Spooktober 6 - Gemideki Yabancılar Üçüncü Bölüm
Şokun yarattığı irrasyonel, anlık düşünceler ile kendimi berbat kokunun doldurduğu ve çürümekte olan cesedin bulunduğu odaya atıp kapıyı arkamdan kapadım. İğrenç bir ortamdaydım ama en azından güvendeydim. Sırtımı kapıya dayayıp beklemeye başladım. Koridorun konsol tarafından yaklaşan yavaş ve düzensiz adım sesleri, tam kapının önünde durduktan sonra bir süre hiçbir ses gelmedi, ben de bir yandan kapıya asılıyor, tüm gücümle destek vermeye çalışıyordum. Beş altı saniye boyunca kaslarımı var gücümle zorlasam da herhangi bir ses gelmedi ama sahte ve anlık bir güvenlik duygusu beni biraz gevşetir gevşetmez kapıdan gelen gümlemelerle birlikte geriye sıçradım. Dakikalarca bu gümleme sesleri gelmeye devam etti, birkaç saniyelik aralar vererek. Gümlemeler boyunca gözlerim kapıya dikilmişti, göz kapaklarım bilemediğim bir süre boyunca inmemişti. Gelen seslerin durduğunu düşündüğüm anda da sırtımı baştan kapıya dayadım ve öylece beklemeye başladım. Neyi beklediğimi bilmiyordum, bütün erzaklar dışarıdaydı ve belki de bu odada açlıktan, susuzluktan ölmek benim için daha iyi bir son olurdu. Az önce gördüğüm şeyin ne olduğunu bilmiyordum ama her ne ise ölümden daha beter bir kadere benziyordu.
Odada geçirdiğim süre boyunca ya boş duvarlara baktım, ya da çürümekte olan cesede. Cesedin gözleriyle, ki artık ne kadar göz denilebilir onlara bilmiyorum, sayamadığımdan fazla bakıştım. Bir an, oturmuş olduğum noktadan cesedi sürüdüğümü hatırladım, odanın bu tarafını temizlememiştim, yani kan lekelerinin üzerinde oturuyor olmalıydı. Gelebilecek tehlikeler dışında hiçbir şeyi umursamıyordum.
İçeride durduğum süre boyunca binbir türlü düşünce, teori, hayal aklıma geldi ama hiçbirini bir düzende tutacak, hafızamda yer ettirecek bir rasyonel zihne sahip değildim. Ara sıra gemiden yine sesler geliyordu, ama kapıdan gelen bir ses olmadıkça hafif bir ürpertiden daha şiddetli bir tepki vermiyordum. Yine bayılmış olmalıyım ki gözlerimi açtığımda çürümüş cesetle baştan göz göze geldim. Ama genel aptallığımı üzerimden silkelememi sağlayan bir şeyi gördüm. Bir çok yeri çürümüştü o yüzden bir yabancının o cesedin kim olduğunu çıkarabilmesi çok zordu. Ama gördüğüm kadarından bu berbat sonucu çıkarabiliyordum.
Bu ceset benim cesedimdi.
Gözlerimi bir kaç kez kırpıştırdım., yavaşça ayağa kalktım ve ilk kez kapının dibinden ayrılıp cesedin etrafında hareket ettim. Gözlerim ile cesedin ağırlığını tartıyor, boyunu ölçüyor, yüz hatlarını belirliyordum. Bir kez daha emin oldum. Orada çürümüş halde yatan şey, benim cesedimdi. Orada ölü halde yattığımı düşündükçe adım adım geri çekildim ve kapıya, ve de cesede, en uzak duran köşeye çöktüm. Belki bayıldığım zaman içine düşmüş olduğum kabustan daha uyanamamıştım, belki uyanınca oradan yatmakta olan ceset bana ait olmayacaktı. Gözlerimi kapadım ve kendimi yine bilincimi kaybetmeye zorladım. Vücudumun içinde bulunduğu rezil durumdan kaynaklanıyor olacak ki, bilincimi kaybetmekte o kadar da zorlanmadım.
Gözümü yine açtığımda gözlerim hemen cesedin yatmakta olduğu yere döndü ama bir sorun vardı. Ceset orada değildi. Algılarımı tazeleyeceğini umarak gözlerimi yine kırpıştıracaktım ki odanın başka bir tarafından gelen bir sesle odağım değişti.
“Ben artık gözlerimi kapayamıyorum.”
Sesin kaynağına baktığımda benim gibi aynı şekildei bir köşeye çökmüş ve bakışlarını yavaş yavaş bana doğru çevirmiş olan kendi cesedimi gördüm. Hiçbir şey söyleyemedim. Hiçbir hareket yapamadım. Sadece baktım. Artık zihnime, ruhuma hücum eden soğuk, sonu gelmeyen karanlık duyguları ayırt edemiyordum. Her bir duygu, her bir dalga ayrı bir mide bulantısı yaratıyordu, zaten harap olmuş zihnimi tuzla buz ediyordu. O yüzden sadece baktım. Öyle bir nokta geldi ki artık görmekte olduğum kendi cesedimi de umursamadım. Dehşet, vücudumu hissiz bırakmıştı. Zihnim ve sinirlerim arasındaki bağları kontrol eden herhangi bir unsur kalmamıştı. O yüzden bakışlarım baştan odanın ortasına döndü, ama odanın ortasına dönünce bu sefer cesedi, eski yerinde gördüm, eski halinde, başkasına ait olan cesedi. Bakışlarım bir kez daha köşeye kayınca kendi cesedimin, kendi bakışlarını diğer cesetten bana döndürdüğünü gördüm. Karmaşık bilişsel örüntümde, zaten darmadağın olmuş düşünceler zincirinde artık hangi tel koptu bilmiyorum. Ama birden hücum eden devasa bir düşler dalgası ile bu odada durup bu durumu yaşamaktansa her ne kadar imkansız gibi görünse de, eve dönmek için son bir çaba harcamam gerektiğine karar verdim. Ses tellerimi neredeyse yırtan bir çığlık atarak, ki sanırım o noktaya kadar sürekli olarak yapmak istediğim şey buydu, hızlıca kapıyı açtım ve dışarı çıkıp kapıyı baştan arkamdan kapattım.
Dışarı çıkar çıkmaz hem konsol odasından hem de personel odalarından bana bakan bir sürü figür gördüm. İnsan figürleri. Tanıdığım, en azından daha önce gördüğüm insan figürleri. Kendim de oradaydım, ölmüş olan yardımcım da. Açıkçası bu noktada belki ben de ölmüştüm ama bu kanıya varmanın herhangi bir getirisi yoktu. Araç gezegenden kalkmadan önce bizi gözleyen figürler de oradaydı. Aile üyeleri de, dostlar da, iş arkadaşları da… Tanıdığım ve tanımadığım bir çok kişi oradaydı. Ölmüş olması gerekenler de… Ama içeride o kadar fazla kişinin olmaması gerekiyordu. Anlık bir gözlemimle bazılarının boşluk içinde kaybolduğunu, ve bazılarının aynı hiçlikten varolduğunu fark ettim. Bazı figürlerin yüzleri değişiyordu, bazılarının biçimleri ise insanlardan beceriksizce kopyalanmıştı. Korkunç, berbat, iğrenç bir görüntüydü… İnsanlık medeniyetindeki en deli, en kötücül, karanlık zihinlere sahip ressamların en absürt insan çizimleri idi. Uygarlık aşkına… Ağız olduğunu varsaydığım şeylerle ses çıkarmaya, çığlık atmaya, alay etmeye, ne olduğunu bilmediğim uğursuz, tekinsiz bir iletişim kurmaya çalıştıklarında da o noktada dibe vurmuş zihnime, ruhuma sanki en toksik kimyasalları zorla enjekte ediyorlardı. Artık hangi kozmik varlığın merhametine kalmışsam, bilincim bir kez daha çökünce yere yığıldım ve artık hangi kozmik varlığın merhametine kalmışsam bu işkenceden bağışlandım.
Bir süre önce baştan ayağa kalktım. Etrafta öncekilere benzer başka hiçbir varlık yoktu. Geminin üzerinde uğraşmak istediğim kadar uğraştım. Açıkçası daha fazla uğraşmak istemiyorum, çünkü varoluşsal belirli bir sınıra geldiğimi hissediyorum. Evrimsel biyolojim hiçbir zaman bu kadarını kaldırabilecek kadar gelişmedi, şans verilse gelişir mi onu da bilmiyorum. Belki ben delirmişimdir ve tüm bunlar benim hayal ürünümdür. Belki gemi gereğinden fazla mesafe giderek eski zaman uygarlıklarının hep kahrolası hayalini kurdukları berbat diyarlara gitmiştir. Belki de bu diyarları insanlık tarihinde hiç kimse düşleyememiştir bile.. Bilmiyorum. Hiçbir zaman bilemeyeceğim. Belki de bilmemek şu durumda hem benim, hem de herkes için en iyisi. Şundan eminim, bu yolculuk sırasında yardımcım benden daha iyi kararlar verdi, kişilik bazında gelen yararlar, veya zararlar, göz önüne alındığında. Son yaşadıklarımı yaşamadan öldü. En azından öyle varsayıyorum. Benim yaşadıklarımdan daha kötülerini çok daha kısa bir zaman dilimi içinde de yaşamış olabilir, aksini söyleyecek hiçbir kanıt yok elimde. Bizi bu gemiye bindirmeden önce geminin arıza verip imha olma olasılığından bahsetmişlerdi. Bu olasılığı göze alarak görevime başladım. Fazlası değil.
Daha uzatmayacağım, başka şeylerin buraya ulaşma ihtimali ruhumu kaşındırıyor. Bu teknolojiyi denemeyin. Bu mesaj doğru yerlere ulaşsın, bundan emin olun. Uygarlığın sonu, bu kaderden çok daha iyidir. Kozmik Felaket bununla karşılaştırılınca çok daha merhametli kalır.
Şimdi ise, kaderimi sonlandırma vakti, merhametli bir şekilde...
Yorumlar
Yorum Gönder