Spooktober 25 - Kızılkoğuş Dördüncü Bölüm

Arkamı dönüp baktığımda 4orada durup bana seslenen birisini göremedim bir kez daha. Koridor yine kalabalıktı ama beni ikinci defadır tehdit eden kişi içlerinden herhangi biri olabilirdi. Buranın insanlarındaki bu soğuk, tehditkar yaklaşımı anlayamıyordum, hastalık gibi yayılmıştı tüm binaya. Durum beni birazcık germişti o yüzden koridordaki yazıları, resimleri incelemeyi bırakıp kütüphaneye gitmek istedim. Dün akşam orada bıraktığım kitaba kaldığım yerden devam edecek ve içimde gittikçe büyümekte olan tuhaf, ürpertici bilgi açlığını biraz da olsa doyurmaya çalışacaktım. Bu bina hakkında çok hoşuma giden bir gizem vardı ve sanki bu gizemi çözdüğüm zaman, kökleri belki de hiç bilemeyeceğim zamanlara ulaşan bir boşluğu dolduracak, bir soruyu cevaplayacaktım.
Kitabın onu bıraktığım masada olmadığını görünce görevliye onu nerede bulabileceğimi sordum. Görevli önce bu sorumdan rahatsız oldu, öyle bir kitabı hatırlamadığını söyledi. Ben biraz daha ısrar edince de sistemden kontrol etmek zorunda kaldı. Aramanın sürmesi biraz zaman alınca görevlinin bana attığı şüpheli bakışları yakalayabildim. Bir suç işlediğimi ima eden, beni yargılayan bakışlardı. Bu küçük gerginlik bu isimde bir kitabın çıkmadığı yönünde bir iletiyle son buldu.
“Belki de kütüphaneye gelen başka birisine aittir. Dün burada unutup bugün erken saatlerde almış olabilir. Veya dün sen kullanınca geri alamamıştır.” Bu son cümlesinde kesinlikle suçlayıcı bir tavır vardı, yaşanan durum beni huzursuz etmeye devam ediyordu, kütüphaneye öylece bir göz gezdirip koridora döndüm.
Hiç yapmak istemesem de yine bodrum katına, çalışma alanlarına indim ve arkadaşımın yanına oturdum. Dün okuduğum kitaptan bahsedince arkadaşım hızlıca konuyu geçiştirmeye, beni susturmaya çalıştı. Kitabın ismini birkaç kez daha söyleyince de bu sefer panik yaptı ve daha sert cevaplar verdi. Ben de aynı şekilde tepki gösterince sonunda çözüldü ve anlatmaya başladı. “Sana hiç bahsetmemeliydim bu yerin kötü söylentilerinden. O kitap bina içinde yasak, dikkat dağıtmaktan, insanları boş şeyler peşinde koşturmaktan başka bir işe yaramıyor. Buranın unutturulmaya çalışılan çirkin bir geçmişi var ama insanlar kendi keyifleri için olmadık yerlere çekip duruyor.. Kitabı unut, onun hakkında konuşmak hoş karşılanmıyor buralarda. Ciddi sonuçları oluyor. Burası sadece bir kampüs, bırak öyle kalsın.”
Arkadaşımın sözleri, koridorda dikilen ve sinirli gözlerle odadaki bizlere bakan birkaç kişi tarafından kesildi. Birkaç saniye süren sessiz bakışmalardan sonra figürler yürüyüşlerine devam ettiler ama arkadaşım iyice panik yaptı, kapıyı kapattı ve kendisini çalışmalarına verdi iyice. Fakat kafamı son derece karıştıran bu açıklamalardan ve yaşadığımız gerginlikten sonra buraya duyduğum ilgi iyice arttı, merak duygum tavan yaptı. İçimdeki tuhaf açlık hiç olmadığı kadar güçlendi ama artık bu açlığı daha yavaş, şüphe çekmeyen, doğal yollardan gidermem gerekiyordu. İnsanlara doğrudan sorular soramazdım, yasak kitaplar peşinde koşamazdım, heykellere ve koridordaki çalışmalara dik dik bakamazdım. Ben de kendim için daha uygun bir rol buldum. Arkadaşımın çalışmalarına yardım edecek, aralarda da sadece boş zaman geçirecektik. Bu süreçte de gözlemlerimle ayrıntılara dikkat ederek bilgi toplayacaktım. Haftanın geri kalanında da öyle yaptım. Hafta sonuna kadar malzeme taşıdım, modeller, çizimler için üçüncü el görevi gördüm, bazı evrak işlerini üstlendim hatta zaman zaman üst kattan yiyecek içecek bile getirdim. Tüm bu süreci tetikleyen ve devam ettiren merak duyguma ek olarak, burada zaman geçirmek ayrıca güzeldi. Alışamıyor olsam da insanlar daha farklıydı, hava daha farklıydı, işleyen düzen bile daha farklıydı. Enstitü’nün geri kalanına kıyasla otomasyon, sanal damarlar, metalik organizma Kızılkoğuş’a daha bulaşamamıştı. Somut, gözlemlenebilir mekanizmaların, çağın dışında kalan bir mimarinin, eski dünyanın yüklerinin hala görülebildiği bir yerdi burası.
Yine de hafta bitti, son günün akşamında yine bodrum katındaydık ve arkadaşım iyice çalışmalarına gömülmüştü. Çalışma odasının kapısı çalınınca arkadaşımın gözlerine birkaç gün önceki panik geldi. İçeri giren figürlerle benim duyamayacağım kadar sessiz bir şekilde konuştular kısa bir süre için. Ardından bana dönüp çalışmaları kendisinin bitireceğini, şimdi başka bir işi çıktığını ve daha sonra görüşebileceğimizi söyledi. Ardından odaya giren figürlerle birlikte oradan ayrıldı. Birkaç saniye geçmeden ben de eşyalarımı toplayıp dar, alçak tavanlı koridorlara çıktım. Ne tarafa gittiklerini görmek için baktığımda, sonu aydılatılmayan, tünelimsi koridorun karanlığında yok olduklarını gördüm. İçimi bir şüphe ve korku kapladı ama yapabileceğim bir şey yoktu. Dikkat çekmek istemiyordum, bodrum katının insanın ruhuna basan geometrisini aşıp merdivenlerden yukarıya çıktım ve binadan ayrıldım.
Yine kabuslarla dolu bir gece geçirdim. Kabuslarımda yine bodrum katındaki çalışma odasındaydık ama arkadaşımın çalışmaları üzerine uğraşmıyorduk, birlikte benim araştırmalarımı yapıyorduk, bana yardım eden oydu. Derken içeri üç tane şüpheli figür girdi, figürlerin neye benzediğini göremiyordum, odanın lambası yüzlerini aydınlatamıyordu. Arkadaşımın bana hüzünle baktığını gördüm. Figürlerden birisi kulağıma eğildi, şimdi araştırmalarımın tamamlanmak üzere olduğunu, her şeyi öğreneceğimi söyledi. Ama bu cümlenin doğası bambaşkaydı. Her kelimenin arasına sıkıştırılmış binlerce cümle, bir saniyeden daha kısa bir sürede söyleniyor ve beynimi berbat duygularla dolduruyordu. Fısıltıdan çıkan her bir nefes kulaklarıma acımasız bir soğuk gibi işliyor ve o soğuk kulaklarımdan yüzüme, yüzümden boynuma ve vücudumun geri kalanına yayılıyordu. Kendimi kontrol edemiyordum, istemsizce ayağa kalktım. Arkadaşım o anda bana dönüp artık işlerini bitireceğini, başka zaman görüşmemiz gerektiğini söyleyip odadan ayrıldı, bodrumun merdivenlerinden yukarı çıktı. Ben onun gidişini izlerken gölgeli figürler beni bodrumun koridorlarının karanlığına doğru çekiyordu, ve ben ne bir şey diyebiliyor, ne de bir şey yapabiliyordum. Beni en sonunda getirdikleri odada bir sürü ceset bekliyordu, odanın göremediğim kısımlarından ise çığlıklar, makine sesleri, çeşitli kimyasalların fokurdamaları geliyordu. Tam beni bir deney sandalyesine bağlamışlardı ki telefonumdan gelen bir bildirimle uyandım.
Arkadaşım bana mesaj atmıştı, haftasonunda Kızılkoğuş’un daha güzel olduğunu, hafta boyunca çalışmaları ile ilgilenen öğrencilerin iyi vakit geçirmek için oraya geldiğini yazıyordu. Dün bodrum katında yaşanan olay ve gördüğüm kabuslardan iyice endişelenmiştim, aynı zamanda bilgi edinmeye devam etmek de istiyordum o yüzden hemen hazırlanıp yola çıktım.
Oraya vardığımda Kızılkoğuş’un gerçekten de farklı bir havası vardı. Soğuk hava yerini tam kıvamında oda sıcaklığına bırakmıştı. Tavanlar, sütunlar abartılı boyutlarıyla bastırmıyordu, üzerindeki renklerle içimi güzel duygularla dolduruyorlardı. Aynı şey pencereler ve kapılar için de geçerliydi, hepsi sonuna kadar açıktı, davetkar bir tavırları vardı. Hafta içi kadar kalabalık değildi içerisi, belki de işlerin, çalışmaların getirdiği olağanüstü hareketlilikten kaynaklanıyordu o kalabalık hissi ama şu an herkes çok sakindi. İnsanlar birbirleri ile konuşuyorlardı, yüz ifadelerinden sıcak duyguları okuyabiliyordum. Arkadaşım bahçede, havuzun yanında, bir ağacın altındaki masada oturuyordu, yanında dün odaya gelen kişiler de vardı. Dünkü tavırları yoktu üzerlerinde, onlar da dost canlısı bir hava yayıyordu. Bu değişimi hafta boyunca yaşanan meşguliyete ve bu meşguliyetin bitişiyle gelen rahatlama hissine yordum.
Ne kadar sürdü bilmiyorum ama saatlerce konuştuk, farklı konulara değindik. Hiçbiri bu binanın geçmişiyle alakalı değildi fakat ben bir şekilde konuyu oraya getirmek istiyordum. Neden buraya geldiğim sorulduğunda ise nedenini binaya değil, Enstitü’nün diğer kampüslerindeki olaylara bağladım. Cinayetler, kaybolma vakaları, kampüsün dışından gelen yabancılar, Cumhuriyet yetkilileri… Niyetimi anlamış olmalılar ki şu ana kadar aldığım sıcak hava birden yok oldu. Yüzlerindeki gülümseme kaybolmamıştı ama anında yapay bir tavıra bürünmüşlerdi. Tuhaf bir şekilde arkadaşım gülümsedi, bu gülümseme gerçekti.
“Sana yeni heykelimizi göstermiş miydik?” diye sorunca böyle bir heykeli fark etmediğimi söyledim ve beni heykele götürdüler. Sırtı binanın çıkış kapısının yönüne döner şekilde, altıgen havuzun köşelerinin birinde konumlanmıştı heykel. Kedilerden birisi heykelin üstüne çıkmış oturuyordu. Devasa ağaçların gölgelerinden birisi heykelin üstüne düşüyordu. Heykel artık hangi antik çağ insanını yansıtmaya çalışıyordu bilmiyorum, ama yüz ifadesi berbat duyguları barındırıyordu. Gözleri ise her zamanki gibi renksiz, soğuk ve ölüydü.
“Ne kadar güzel değil mi?” diye devam etti arkadaşım.
“Evet…” diyebildim ancak. “Öyle…”
Günün geri kalanında aklıma takılan konulara hiç değinmedim, kıyısından bile geçmedim. İnsanlar ise bir şekilde konu açıyor, tartışıyor konuşuyorlardı. Ben de sadece onların konuşmalarına katılıyordum. Heykel kısmı dışında günüm oldukça keyifli geçti. Akşam olunca da Kızılkoğuş’a ismini veren ışıkları ve yarattığı o müthiş manzarayı gördüm. Bu güzellikten etkilenmemek elde değildi. Oradan ayrılırken arkadaşım, içeride konuşacağı bir iki konunun daha olduğunu söyleyip orada kaldı.
“Yarın yine gel, yarınki olayları kaçırmak istemezsin”
Onu bahçede bırakıp tam binadan çıkacaktım ki kapıdan geçerken bir ses daha duydum, her zaman bana arkamdan seslenen kişiydi yine.
“Gitmelyidin”
Etrafa baktığımda sadece kapının yanındaki kulübede konumlanan güvenlik görevlisini gördüm. Gözlerini elindeki kitaba dikmiş, onu okuyordu, geçen gün kütüphanede bulmaya çalışıp bulamadığım kitabı…
İçime çöken müthiş bir huzursuzlukla oradan ayrıldım. Hızlı adımlarla eve döndüm. O gece kabuslarla geçmedi çünkü bir nedenden ötürü uyuyamadım. İçimde hat safhaya ulaşmış bir paranoya vardı. Güneş doğup Pazar sabahı kendini gösterince, en uygun vakitte yine Kızılkoğuş’a döndüm ama güvenlik görevlisi beni kapıda durdurdu. Dün geceki görevliden farklıydı.
“Ne yapıyorsun?” dedi. “Burada bulunman yasak” şaşırmış gözlerle ona bakarken ve ağzımdan çıkacak kelimeleri seçmeye çalışırken o da kendi şaşkınlığı veya siniriyle sözlerine devam etti. “Olay yüzünden mi geldin? Mantıklı bir insan ol, geri dön. Hoş bir şey değil yaptığın”
“Ney?”
“Duymadın mı?”
“Neyi?”
“Bir öğrenci öldürüldü.”
“Kim?” diye sorunca ben, görevli arkadaşımın ismini verdi.
“Peki ne zaman oldu bu?”
“Dün”
“Ama dün bütün gün burada, birlikteydik!”
Görevli şoka uğramış bir yüz ifadesi ile cevapladı.
“Ne saçmalıyorsun sen? Haftasonu Kızılkoğuş kapalıdır, kimse giremez. Ceset ise cumayı cumartesiye bağlayan gece bulundu. Cumartesi tüm gün boyunca orada kalmış. Havuzun dibinde. Sırtı bu kapıya bakar halde. Dün onu bulduğumda bir kedi üzerinde dolaşıyordu, yiyordu onu. Gözlerinden bahsetmek istemiyorum bile…”
Sonra görevliyle, polisle veya başkalarıyla ne konuştum bilmiyorum. Sadece binadan son kez ayrılırken arkamdandan gelen bir sesi duyduğumu hatırlıyorum.
“Gitmeliydin”
Eğer olur da bir şekilde kendinizi Kızılkoğuş’ta bulursanız bir yalnızlık hissedersiniz. Gerek günün aydınlık saatlerinde koridorların kalabalığında olsun, gerek gecenin tekinsiz karanlığında, abartılı boyutların boşluklarında… Ama bilin ki yalnız değilsiniz. Her daim size bakan, peşinizde dolanan, üzerinizde oyunlar oynayan şeyler var orada. Hiçbir zaman anlaşılmayacak soğuk, berbat şeyler...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Karanlık Perde

Sırık Bölüm 1: Sarıbolu (Spooktober '24)

Sırık Bölüm 0 (Spooktober '24)