Spooktober 21 - Sürünen Dehşetler

Geldiklerinde kimse fark etmedi, biz fark edene kadar dehşet çoktan aramızda sürünmeye başlamıştı bile. İrademiz, gücümüz, zekamız ise tüm olanların önüne geçemeyecek kadar ezilmişti. Peki onlar geldiklerinde fark etseydik biz bir şeyler yapabilir miydik? Pek sanmıyorum, insanlığın böyle durumları gerçeklik algılarının dışına itme, görmezden gelme gibi alışkanlığıvar. Sorunun var olmadığını, hayal gücümüzün bir ürünü olduğunu söylemek sanırım herkes için daha kolay oluyor, her ne kadar en ufak bir olasılık bile bizi bu korkunç sonla baş başa bırakabilecek olsa da. Çok ayrıntılı bir açıklama getiremeyecek olsam bile, bazı cevapları verebileceğimi düşünüyorum. Keşke bu cevapları verebilmeme neden olan olayları hiç yaşamamış olsaydım da tüm bu kavramlardan esirgenseydim fakat olan oldu ve şimdi üzerime düşeni yapmalıyım. Artık kim sağ kalmış ve hala delirmemişse...
İlk geldiklerinde saklandılar. Saklı kalıp davranışlarımızı etkilemeye başladılar. Günlük hayatımıza, hareketlerimize, kararlarımıza sızdılar. Ama insanlık böyle dönemleri arada bir yaşar, toplum değişir, toplu histeri gelişir, paranoya kendini gösterir. O yüzden yaşanan bu değişimi yılların getirdiği bazı yüklere, medeniyetin kendi kaosuna, modern çağa bağladık. Belki bu da kendi içerisinde ayrı bir delilikti ama dediğim gibi bunu da fark etmiyorduk. İnsanlar birbirinden gittikçe soğudu, kalabalıklar arasında kendimize hakim olamadık. Herkes artık daha fazla korkuyordu. Korku hayatımızın her anını, her alanını işgal etmişti ve geri çekilecek gibi de değildi. O aktif, sıcak, içten sosyal hayat çabucak sönüverdi. Herkes bu korku ile eve kapanmıştı, dışarıda toplumla kurulan ilişkilerin yerini evlerin içindeki iletişim almıştı. Benim de bir ev arkadaşım vardı ve dünyadaki gelişmeleri de onunla takip ediyorduk. Yine de herkese ve her şeye hükmeden korku ve soğukluk bizi de ağına düşürmüştü, sözlerimiz kısaydı, sesimiz yapaydı ve uzaktan geliyordu.
Korkunun tam olarak nasıl yayıldığını hala anlayamıyorum, bu durumdan doğrudan etkilenen insanlar vardı, onların yanında bir de dolaylı olarak etkilenen insanlar vardı. Doğrudan etkilenen insanları daha kolay ayırt edebiliyordunuz. Çok daha absürt davranışları oluyordu, sadece karikatürlerde gördüğünüz uçuk, paranoyak hareketleri sergiliyorlardı. Diğer insanlar da bir şekilde sanki bir salgın varmış da bu salgını kapmış gibi korkuyu içlerine solumuşlardı. Rahat bir yüz ifadesine sahip kimseyi göremiyordunuz, herkesin üzerinde sürekli sabit kalan bir gerginlik hali vardı. Sanki herhangi bir açıdan saldırı gelecekmiş gibi tetikteydiler. Medyaya, internete, kitaplara, bilginin ulaşabileceği her yere yansıyordu bu durum. Oturup korkunun ele geçirdiği bu zamanların geçmesini beklemekten başka yapabileceğim bir şey yoktu.
Ev arkadaşımın davranışları da iyice değişiyordu. Bir yıldır aynı evde kalıyorduk, ondan önce de uzunca bir süre arkadaştık. Ama bu olaylar başladığında bütün iletişimimiz kısa, net, sadece belirli işlevleri gören diyaloglara dönüşmüştü. Sadece salonda televizyon izlerken illa ki yorum yapması gerektiğini düşündüğü haberlerde, ev ile alakalı konuşmamız gereken durumlarda ve yemeğini ayrı yapacağı zamanlarda konuşuyorduk. Aradan geçen zamanla o kısa diyaloglar da bitti, onların yerine el işaretleri, kafa sallamalar, mimikler geldi. Tabi bunları bariz olduğunu şimdi anladığım bir duruma yormadım, yaşanan süreç moralini bozmuştur diye düşünüyordum. Keşke daha iyi bir tavır alsaydım da şu an düştüğüm duruma düşmeseydim.
İletişimimiz eninde sonunda olduğu gibi koptu. Aynı evde yaşayan iki kişi için iletişimdeki böyle bir kopukluk çok tuhaf durumlar yaratıyordu. Onun için her şey normal görünüyordu, tabi bu yeni ruh hali için konuşacak olursam. Ev arkadaşımın bu hareketlerinin, eskiden tanıdığım haliyle uzaktan yakından alakası yoktu. Durum gittikçe daha rahatsız edici oldu. Bir noktada yıkanmamaya başladı. Ev temizliğine de özen göstermiyor, yiyecekleri herhangi bir hazırlık yapmadan yiyor, bulaşıklara dokunmuyordu. Gece boyunca bilgisayarından gelen sesler, hiç uyumadığını düşündürüyordu bana. Belki uyuduğu zamanları fark etmiyordum. Artık beni alarma geçiren düşüncelerimi herkes az çok böyle zamanlardan geçmiştir diye düşünerek bir kenara attım. Ama durum daha da rahatsız edici oldu. Buzdolabından çıkardığı, son kullanma tarihi çoktan geçmiş ürünlerden besleniyordu. Odasından berbat kokular geliyordu, içeride nasıl uyuyabiliyordu ki? Sadece davranışları değil, mimikleri, yüz ifadesi de değişti. Paranoya, korku içinde yaşayan o zavallı kişinin suratının yerine bomboş bir yüz ifadesi geldi. Herhangi bir duygudan, önermeden eser yoktu. Ten rengi gittikçe solmuştu. Gözleri her gün biraz daha kızarıyordu. Sanki bunlar yetmezmiş gibi arada hıçkırıklarla, ani reflekslerle gelen kontrol edilemez gırtlak hareketlerini andıran sesler de çıkarıyordu. Bu sesler sanki boğulmakta olan birisinin seslerine benziyordu. Bazı tepkileri ise tamamen rastgele gibi görünüyordu.
Şimdi de korku bana işlemeye başlamıştı. Dışarıdaki olaylardan evimin içine sığınmıştım ama şimdi dehşet verici bir hayvan ile aynı hücrede mahsur kalmıştım. Artık onunla olan etkileşimimi sıfıra çekmeye çalışıyordum. Odasında kalacağı vakitleri kestiriyor ve ona göre salondaki, mutfaktaki işlerimi hallediyordum. Yine de bir şekilde tahmin edilemez anlarda tuhaf, absürt hızlı yürüyüşü ile odasından fırlıyor ve yanıma geliyordu. Bazen yanıma gelip öylece gözlerini bana dikiyordu, gittikçe biçimini kaybetmeye başlayan gözlerini… Bazen de inanılmaz tuhaf eylemler yapıyordu. Bir defasında ondan kalan bulaşıkları temizlerken yanıma gelip teknenin içine kusmuştu. Tanrım, korkumdan geriye sıçramıştım. Kusarken çıkardığı o sesler… ve kustuktan sonra yayılan o tarif edilemez berbat koku! Odasına döndükten sonra ağzımı burnumu kapatıp teknenin içindeki şeylere bakınca evde beraber kaldığım şeyin doğasının düşündüğümün çok daha ötesinde olduğunu anladım. Teknenin içindeki iğrenç yığın, ruhumda karıncalanmalar yaratacak bir renk tonuna sahip bir sıvının içinde duruyordu. Sıvıda böcekleri, solucanları, deniz hayvanlarının dış katmanlarını andıran şeyler vardı. Ama sadece onlar da yoktu, o an için bunun varlığını inkar etsem de, çürümüş insan dokuları da var gibiydi. Bunun nasıl olabileceğini anlamıyordum ama daha fazla da anlamak istemiyordum. Bu evden gitmem gerekiyordu ve gerekli hazırlıkları tamamladığım gibi öyle de yapacaktım.
Ve geldi o gece. Yanıma ev arkadaşımın dokunmadığı yiyecekleri içecekleri aldım. Gerekli giysileri, araçları, donanımlarımı çantalarımın içine koydum. Telefonumu açıp, kaydettiğim bazı görüntülere de baktım. Yetkililer ile konuştuğumda durumu bütün netliğiyle gösterebilmek istiyordum. İfadem de hazırdı, ne olur ne olmaz diye bir kağıtta hazır duruyordu. Tam giysilerimi de giymiştim ki yine o hıçkırık gibi çıkan iğrenç sesleri duydum, bu sefer çok yakından gelmişti, odamın kapısından. Göz kenarıyla odamın köşesinde duran aynaya baktım ve ev arkadaşımın bedenini gerçekten de odamın kapısında dururken, bakışlarını bana çevirmiş halde gördüm. Bir kaç kez daha hıçkırıp o rastgele ölüm seslerini çıkarttıktan sonra odamdan uzaklaştı ve kendi odasına döndü. İçime müthiş bir rahatlama gelmişti ve hızlı adımlarla, elimde çantalarla evin kapısına doğru ilerledim. Tam kapıyı açacaktım ki ev arkadaşımın muhtemelen haftalardır duymadığım sesini duydum, kendi ses tellerinden gelen sesini. Ama bağırışının sonundan anladığım kadarıyla o tellerden başka bir ses çıkmayacaktı. İçimde o kadar muazzam bir güç beni kapıdan çıkmam için uyarıyordu ki! Fakat merağıma teslim oldum ve ev arkadaşımın aralık bir halde duran, iğrenç kokan odasına yöneldim.
Kapı aralığından baktığımda gördüğüm o şey! Ev arkadaşımın vücudu ayakta durur halde titriyordu, kafasının arkasından boynuna doğru akan bir kan seli vardı, aynı kanları ellerinde de görebiliyordum. Kanın aktığı yerde de hareketlenme görebiliyordum. Dökülmüş, koparılmış saçlarının altında, bir çok yerinden yaralanmış, zarar görmüş derisinin altındaki hareketlenmeler… Ve bir süre sonra da gerçekleşti. Kafasının arkasındaki deri yarıldı. İçinden altı tane eklem, ölümü haber eden kara renkli çiçekler gibi açtı ve saçlarının arasında yükseldi. Tüm bunlar olurken arkadaşımın vücudundan binbir tonda farklı sesler çıkıyordu. Çoğu mekanikti, ölü bedenin bu değişimlere verdiği pasif bir tepki… Kemikler değişiyor, kıllar dökülüyor, deri başkalaşım geçiriyordu. Olduğum yerde şok girmiştim, tüm bu olanları olduğu gibi izlemekten başka bir şey yapamıyordum, zihnimden başka bir komut çıkmıyordu. Zihnimden hiçbir komut çıkmıyordu. Gözlerim bir noktada arkadaşımın ölü bedeninin başkalaşım geçiren derisinde porlar açıldığını, bu açılan porları zorlayarak dışarı çıkan minicik böceğimsi şeyleri fark etti. Ve en sonunda ölü bedenin artık bambaşka bir şeye dönüşmüş kafası ölü bakışlarını bana çevirdi. Biçimi kaymış gözler, önceki sınırlarını aşarak açılan gözbebekleriyle bana bakıyordu. Dökülen dişlerinin arasından ve dış kabuğu çatlamış, dökülmüş burnundan çamurumsu bir şey akıyordu. İğrenç ağzını iyice açıp bağırmaya çalıştığında sesinin kulaklarıma değil, doğrudan zihnime hitap ettiğini hissettim. Ve insanlık aşkına! Geriye kalan insanlık aşkına! Bana söylediği o şeyler! Hiçbir şeyi teker teker anlatmıyordu, her şeyi aynı anda söylüyordu, bütün cümleler, varlıklar, sıfatlar, eylemler, arzular… Herşey aynı anda zihnime hücum ediyor, zihnimi işgal ediyor, anılarımı silip yenilerini yerleştiriyordu! Buraya geldikleri meteor, insanların içine giren sporumsu şeyler, başkalaşım geçirip dönüştükleri insanımsı türler, yıldızları tüketen canlı, böceğimsi gemiler, gemilerin etrafında dönen canlı dünyalar… galaksilerin ortalarındaki devasa elçiler… ve evrenin ötesindeki kraliçe…
Söyleyeceklerimi sadece bu şekilde aktarabiliyorum çünkü geriye başka bir yol, teknik kalmadı. Her şey yok oldu. Her şey teslim oldu. Her şey korkuya, dehşete, teslim oldu… onlara teslim oldu… Geriye ben kaldım. Ama artık bana da sahipler. Korkunun paranoyanın içimde yükseldiğini hissediyorum. Yapayalnızım. Gelecekler. Benim için de gelecekler. Kimsen, her kimsen… kaç kurtar kendini… eğer senin için daha gelmedilerse…”

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Karanlık Perde

Sırık Bölüm 1: Sarıbolu (Spooktober '24)

Sırık Bölüm 0 (Spooktober '24)