Spooktober 5 - Gemideki Yabancılar İkinci Bölüm
Cesedi tutmaya en uygun olan yer, sığınmamız için ayrılan odaydı. Cesedi dışarıya atmanın herhangi bir yolu yoktu, zaten dışarı ile kurabileceğim herhangi bir temas benim için düşünülemez bir sona yol açabilirdi. Böylece işlevsel durumda olan diğer odaları da kullanmaya devam edecektim. Yardımcımın cesedini girişin karşısında duran özel odaya koydum, saatlerce de etrafı temizledim, tabi tüm izleri yok edemedim. Yolculuğun geri kalanı boyunca o odayı kullanmayacaktım.
Bu ölüm beni kelimenin tam anlamıyla uyandırmıştı. Bu berbat olayın çıkardığı sesler yüzünden yataktan kaldırırken, onun ölümü de benim hayata bağlanmama sebep olmuştu. O gece geminin duvarlarına vurulan darbe seslerini çok düşündüm. Seslerin kaynağı yardımcım değildi, o sadece sonradan tepki vermişti darbelere. Sesin kaynağı belki gemi olabilirdi, eğer bir şekilde hasar aldıysa veya bazı mekanizmaları bozulduysa bu mümkündü. Böylelikle şu ana kadar yaşadığımız sorunların da bir açıklaması olurdu. Geminin aslında deneysel bir araç olması da bu açıklamayı destekliyordu. Yine de ne geminin sistem kontrollerinde ne de didik didik ettiğim mekanizmalarda bir soruna rastlamadım. Sesin kaynağı ben değildim, yardımcım da değildi, gemi de değildi. Kaynak, geminin dışında olmalıydı, peki orada ne vardı ki? Sensörler ya bozuktu, ki bilgisayarlardan kontrol ettiğimiz zaman herhangi bir sorun görünmüyordu, ya da gemi kocaman bir hiçliğin ortasındaydı. Herhangi bir şeyin olmadığı bir yerde dışarıdan nasıl ses gelebilirdi? Sesin kaynağına şu an odaklanmanın bana herhangi bir çözüm getirmeyeceğine kanaat getirdim ve eve dönmenin yollarını aramaya döndüm.
Bazı günler gemiye bu kadar uzun bir yolculuk riski göze alınarak yeteri kadar erzak konulduğuna şükrediyordum, bazı günler de lanet okuyordum, belki açlıktan veya susuzluktan ölseydik daha merhametli olurdu bizim için. Ara ara bu düşüncelerimi sadece kendime indirgemeye çalışsam da, yardımcımı o şekilde ölmeye itebilecek sebepleri düşünüyor ve irkilerek hemen aklıma başka bir şey getirmeye çalışıyordum. Delilik ve çaresizliğin kuşattığı günler, haftalar geçiyordu ama yine de bir şekilde dönüş yolu için hesaplar yapmaya çalışıyor, kendimi ve gemiyi tehlikeye atmadan bazı sistemler üzerinde küçük deneyler yapıyordum. Gemide artık tek başıma olduğum için her ne kadar tartışmalar, kavgalar yaşanmasa da ara sıra yardımcımın sesini duyuyor gibiydim. Sanki yaptığım şeyleri eleştiriyor, hata olduğunu düşündüğü noktalarda çok uzaklardan bana bağırıp çağırıyordu. Böyle anlarda stres ve yalnızlığın zihnimde oyunlar oynadığını düşündüm hep. Durum böyle olmayana kadar...
Kontrol konsolunun altına eğilmiş, bilişsel destek unsurları üzerinde bazı deneyler yapıyordum ki hiç duymayı beklemediğim bir ses geldi arkamdan.
“Daha bitiremedin mi?”
Duyduğumu sandığım şeyin gerçekçiliği beynimi bir deprem gibi sarstı ve parmaklarımın arasındaki devre parçalarını yere düşürdüm. Hangisinden daha çok korkuyordum bilmiyorum, içinde bulunduğum durumun gerçeklik payından mı yoksa zihnimdeki dengesizliğin kontrolümün ötesindeki boyutlara ulaşmış olmasından mı… Acaba gerçek mi diye onaylamak için sesi baştan duymayı bekledim ve nihayetinde yine...
“Onları duymuyor musun?”
Ölü ses ile kafamdaki korkunun yersizliğini anladım, o korku şimdi yerini anlık geçici varoluşumun getirdiği bir dehşete bırakmıştı. Söyleyeceğim herhangi bir kelimenin yaratabileceği sonuçlardan o kadar korkuyordum ki aldığım nefesi vermeyi bile reddediyordum. Doğada, bir yere kaçamayacak durumda olan vahşi bir hayvanın, yaklaşmakta olan felaket bir fırtına karşısında hissettikleri neyse ben de onları hissediyordum.
“Duyacaksın”
İçimde kalmış tüm güç ve irade kırıntılarını toplayıp eğilmiş olduğum yerden başımı yavaş yavaş arkaya doğru çevirdim ve gözlerim odada durması gereken cesedin ayaklarıyla buluştu. Ben gözlerimi kapayıp yavaş yavaş konsolun altından çekilirken kollarım ve bacaklarım kontrolsüzce titriyor, tenimdeki sıradışı soğukluk kemiklerimin içlerine kadar işliyordu. Ölü ses ruhumun köklerine kadar inen, keskin, uğursuz bir fısıltıyla ismimi söyleyince gözlerimi açtım ve ağır ağır arkamı döndüm. Oda bomboştu. Kimse yoktu. Hiçbir şey duymuyor, hiç kimseyi de görmüyordum. Vücudum hala titrer haldeyken dengesiz, kontrolsüz adımlarla içinde bulunduğum odadan çıktım ve koridora girdim. Koridorda bulunduğum noktadan bütün odalar görünebiliyordu ve hiç kimse yoktu, gemi bomboştu. Tek kapalı duran oda, cesedin durduğu odaydı. Adımlarımı yavaş yavaş oraya yönlendirdim ve elimi odanın kapısına koydum, yine de kendimde kapıyı açacak cesareti bulamadım. Korkunun yarattığı hayatta kalma güdüsünden mi yoksa belamı bulacağım bir merak duygusundan mı bilmiyorum kapıyı açacaktım. O odanın içinde herhangi bir şey hareket ediyor mu etmiyor mu bilmem gerekiyordu. Ben de kulağımı kapıya dayadım ve dinlemeye başladım. Kulağımı kapıya dayadığımda kalbimin atışı ile damarlarımdan hücum eden kan dalgasını duyunca ürpererek geri çekildim. Bir dakika kadar sessizce bekleyip baştan cesaretimi toplayınca yine kulağımı dayadım.
Birkaç saniye geçti… Bir şey yoktu, sadece kendi kalo atışımı duyuyordum.
Birkaç dakika geçti… Geminin mekanizmalarından gelen sesler, metalik yapılardan gelen gıcırtılara karışıyordu.
Neredeyse on dakika geçti… Artık odadan gelen bir ses algılamadığımdan emin olduğumda kulağımı kapıdan çektim. Gözlerim, kan lekelerinden geriye kalan bir izle ancak o zaman buluştu, kulağımı dayadığım noktada.
Sonraki günler daha zor geçti. Müthiş bir paranoya beni sardı, duyduğum farklı seslere korkunç anlamlar yüklüyordum ve uğraşlarım sürekli sekteye uğruyordu. Neredeyse hiç uyku alamıyordum, uyku almak istediğimden değil, uyumamayı tercih ediyordum. Uyurken gördüğüm kabuslar her ne kadar beni dehşete düşürmeye yetiyorduysa da, öylece yatarken savunmasız kaldığımı düşünmek beni daha da korkutuyordu. Uyuduğum yegane zamanlar korkudan veya yorgunluktan bayıldığım anlar oluyordu. O anlarda da bilincimi kazandığım an eski halime geri dönüyordum. Hiç bitmeyen kapkaranlık bir nöbetin içinde gibiydim.
Yine yorgunluktan geçirdiğim baygınlıklardan biri, duyduğum berbat metalik darbe sesleri ile sona erdi. Gözlerimi personel odasında açınca metalik darbe seslerinin koridordan geldiğini farkettim. Koridora yaklaştıkça daha kötü bir gerçeği kafamda reddetmek zorunda kalıyordum, çünkü bunu kabul edersem zihnimde kalan son mantık parçaları da tuzla buz olacak ve gerçeklikten olduğu gibi kopacaktım. Sesler cesedin durduğu odadan geliyordu. Sanki ceset tüm gücüyle kapıya yükleniyor, odadan çıkmak istiyordu. Kapıya bir kol mesafesi kalana kadar yaklaşınca sesler aniden kesildi. Bir dakika kadar anlamsızca kapıyı izledikten sonra kendime geldim ve kapının dibine kadar girdim. Önce elimi kapıya dayadım, sanki elimle yoklayıp kapının gerçek olduğunu teyit etmek istiyordum. Ardından içeriden ses gelip gelmediğini anlamak için kulağımı kapıya dayayınca göz göze geldim, konsol odasından o an bana bakmakta olan cesetle.
Ceset ayakta duruyordu, duvardaki çıkıntıya saplayarak açtığı delik hala kafasındaydı ve delikten berbat, iğrenç sıvılar akıyordu. Çürüyüp akmış gözlerinin geride bıraktığı koyu renkli boşluklar benim gözlerime kilitlenmişti. Çok yavaş bir hareketle kafamı kapıdan çektim ve olduğum gibi durdum. Ne yapacağımı bilmiyordum. Bu durumla nasıl başa çıkabileceğimi bilmiyordum. Bir süre felç olmuş bir şekilde öylece kaldıktan sonra kafama çat etti, ceset şimdi konsol odasındaysa, kendimi şu an yanında durmakta olduğum odaya kapatabilir ve kapının açılmasını engelleyerek savunabilirdim. Yalnız bunu da çok yavaş hareketlerle yapmam gerekiyordu, karşımda duran cesedin hareket yeteneklerini, sınırlarını bilmiyordum ama odanın kapısı büyük sorunlar çıksa dahi dayanabilecek bir şekilde tasarlanmıştı ve ben de buna güveniyordum. Haftalardır güvenebildiğim tek düşünce buydu sanırım.
Yavaş hareketlerle odanın kapısını açınca bu sefer çok daha korkunç bir gerçekle karşılaştım. Kapıyı aralar aralamaz berbat bir koku içimi kaldırdı ve anında öğürdüm. Günlerdir bir şey yemediğim için midemden çıkartacağım hiçbir şey kalmamıştı. Kapıyı biraz daha aralayınca içeride hiç düşünemeyeceğim kadar çürümüş halde duran cesedi gördüm. İçeriye günlerce önce koyduğum ceset aynı pozisyonda duruyordu, bir santim bile oynamamıştı. Gözlerimi baştan konsol odasına çevirdim, diğer varlık hala orada duruyor, boş göz yuvalarıyla bana bakıyordu.
Yorumlar
Yorum Gönder