları devirdim, saklanılabilecek her yere baktım ama yine de bir şey göremedim. Odanın dışarıya bakan bir penceresi de vardı ama pencerenin dışı, tahtalarla, gazete parçalarıyla ve hurdalarla beceriksizce kapatılmıştı. Odada bir şey varsa bile ona buradan kaçacak bir yol bırakılmamıştı. Koridordan ninni sesinin gelmediğine emin olduktan sonra odadan çıktım. Büyük giriş salonuna geri dönecektim, oradan da ya bekçinin odasında sığınacaktım ya da diğer koridoru deneyecektim. Bu koridorun dışındaki herhangi bir yerin daha güvenli olacağını düşünmüştüm.

Girişe doğru yürürken kapısı açık duran odaların kapalı olmasını diledim, odaları görmezsem belki varlıklarını da inkar edebilirdim. Kapıları kapalı duran, üzerlerinde çarpı işareti bulunan odalarda ise beni izleyen gözler olduğuna emindim. O gözler koridordaki yürüyüşüm boyunca beni izliyordu.

Giriş bıraktığımdan daha da soğuk bir havaya sahipti. Burada durmam imkansız hale gelmişti bu yüzden hızlıca bekçinin odasının önüne gelip metal kapıyı çaldım. İlk birkaç çalışımda herhangi bir tepki vermese de ısrarlarıma iyice sinirlenmiş olacak ki cevap verdi.

“Buraya gelmek istemezsin.” Sesinde herhangi bir kişilikten eser yoktu, sanki soğuk havanın kendisi söylüyordu sözleri ama benim durumum da oldukça çaresizdi, ısrarlarıma devam ettim.

“Lütfen”

“Peki o zaman” diye çok net ve kısa bir cevap gelince önce kapıyı kendisinin açacağını sandım ama herhangi bir hareketlenme olmadı. Bir süre olduğum yerde bekledim, kapıya tıklattım, yine bir hareketlenme olmayınca kapıya bu sefer ben yüklendim ve ardına kadar açtım. İçerisi kapkaranlıktı, hiç kimse yoktu ve leş gibi kokuyordu. Fenerimi açınca odanın hiç de büyük olmadığını gördüm. Yurtta bulunan diğer odalar kadar ancak geniş olabilirdi, o da iyimser bir bakış açısıyla. Fakat bu odanın iyimser bakılacak hiçbir yanı yoktu. Duvarlar diğer her yer gibi yıpranmış, çatlamıştı. Eşyalar yerdeydi, kötü kokan soğuk bir hava hakimdi. Fenerle içeri girdiğimde daha büyük bir şokla karşılaştım. Bekçi üniforması içindeki bir iskelet, kırılmış bir masanın önünde, devrilmiş bir sandalyeye dayanmış yatıyordu. Fenerimi iskelete yaklaştırdım ve sanki ondan öğrenebileceğim, anlayabileceğim bir şey varmış gibi dikkatli bir şekilde inceledim. İşte tam bu noktada arkamdan gelen başka bir fısıltı duydum. Koridorda, odada duyduğumdan farklı bir fısıltıydı bu, bekçiye aitti.

“Söylemiştim”

Telaşla arkamı dönüp fenerimi o yöne çevirdim ama etrafta hiç kimse yoktu. Yerde ise ilginç bir kitap duruyordu, veya defter. Üzerinde kayıtlar yazıyordu, altında da ait olduğu yerin, içine sığındığım bu yerin ismi vardı. “Söz Vadisi Yurdu”. Keşke buraya sığınmaya çalışmaktansa yoluma devam etseymişim diye düşündüğümü hatırlıyorum.

Bu şehirde bir çok kötü vaka yaşanmıştır, insanların gerçeklikle olan algısını koparan, mantıkla örülen zihnimizin içine şüphe zehrini aşılayan. İçinde bulunduğum yurt binası da böyle vakalardan birinin merkezinde yer almıştı. Yurda isminin verildiği, Cumhuriyet dönemi matematikçisi Profesör Erdem Söz’ün ismi bile insanın tüylerini diken diken edecek bir üne sahiptir. Kendisini takip eden öğrencileri ve meslektaşları ile yürüttüğü akıl almaz irrasyonel çalışmaların ne gibi sorunlara, belalara yol açtığı bugün bile korkuyla konuşuluyor. Tabi kimse yurtta tam olarak neler yaşandığını bilmiyor, aylarca süren soruşturmalar ile de herhangi bir sonuca ulaşılamadı, en azından resmi olarak. Soruşturmada yer alan bazı görevlilerin resmi olmayan ifadelerindeki tasvirleri insan aklı kesinlikle reddeder. Herkes olayın sadece sonucuna hakim, bütün her şeyden sonra en az iki bin kişinin barınabileceği yurttan sadece kırka yakın kişi sağ çıkabildi. Bu insanların sağlık durumları ve hayatlarının aldığı yön ise ayrı bir tartışmanın ve bambaşka hikayelerin konusu.

Herkes olaylara ayrı bir açıklama getirmeye çalıştı. Bir kısım insan, yurda gelen içme suyuna toksik bir maddenin karıştığını ve öğrencileri zehirlediğini öne sürüyordu. Başka bir kısım insan ise bir gaz sızıntısı yaşandığını iddia ediyordu. Daha delice varsayımlara eğilimi olanlar bunun daha sıradışı varlıkların eylemleri olduğunu söylüyordu. İşte bu duruma belki bir açıklama getirebileceğim düşüncesi ile ve geçmişe her dönüp baktığımda lanet okuduğum bir merak duygusu yüzünden, anlayamadığım bir şekilde önümde bulduğum kayıt defterini açtım.

Kayıtlar Teknik Bilimler Kurumu’nun ilk kurulduğu günden başlıyordu. Okula gelen ve burada kalmayı seçen ilk öğrenciler, bütün ayrıntılarıyla yer alıyordu. Bu öğrencilerden bazılarının Söz’ü takip edenler arasında olduğu da gözümden kaçmadı, beni daha da tedirgin eden bir detaydı bu. İsim listesini sıra ile takip edince öğrencilerin yurttan çıkış tarihlerini de görebiliyordum. İlginç birkaç ayrıntı vardı, mesela bazı öğrenciler buraya geldikten sadece birkaç gün sonra çıkışını yapmışlardı, diğerleri ise eğitim hayatlarını bitirene kadar gitmemişlerdi. Ara sıra denk geldiğim bazı öğrenciler ise hiç çıkış yapmamıştı, bu isimlerin üzerleri çizilmişti.

Listeden devam ettiğim zaman üzerleri çizilen isimlerin sıklığı yavaş yavaş artmaya başladı ve felaketin yaşandığı zamana yaklaştıkça üstü çizilen isim sayısı delice boyutlara ulaştı. Felakete kadar bu tuhaflığı, düzensizliği neden kimse fark edememişti? Okulun yönetimi bu sürece nasıl izin veriyordu? Derken listenin en sonuna geldiğimde üstü çizilmiş farklı bir isimle karşılaştım, görmeyi beklemediğim bir isimle, kendi ismimle.

Buradaki kayıtlara göre ben de bu yurda gelmiş ve bir süre burada bir odada kalmıştım. İçine çekildiğim bir oyundu bu, en kötü açlıkların pençesine düşmüştüm ve şimdi bu pençelerden kurtulmak zorundaydım ama tek çıkış yolu, korkunç bir fırtına ile kapatılmıştı. Ya yurtta kalıp bu sıradışı oyunlara direnmeye çalışacaktım ya da soğuğun acımasız beyazlığında ölecektim.

Düşüncelerim bir kez daha karanlık bir ninninin yankısıyla kesildi. Gelmiş olduğum koridordan yavaşça ama kesin bir şekilde, anlamsız, çarpık bir ninninin sesleri yaklaşıyordu. Belki girişe geldiği zaman ninniyi söyleyen şeyin neye benzediğini görürüm düşüncesi ile metalik kapıyı, dışarıyı gözleyebileceğim küçük bir boşluk bırakana kadar kapadım. Artık bekçinin cesedinin durduğu odada bulunduğumdan kapıyı tamamen kapatırsam olabilecek şeyleri düşünmek istemedim ve sadece gelen ninni sesine odaklandım. Uğursuz melodi, yankılarıyla bana uzanmayı bırakıp giriş salonuna girince bütün odayı bir karanlık kapladı. Sanki bu varlığın yüzünü gördüğüm zaman evrenin bağları çözülecek, boyutunu kavrayamayacağım felaketler yaşanacaktı. Gözlerimi iyice kısıp karanlıkta varlığın en azından şeklini seçme umuduyla kapı aralığından bakarken birden karşıma dünya dışı bir delilikle dolmuş vahşi gözler, damarlarla, yaralarla, yanık izleriyle kirlenmiş bir yüz ve yüzün arkasında durduğu belli olan, insan uygarlığının herhangi bir noktasında çizilen hiçbir şekle benzemeyen bir kütle belirince metalik kapıyı hızla kapatıp kendimi içeri kilitledim. Dışarıdan soğuk ama vahşi bir kahkaha duyuldu. Varlık, ritimsiz bir şekilde önce metalik kapıya vurmaya başladı, sonra ritimsiz vuruşlar kapının yanındaki duvardan devam etti, bir şekilde odanın diğer yüzeylerine, duvarlarına geçti. Bir an için küçük odanın binaya temas ettiği her bir yüzeyden beni taciz eden darbe sesleri geliyordu, ardından darbe sesleri metalik kapının diğer tarafında baştan toplandı ve kapıya döndüğünde kesildi. Ben dehşet içinde kalmış bir halde kapıya bakarken bütün irademi dağıtan, kemiklerimi ürperten, cesaretimi kıran o güne kadar hiç duymadığım bir ses ile metalik kapı boydan boya tırmalandı. Ben acı içinde, kendimi kapattığım küçük odada yere yığılmış kıvranırken dışarıdan o soğuk vahşi kahkaha baştan geldi ve şiddetini hiç kaybetmeden, geldiği koridora doğru hareket ederek soldu, gitti.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Karanlık Perde

Sırık Bölüm 1: Sarıbolu (Spooktober '24)

Sırık Bölüm 0 (Spooktober '24)