Spooktober 23 - Kızılkoğuş İkinci Bölüm
“Özet
Kızılkoğuş’un tarihi yıkılıp yeniden yapılan Bilgelik Evi ile başlar. İlk olarak on altıncı yüzyılda inşa edilen ve on sekizinci yüzyıla kadar gittikçe daha önemli bir yer haline gelen Bilgelik Evi, Aydın İmparator’un döneminde, modernleşme çabalarına tepki olarak çıkan isyanlar yüzünden uzunca bir süre tehdit altında kaldı. Bilgelik evinde çeşitli astronomlar, matematikçiler, hekimler, düşünürler, alimler oturdu, konuştu. Edindikleri bilgi birikimlerini paylaştıkça, farklı uygulamalara yeni yöntemler getirildi, deneyler yapıldı. İmparatorluğun yeniliklerinin, bilimsel ilerleyişinin, aydınlanmasının merkezinde yer alan Bilgelik evi, isyanlar sırasında büyük zararlar gördü. En sonunda on dokuzuncu yüzyılın başında getirilen Reformlar’a karşı çıkan İkinci Tarikatlar İsyanı’nda da olduğu gibi yakıldı. Bilgelik Evi’nin yer altı bölümleri bir şekilde sağ kalmıştı, Ev’in mimarlarının ve mühendislerinin büyük katkıları vardı bunda. Aynı mühendisler ve mimarlar bu kez İkinci Ev’i inşa etti, bu defa daha modern, Batılı bir tarz benimsendi ve bina bugünkü halini aldı.
Ama İkinci Ev asla birincisi gibi olamadı. Bilim insanlarının çoğu şehri terk etmiş veya öldürülmüştü. Onların yerine İmparatorluğun uç eyaletlerinden, çaresiz bir duruma düşerek buraya kaçmak zorunda kalan yeni bilimciler geldi. Bu insanlar, Ev’in eski üyeleri gibi değildiler, peşlerindeki çeşitli sorunlardan kurtulabilmek için daha önce uygulamalarının hoş görülmediği alanlara girdiler, yasakları deldiler, çalışmalarını gizlice yürüttüler. Tam olarak peşlerinde neler vardı, nasıl deneyler yaptılar, neleri amaçladılar kimse bilmiyor fakat bu sürecin sonuçları çok vahim oldu. Üyelerin çoğu öldü veya delirdi. Sağ kalanlar nasıl olduysa bu sorunu kendi içlerinde, evin sınırları dahilinde çözebilmeyi başardı. Ordu bu insanların katabileceği değerleri öngörüp onları yanına aldı ve bilgilerinden faydalandı. Ordunun da gerileyişinin önüne biraz olsun geçilmiş oldu. Ama ordudan kaçan bazı askerler ve sarayda görev alan bir kısım memurun dediklerine göre, aynı yasak çalışmalar ordu birimlerinde de yapılmış, askeri sınıf da başını benzer belalara bulaştırmıştı.
Elimizdeki bilgilere göre ev, ordunun kontrolüne geçen bina bir hapishaneye çevrildi. Buraya getirilen suçlular genelde delilik derecesinde suç işlemiş olanlardı. Delilikleri gözlemlendi, daha normal olanlara ağır işler verildi, köle gibi çalıştırıldılar. Ordu, Bilgelik Evi’nden sağ çıkmış üyelerden bir kısmını buraya geri getirdi ve mahkumlar üzerinde çalışmaları için talimatlar verdi. Deneyler, ameliyatlarla başladı. Mahkumların beyinleriyle cerrahi yollar kullanılarak oynanılıyor ve davranışlarındaki değişimler gözleniyordu. Birkaç mahkumun beynine gizli arkeolojik kazılardan çıkarılan maddeler enjekte ediliyordu. Pozitif bilimler ile eğitilmiş subaylar yapılan bu şeylere anlam veremese de Eski Bilgeler ne yaptıklarından emin gibiydiler, yüksek komutanlar da arkalarındaydı, bu yüzden deneylere karışılmadı. Zamanla yapılan deneylerin şiddeti arttı, doğası değişti, deneyler daha da absürt hale geldi. Askeri personelin çoğu deneylerde sadece belirli bir süre kalabiliyor, ardından başka yerlere konumlandırılıyordu. İmparatorluğun dahil olduğu savaşların sıklaşınca buradan gitmek isteyen askeri personel, cepheye yollanıyordu. Bu askerler nadiren geri dönüyorlardı.
Sürekli yenilgi ile sonuçlanan bir savaşlar zinciri ile İmparatorluğun eli kolu bağlanınca, savaşlardan dönen askerlerin sağlıklarının geri getirileceği ve cephelerden dönen cesetlerle de ilgilenecek yeni yerler aranmaya başlandı. Modern denilecek hastane sayısı sınırlıydı ama Bilgelik Evi’nin dönüştürüldüğü hapishane nedense tüm bu hastanelerden daha donanımlı durumdaydı. Bu sebeple hapishanenin en kısa sürede bir hastaneye çevrilmesine karar verildi. İçeride cezasını çekmekte olan suçluları ise en berbat, en şiddetli, doğaya en aykırı deneyler bekliyordu. Sonu ölüm ile sonuçlanan, ölümden kötü deneyler. Üst katlar hızlıca boşaltılırken, deneylerin yapılacağı odalar ve suçlular bodrum katına taşındı, Eski Ev’den sağ kalan kısımlara. İnsanı şok edecek bir sürede deneyler yapıldı, cesetler gömüldü ve hapishane hastaneye çevrildi.
Bu noktada ordunun bilimsel personelini yetiştiren Eski Bilgeler artık İmparatorluk Kurumu adı altında teşkilatlanmışlardı ve kaynakları boldu. Hastanede görev yapacak olanlar da yine onlardı. Ordu ile çok sıkı ilişkileri vardı, saraydan da her konuda destek alıyorlardı. Cepheden gelen askerlere her türlü imkan sağlanarak bakılıyordu. Sakatlanan, deliren, korkunç yaralar alan askerler mucizevi bir şekilde iyileşiyor ve cepheye geri yollanıyordu. Kurtarılamayan askerler ise artık morga dönüştürülmüş bodrum katına yollanıyordu. Bir noktada bodrum katındaki kapasite, gerekenin altında kaldı ve cesetler dolup taşmaya başladı. İmparatorluğun başka birimlerinin kendilerine sunduğu depoları, mezarlıkları kabul etmeyen Kurum üyeleri kendi çözümlerini bulup uygulamak istediler ve sadece zamana ihtiyaçları olduğunu belirttiler. Artık iyileşen askerlerin arasında, köşelerde, görülebilecek yerlerde özel kimyasallarla korunan cesetler duruyordu. Sonradan orada daha fazla çalışmayı reddeden bazı hemşirelerin ifadelerine göre, bazen cesetler ortadan kayboluyordu, bazen de gece nöbetlerinde olmadık yabancılar dolaşıyordu koridorlarda. Ortaya çıkan bu dedikodular ve Kurum yetkililerinin şüpheli davranışları Saray Denetim Kurulu’nun dikkatini çekti ve hastaneye birkaç denetmen gönderildi. Denetmenlerin raporlarına göre iyileşip geri yollanan asker sayısıyla morgda biriken ceset sayısı arasında tutarsızlıklar vardı. Her nasılsa hastaneden ölü veya diri bir halde çıkabilen sayı, hastaneye giren sayıdan daha fazlaydı. Bu fazlalık hastanede biriken ceset sayısıyla da aşağı yukarı aynıydı. Bu durum Saray Denetim Kurulu ile İmparatorluk Kurumu arasında Devrim’e kadar bitmeyecek bir gerginlik yarattı. Devrim sırasında sarayın düşüşüne zemin hazırladı bile denilebilir.
Çöküşe kadar giden savaşlar, ekonomik durum, rakip devletler ile olan teknoloji farkı gibi nedenlerden dolayı Kurum’un oldukça şüpheli davranışlarına müdahale edilmedi. Kızılkoğuş, Devrim’e kadar hastane olarak kaldı. Askerler gelmeye devam etti, askerler ölmeye devam etti. Morg taşmaya, cesetler kaybolmaya devam etti. Koridorlarda şüpheli figürler yürümeye devam etti.
Orduda ise bir bölünme yaşanıyordu bir süre. Kurum’un yarattığı korkuyu def etmeye çalışan gerici bir taraf vardı, getirdiği pozitif bilimleri de def etmek istiyorlardı. Kurum’un yanında durup orduya desteğini devam ettirmek isteyen bir taraf daha vardı. Bu bölünme saraya da sıçradı, sonradan halka da. Yangını çıkaran kıvılcım ise Büyük Savaş ve onun ardından gelen Devrim oldu. Savaşta verilen kararlar, yenilgi ve her şey için modernleşmeyi benimseyen Ordu birimleri suçlandı. Bu birimler ve destekledikleri Kurum, sürgünler, idamlar, aforozlar aracılığı ile temizlendi ve bu temizlik rakip devletlere gösteri yapma amacıyla kullanıldı. Ağır anlaşmalarla bir sürü eyalet farklı devletlere dağıtıldı, daha geleneksel yöntemler benimsendi. İmzalanan bu ağır anlaşma bu sefer Ordu yanlılarını alevlendirdi, alev tüm yurdu sardı, yeni İmparatoru, Sarayı ve geleneksel yapıları olduğu gibi reddeden bir Devrim yaşandı. Anayurt geri alındı, Cumhuriyet ilan edildi.
Ve Kurum, Teknik Bilimler Enstitüsü adı altında, bir okul olarak geri döndü. Asla eskisi gibi kaynaklara ve desteğe sahip olmayacaktı ama ünü, mirası ve ismi yaşamaya devam etti. Bununla birlikte bazı insanlar da bu mirası kişisel olarak devralmak istedi.
Kızılkoğuş da bu noktada Enstitü’nün bir kampüsü olarak varlığına devam etti. Yeni kurulan kampüse birkaçı hariç tüm pozitif bilimler taşınırken, bu kampüs ise Astronominin yanında sosyal ve kültürel çalışmalar yürüten bölümlere ev sahipliği yaptı.”
Ben özet bölümünü müthiş bir heyecanla bitirmiş ve kitabın geri kalanına göz atmaya hazırken arkamdan yabancı ama otoriter bir ses konuştu.
“Binadan gitmen gerekiyor”
Kitabı kapatıp sese teşekkür etmek üzere arkamı döndüğümde ise tozlu rafları ve kadim kitapları kuşatan koyu karanlıktan başka hiç bir şey göremedim.
Kızılkoğuş’un tarihi yıkılıp yeniden yapılan Bilgelik Evi ile başlar. İlk olarak on altıncı yüzyılda inşa edilen ve on sekizinci yüzyıla kadar gittikçe daha önemli bir yer haline gelen Bilgelik Evi, Aydın İmparator’un döneminde, modernleşme çabalarına tepki olarak çıkan isyanlar yüzünden uzunca bir süre tehdit altında kaldı. Bilgelik evinde çeşitli astronomlar, matematikçiler, hekimler, düşünürler, alimler oturdu, konuştu. Edindikleri bilgi birikimlerini paylaştıkça, farklı uygulamalara yeni yöntemler getirildi, deneyler yapıldı. İmparatorluğun yeniliklerinin, bilimsel ilerleyişinin, aydınlanmasının merkezinde yer alan Bilgelik evi, isyanlar sırasında büyük zararlar gördü. En sonunda on dokuzuncu yüzyılın başında getirilen Reformlar’a karşı çıkan İkinci Tarikatlar İsyanı’nda da olduğu gibi yakıldı. Bilgelik Evi’nin yer altı bölümleri bir şekilde sağ kalmıştı, Ev’in mimarlarının ve mühendislerinin büyük katkıları vardı bunda. Aynı mühendisler ve mimarlar bu kez İkinci Ev’i inşa etti, bu defa daha modern, Batılı bir tarz benimsendi ve bina bugünkü halini aldı.
Ama İkinci Ev asla birincisi gibi olamadı. Bilim insanlarının çoğu şehri terk etmiş veya öldürülmüştü. Onların yerine İmparatorluğun uç eyaletlerinden, çaresiz bir duruma düşerek buraya kaçmak zorunda kalan yeni bilimciler geldi. Bu insanlar, Ev’in eski üyeleri gibi değildiler, peşlerindeki çeşitli sorunlardan kurtulabilmek için daha önce uygulamalarının hoş görülmediği alanlara girdiler, yasakları deldiler, çalışmalarını gizlice yürüttüler. Tam olarak peşlerinde neler vardı, nasıl deneyler yaptılar, neleri amaçladılar kimse bilmiyor fakat bu sürecin sonuçları çok vahim oldu. Üyelerin çoğu öldü veya delirdi. Sağ kalanlar nasıl olduysa bu sorunu kendi içlerinde, evin sınırları dahilinde çözebilmeyi başardı. Ordu bu insanların katabileceği değerleri öngörüp onları yanına aldı ve bilgilerinden faydalandı. Ordunun da gerileyişinin önüne biraz olsun geçilmiş oldu. Ama ordudan kaçan bazı askerler ve sarayda görev alan bir kısım memurun dediklerine göre, aynı yasak çalışmalar ordu birimlerinde de yapılmış, askeri sınıf da başını benzer belalara bulaştırmıştı.
Elimizdeki bilgilere göre ev, ordunun kontrolüne geçen bina bir hapishaneye çevrildi. Buraya getirilen suçlular genelde delilik derecesinde suç işlemiş olanlardı. Delilikleri gözlemlendi, daha normal olanlara ağır işler verildi, köle gibi çalıştırıldılar. Ordu, Bilgelik Evi’nden sağ çıkmış üyelerden bir kısmını buraya geri getirdi ve mahkumlar üzerinde çalışmaları için talimatlar verdi. Deneyler, ameliyatlarla başladı. Mahkumların beyinleriyle cerrahi yollar kullanılarak oynanılıyor ve davranışlarındaki değişimler gözleniyordu. Birkaç mahkumun beynine gizli arkeolojik kazılardan çıkarılan maddeler enjekte ediliyordu. Pozitif bilimler ile eğitilmiş subaylar yapılan bu şeylere anlam veremese de Eski Bilgeler ne yaptıklarından emin gibiydiler, yüksek komutanlar da arkalarındaydı, bu yüzden deneylere karışılmadı. Zamanla yapılan deneylerin şiddeti arttı, doğası değişti, deneyler daha da absürt hale geldi. Askeri personelin çoğu deneylerde sadece belirli bir süre kalabiliyor, ardından başka yerlere konumlandırılıyordu. İmparatorluğun dahil olduğu savaşların sıklaşınca buradan gitmek isteyen askeri personel, cepheye yollanıyordu. Bu askerler nadiren geri dönüyorlardı.
Sürekli yenilgi ile sonuçlanan bir savaşlar zinciri ile İmparatorluğun eli kolu bağlanınca, savaşlardan dönen askerlerin sağlıklarının geri getirileceği ve cephelerden dönen cesetlerle de ilgilenecek yeni yerler aranmaya başlandı. Modern denilecek hastane sayısı sınırlıydı ama Bilgelik Evi’nin dönüştürüldüğü hapishane nedense tüm bu hastanelerden daha donanımlı durumdaydı. Bu sebeple hapishanenin en kısa sürede bir hastaneye çevrilmesine karar verildi. İçeride cezasını çekmekte olan suçluları ise en berbat, en şiddetli, doğaya en aykırı deneyler bekliyordu. Sonu ölüm ile sonuçlanan, ölümden kötü deneyler. Üst katlar hızlıca boşaltılırken, deneylerin yapılacağı odalar ve suçlular bodrum katına taşındı, Eski Ev’den sağ kalan kısımlara. İnsanı şok edecek bir sürede deneyler yapıldı, cesetler gömüldü ve hapishane hastaneye çevrildi.
Bu noktada ordunun bilimsel personelini yetiştiren Eski Bilgeler artık İmparatorluk Kurumu adı altında teşkilatlanmışlardı ve kaynakları boldu. Hastanede görev yapacak olanlar da yine onlardı. Ordu ile çok sıkı ilişkileri vardı, saraydan da her konuda destek alıyorlardı. Cepheden gelen askerlere her türlü imkan sağlanarak bakılıyordu. Sakatlanan, deliren, korkunç yaralar alan askerler mucizevi bir şekilde iyileşiyor ve cepheye geri yollanıyordu. Kurtarılamayan askerler ise artık morga dönüştürülmüş bodrum katına yollanıyordu. Bir noktada bodrum katındaki kapasite, gerekenin altında kaldı ve cesetler dolup taşmaya başladı. İmparatorluğun başka birimlerinin kendilerine sunduğu depoları, mezarlıkları kabul etmeyen Kurum üyeleri kendi çözümlerini bulup uygulamak istediler ve sadece zamana ihtiyaçları olduğunu belirttiler. Artık iyileşen askerlerin arasında, köşelerde, görülebilecek yerlerde özel kimyasallarla korunan cesetler duruyordu. Sonradan orada daha fazla çalışmayı reddeden bazı hemşirelerin ifadelerine göre, bazen cesetler ortadan kayboluyordu, bazen de gece nöbetlerinde olmadık yabancılar dolaşıyordu koridorlarda. Ortaya çıkan bu dedikodular ve Kurum yetkililerinin şüpheli davranışları Saray Denetim Kurulu’nun dikkatini çekti ve hastaneye birkaç denetmen gönderildi. Denetmenlerin raporlarına göre iyileşip geri yollanan asker sayısıyla morgda biriken ceset sayısı arasında tutarsızlıklar vardı. Her nasılsa hastaneden ölü veya diri bir halde çıkabilen sayı, hastaneye giren sayıdan daha fazlaydı. Bu fazlalık hastanede biriken ceset sayısıyla da aşağı yukarı aynıydı. Bu durum Saray Denetim Kurulu ile İmparatorluk Kurumu arasında Devrim’e kadar bitmeyecek bir gerginlik yarattı. Devrim sırasında sarayın düşüşüne zemin hazırladı bile denilebilir.
Çöküşe kadar giden savaşlar, ekonomik durum, rakip devletler ile olan teknoloji farkı gibi nedenlerden dolayı Kurum’un oldukça şüpheli davranışlarına müdahale edilmedi. Kızılkoğuş, Devrim’e kadar hastane olarak kaldı. Askerler gelmeye devam etti, askerler ölmeye devam etti. Morg taşmaya, cesetler kaybolmaya devam etti. Koridorlarda şüpheli figürler yürümeye devam etti.
Orduda ise bir bölünme yaşanıyordu bir süre. Kurum’un yarattığı korkuyu def etmeye çalışan gerici bir taraf vardı, getirdiği pozitif bilimleri de def etmek istiyorlardı. Kurum’un yanında durup orduya desteğini devam ettirmek isteyen bir taraf daha vardı. Bu bölünme saraya da sıçradı, sonradan halka da. Yangını çıkaran kıvılcım ise Büyük Savaş ve onun ardından gelen Devrim oldu. Savaşta verilen kararlar, yenilgi ve her şey için modernleşmeyi benimseyen Ordu birimleri suçlandı. Bu birimler ve destekledikleri Kurum, sürgünler, idamlar, aforozlar aracılığı ile temizlendi ve bu temizlik rakip devletlere gösteri yapma amacıyla kullanıldı. Ağır anlaşmalarla bir sürü eyalet farklı devletlere dağıtıldı, daha geleneksel yöntemler benimsendi. İmzalanan bu ağır anlaşma bu sefer Ordu yanlılarını alevlendirdi, alev tüm yurdu sardı, yeni İmparatoru, Sarayı ve geleneksel yapıları olduğu gibi reddeden bir Devrim yaşandı. Anayurt geri alındı, Cumhuriyet ilan edildi.
Ve Kurum, Teknik Bilimler Enstitüsü adı altında, bir okul olarak geri döndü. Asla eskisi gibi kaynaklara ve desteğe sahip olmayacaktı ama ünü, mirası ve ismi yaşamaya devam etti. Bununla birlikte bazı insanlar da bu mirası kişisel olarak devralmak istedi.
Kızılkoğuş da bu noktada Enstitü’nün bir kampüsü olarak varlığına devam etti. Yeni kurulan kampüse birkaçı hariç tüm pozitif bilimler taşınırken, bu kampüs ise Astronominin yanında sosyal ve kültürel çalışmalar yürüten bölümlere ev sahipliği yaptı.”
Ben özet bölümünü müthiş bir heyecanla bitirmiş ve kitabın geri kalanına göz atmaya hazırken arkamdan yabancı ama otoriter bir ses konuştu.
“Binadan gitmen gerekiyor”
Kitabı kapatıp sese teşekkür etmek üzere arkamı döndüğümde ise tozlu rafları ve kadim kitapları kuşatan koyu karanlıktan başka hiç bir şey göremedim.
Yorumlar
Yorum Gönder