Spooktober 33 - Soupooknatsy
Ofisime yeni gelmiştim. Gömleğimi doğru düzgün ütüleyememiştim, kıravatımı da iyi bağlayamamıştım. Uzun yıllardır bana araştırmalarımda eşlik eden ceketimi ve şapkamı vestiyere astıktan sonra masamın başına geçtim ve kafamı tahta zemine koydum. Haftasonu yüzünden başım hala ağrıyordu, midem de çok iyi bir durumda değildi. Bir şeyler yiyip içip kendime gelmem gerekiyordu ama vücudumu attığım yerden de kalkmak, hareketlenmek istemiyordum. Yakınlardaki bir yerden belki bir çorban çağırırım diye telefona uzanıyordum ki ofis kapı sertçe çalındı. İlk önce seslenmeye çalışsam da yapamayıp öksürdüm, ardından titrek, bezmiş sesimle kapının açık olduğunu söyleyince içeriye genç bir çift girdi. Yüzlerinden binbir berbat duygu okunuyordu belli ki başlarından çok kötü olaylar geçmişti. Masamın diğer tarafında duran, müşterilere ait olan sandalyelere oturdular ve başından geçenleri anlatmaya başladılar.
“Pazar günü dışarı çıkmak istedik üçümüz birlikte. Hafta için çalıştığımızdan birlikte pek vakit geçiremiyorduk ve dün hava da güzelken bu fırsatı değerlendirmek istedik. Caddeye çıktık, mağazaları gezdik, parka gittik, plakçılara, kasetçilere gidip müzikler aldık, çıkan filmlere baktık ve tabi ki acıktık. Seçeneklerimiz boldu, cadde üzerine dizilmiş bir sürü dükkan, lokanta vardı. Bir süre sadece göz gezdirdik bu mekanlara çünkü en iyisine gitmek istiyorduk. Pazar gününü keyfimizi olabilecek en iyi şekilde yaşamak istiyorduk. Ve sonunda göze çarpan bir yer bulduk, küçük ama tarzı olduğu belli olan bir çorbacı.
Bu çorbacı öyle diğer çorbacılar gibi değildi, zaten çok küçük bir yere kurulmuştu, oturacak masa bile yoktu. İçeriye girip belirli bir düzende sipariş vermemiz, çorbayı almamız ve gitmemiz gerekiyordu. Bu tuhaf düzen bizi biraz rahatsız etmişti ama çorbalardan gelen koku tam anlamıyla mükemmeldi ve hiçbir şekilde dayanamamıştık. Bu leziz kokunun neden başka müşterileri çekmediğini de bir türlü anlayamıyorduk. Dayanılmaz bir şeydi, içerisinin dolup taşması gerekiyordu. Neyse, paketlerimizi aldık, dışarıya çıktı bir yere oturduk ve çorbalarımızı içtik. Bizim içtiğimiz çorbalar müthişti ama çocuğumuz, güzel altın saçlı çocuğumuz çorbasından oldukça şikayet ediyordu. Çorbada midesini bulandıran bir şeylerden bahsediyor, çorbanın içinde duran şeyleri göstermeye çalışıyordu. Ne olduğunu bir türlü anlayamadık, çorba gayet güzel kokuyordu, tadı da iyiydi ve içinde hiçbir tuhaf şey görünmüyordu. Çocuktur, böyle tavırlar yapar diye çok üstelemedik ama o noktadan sonra da günün pek keyfi çıkmayınca eve döndük. İşte bu sabah kalkıp çocuğumuzun odasını kontrol edince onu orada bulamadık. Hiçbir yerde yoktu. Evden kaçma ihtimali de yoktu, tüm her açıklık içeriden kilitlenmişti.”
Genç çift durumu böyle anlatıp detayları verdiler ve her ne kadar rezil bir şekilde geçirdiğim haftasonum sebebiyle vakanın altından kalkamayacağımı söylesem de, kendilerine başka kimsenin yardım etmediğini, benim son umutları olduğumu söylediler. Bir kez daha yufka yüreğimin kullanılmasına izin verdim, ve altın saçlı küçük bir çocuk için vakayı üstlendim.
İlk önce çiftin evine gidip etrafı ayrıntılı bir şekilde inceledim, gerçekten de verdikleri tüm detaylar tutuyordu, çocuğun bir yere kaçması olanaksızmış gibi görünüyordu. Sonra bende tuhaf bir şüphe uyandıran bir detay yakaladım. Çocuğun yatağının altına sanki çorba dökülmüş gibiydi. Nereye bağlayacağımı anlayamadığım bu detayı zihnimin arka taraflarına, daha sonra dönmek üzere attım ve evin içindeki araştırmamı bitirdim. Sırada caddeye inip ailenin gezdiği yerlere bakmak vardı. Eğer ki aileyi önceden takip eden ve bir süredir çocuğu kaçırmayı düşünmüş birisi varsa, kaçırana dair ipuçlarını da bulabilirdim.
Ailenin gezdiği yerleri iyice inceledim, aynı yerlerde bulunan insanlara sorular sordum, çocuğun resmini gösterdim. Tüm ayrıntılar üzerinde birer birer durduğum için bütün süreç oldukça yavaş ilerliyordu ama kesinlikle gelişme sağlıyordum, önemli olan da buydu. Araştırdığım vakalarda gelişme sağlamanın ne kadar önemli olduğunu ilk yıllarımda öğrenmiştim ne yazık ki.
Caddenin işlek kısımlarına gelene kadar akşam olmuştu ve yağmur başlamıştı. Reklam panoları, mağaza vitrinleri ve neon lambalarının vurduğu ışıklar tüm caddeyi sayısız renge boyuyordu. Ceketime ve şapkalarıma vuran yağmur damlalarının sesi ve gözlerimin algılayamayacağı kadar ışığın eşliğinde araştırmam devam ediyordu ve sonunda çiftin tarif ettiği küçük dükkanı bulmuştum. Tek bir sorun vardı, dükkan bomboştu ve uzun zamandır terk edilmiş gibi görünüyordu. İçeriye girmeden bile midemi kaldıran bir kokuyu fark edince ceketimden mendilimi çıkarıp burnumu kapadım. Şapkamın ve mendilimin gizlediği gözlerimle etrafa bakınınca tuhaf bir şüphe duygusu uyandı içimde. Bu terk edilmiş küçük dükkanda sanki benden başka birisi daha varmış gibi geldi. Mesleğimde bu kadar yılı geride bırakmış birisi olarak içgüdülerime çok önem veriyordum ve gardımı alarak dikkatlice araştırmama devam ettim. Sağa sola atılmış eski çorba kaselerini, kese kağıtlarını seçebiliyordum. Standın arkasında duran bölmelerde uzunca bir süre orada kalıp bozulmuş ve şimdi de iğrenç bir kıvam almış maddeler duruyordu. Hepsinin rengi ve kokusu ayrıydı, ama hepsinin de içimde yarattığı bulantı aynıydı.
Tam arkamı dönüp çıkacaktım ki standın daha da gerisindeki kapıyı ancak farkettim. Kapı yarı açık duruyordu, ve içeri girip arka odayı da incelemeyi çok istesem de o kapı aralığı hakkında normal olmayan bir şeyler vardı. Kapıdan içeriye girme düşüncesi beni çok çekiyordu ama nedense o aralıktan bana bakan gözler hayal edip durmaktan kendimi alamıyordum. Sonunda mesleğimin getirdiği bir güdüye teslim olup kapıya doğru yönelecektim ki arkamdan bir ses duydum.
“Hey, sen! İçerdeki! Çabuk çık dışarıya!”
Dışarıda bir bekçi duruyordu, biraz sinirli görünse de yüzünde şu an ona hakim olan endişesini görebiliyordum. Kapıyı aklımdan çıkarıp bekçiyle konuşmaya gitti. Bana ne yapmaya çalıştığımı sorduğunda mesleğimden, yardım isteyen genç çift ile çocuğundan ve araştırmamdan bahsettim. Bekçinin üzerine bir dehşet ve hüzün indi aynı anda. Bu dükkanı kafamdan çıkarmamı, burada yaşanan tekinsiz olayları ve bu olaylarla bağlantılı çok uğursuz bir figürden bahsetti.
“Soupooknatsy”
İsmi duyunca beynimde şimşekler hemen çaktı. Geçmişte de karşıma çıkan bir isimdi bu ve insanlar bu ismi kolay kolay ağızlarına almazlardı. Bekçi genç çifte acıdığı için ve benim de başımın daha fazla belaya girmesini istemediği için o varlığı anmıştı ama konuşma esnasında bir daha aynı kelimeleri duymadım. Bu tekinsiz figür bir nevi şehir efsanesiydi. Şehrin karanlık, soğuk gecelerinde aç ve yalnız bir şekilde dolaşıyorsanız eninde sonunda enfes bir kokuyu takip ederken bulurdunuz kendinizi. Kokuyu takip ettiğinizde karşınıza küçük bir dükkan çıkardı, dükkanın içinde, tezgahın üstünde ise bir kağıt kap içinde sıcak bir çorba karşılardı sizi. O çorbayı içtikten sonra neler olduğunu ise sadece çığlıkları duyan insanlar, ancak duydukları seslerden çıkardıklarıyla anlatırdı. Bugüne kadar bu insanlara ne olduğuna dair bir tahmin yürütmedim çünkü bir çoğu mesleğe başlamamın ilk yıllarında çözemediğim vakalardaki kurbanlardı. Yardım edeceğime dair söz verdiğim ama hiçbir şekilde yardım edemediğim müşterilerimin akrabaları, arkadaşlarıydı.
Bekçiyle olan konuşmamı bitirip geçmişten gelen ve karnıma inen son bir yumrukla bütün mücadele gücüm kırıldı. Başımı eğip ofisime doğru dönecektim ki hayal gücüm, veya vicdanım, veya egom, artık her ne inatçı güç ise yolun karşısına kafasının gölgede kaldığı tuhaf bir figür çıkardı. Turuncu, kabarık bir yelek giyiyor gibiydi ve yakalarının arasındaki kısa bıyığı bir şekilde seçebiliyordum. Bir nedenden dolayı yüzünün geri kalanını göremiyordum, gölge fazla yoğundu. Doğrudan bana baktığını hissedebildiğim şekilden biraz ürküncü bekçiyi görebilmek ve yalnız olmadığıma dair emin olmak için etrafa bakındım ama bekçi yoktu. Şimdi daha da korkuyordum, gözlerimi bir kez daha yolun karşısına çevirdiğimde ise orada duran kime yoktu.
Bu olayın peşimi bırakmayacağını ve ileride baştan karşıma çıkacağını bilerek ofise dönmedim. Bugün, bu gece bu vaka çözülecekti, ben de küçük dükkana geri döndüm. Dükkana adımımı atar atmaz soğuk bir hava kapladı her tarafı. Burada hoş karşılanmıyordum. Standın arkasında duran kapıya baştan göz attım, kapı hala aralık duruyordu ve o karanlık aralıktan bana bakan bir şeylerin baktığını hala sezebiliyordum. Bir an için olduğum yerde durdum, içimde bu işi sonuna kadar götürebilecek gücü toplayıp ilerledim. Her bir adımımda baka bakan varlığa yaklaşıyordum, her bir adımımda gözlerim beni izleyen gözlerle daha da yakınlaşıyordu. Sonunda kapıya vardım ve hızla bir hareketle kapıyı açtım.
İçerideki oda sımsıcaktı ve ben kapıyı açar açmaz aydınlandı. Aslında bir odadan çok genişçe bir koridoru andırıyor gibiydi. Terk edilmiş dükkandan gelen soğuğu kesmek için arkamdaki kapıyı kapadım, üzerim sırılsıklam olmuştu ve ısınmam gerekiyordu. Bir kaç adım ileriye atmıştım ki en son ne yediğime dair küçük bir düşünce takıldı zihnime. Araştırmam sırasında bir şey yememiştim, ofise geldiğimde dışarıdan bir şey çağıracaktım o yüzden ofisteyken de yememiştim, ofiste bir şeyler yerim düşüncesiyle evden apar topar çıkmıştım o yüzden evde de kahvaltı yapmamıştım. En son hatırladığım yemek, dün akşama doğru atıştırdığım, bir şeyler içerken eşlik etsin diye yediğim şeylerdi. Bu düşüncenin böyle bir sonuca ulaşmasıyla birlikte koridorun sonundan ağır, taze, enfes bir koku geldi. İçimdeki ilkel bir varlık bir yandan tüm gücüyle bu kokuyu takip edip, takibin sonundaki şeyi yemek istesede aynı ilkel varlık daha eski duyguların yarattığı bir koruma güdüsüyle geri dönüp koşarak uzaklaşmamı söylüyordu. Dükkana girerken inşa ettiğim kararlılık ve bu şehir efsanesinin arkasında yatan gerçeği keşfetme merağıyla kokuyu takip ettim. Koridorun sonunda beni yarım daire şeklinde dizilmiş birkaç masa ve masaların üzerinde duran farklı farklı çorba kaseleri karşıladı. Karnım şimdi her zamankinden daha kötü bir şekilde beni zorluyordu, hayvani bir ihtiyaç ile çorbaları içmek, mideme indirmek istiyordum. Başka bir hayvani his ise hala oradan koşarak uzaklaşmamı bağıra bağıra söylüyordu.
Çorba kaselerinde yaklaştım, kokladım, kaselere elimle dokundum. Oda çok büyük değildi, arkadaki dükkanın tüm eşyaları çıkartılmış hali gibi bir şeydi ama yine de içine bu masalar sığabiliyordu. İlk çorba kasesini elime alıp biraz salladım, yüzüme yaklaştırıp kokladım ama koku bu sefer gittikçe midemi kaldırdı ve iğrençleşti. Tuhaf bir şekilde yine de çorbayı içmek, açlığımı gidermek istiyordum. Kaseyi bütün içsel gücümü kullanarak yüzümden ulaştırdım ve parmağımı içine sokarak biraz karıştırınca parmağım ne olduğunu çıkaramadığım bir yere değdi ve kaseyi birden elimden attım. Kase şansıma karanlık bir yere çarpıp parçalandı, tabi içindeki materyalde döküldü ama yine yoğun bir gölgenin kapladığı o alanı göremiyordum,, belki de kaderin merhametiydi bu, eğer ki o an oradan çıkıp gitmiş olsaydım. Sonraki çorba kasesine yaklaştığımda bu sefer parmağımı kulanmadım, çorbayı yavaş yavaş masanın üzerine döktüm, ve ben çorbayı döktükçe onun normal görünen kısmı yüzeyden döküldü ve yüzeyin altında saklanmış halde duran iğrenç tonda, berbat bir kıvamdaki kısmı açığa çıktı. İğrenerek kaseyi masaya geri koydum ve bir diğer kaseye geçtim. Bu kaseyi bir duvara doğru fırlatmam çok sürmedi, kaseyi elime alıp sallar sallamaz bir tutam saç çorbanın yüzeyine çıktı. Bu daha taze bir çorbaydı ve yüzeye çıkan saçın rengi altın sarısıydı.
Şimdi dehşete düşmüş bir haldeydim ama bir yandan da sonuçlar alıyorum, vakam bitmek üzere idi. Son çorba kasesine geçtim, kasenin kendisine ışık vursa da üzerinde duran masa olduğu gibi karanlıktaydı, ayaklarını bile göremiyordum. Ben tam kaseye elimi uzatmıştım ki çorbanın yüzeyine iki tane şekil çıktı, şekillerin üzerindeki iğrenç sıvılar çorbanın geri kalanına aktığında ise düştüğüm dehşet katlandı da katlandı. Çorbanın yüzeyine iki tane göz çıkmıştı ve öylece yüzüyorlardı. Bir panik duygusu tüm vücuduma hükmetmeye başlamıştı ki olaylar burada da durmadı. Gözler odaklarını bana çevirecek bir şekilde yön değiştirdiler, ve daha önce karanlık kapı aralığından bana döne bakışların aynısını hissettim. Birkaç adım geriye çekilmiştim ki çorba kasesi altında duran berbat figürü ortaya çıkaracak bir şekilde yükselmeye başladı.
Yer yer çürümekte olan bedeninin görüldüğü, kabarık eskimiş, turuncu bir yelek giyen insanımsı bir şekildi bu. Çatlaklarından, deliklerinden eskimiş, çirkin kokan çorbasının yavaş yavaş sızdığı bir çorba kasesi şeklinde bir kafası vardı ve kafasının üstünde küçücük el izlerini, çoktan bitmiş hüzünlü bir mücadelenin ipuçlarını görebiliyordum. Sanki korkunç bir komedyenin korkunç gülüşü gibi bir ses duyduktan sonra ses tellerimi yıpratacak bir bağırışla oradan kaçtım.
Ne zaman polisle konuştum, ne zaman ofisime döndüm hatırlamıyorum. Bir ara da genç çifte haber vermiş olmalıyım ki teşekkür mektuplarını bana yollamışlar. Sanırım dükkanı haber vermişim yetkililere, çünkü dükkanın araştırıldığını, bahsettiğim koridorun bulunamadığını ama aynı kapıdan bir bodruma inildiğini söylediler. Bodrumda görünüşe göre onlarca çocuğun cesetleri saklanıyormuş, saç, göz ve bahsedemeyeceğim bazı parçaları eksik bir halde.

çizen: https://www.instagram.com/majorburks/
“Pazar günü dışarı çıkmak istedik üçümüz birlikte. Hafta için çalıştığımızdan birlikte pek vakit geçiremiyorduk ve dün hava da güzelken bu fırsatı değerlendirmek istedik. Caddeye çıktık, mağazaları gezdik, parka gittik, plakçılara, kasetçilere gidip müzikler aldık, çıkan filmlere baktık ve tabi ki acıktık. Seçeneklerimiz boldu, cadde üzerine dizilmiş bir sürü dükkan, lokanta vardı. Bir süre sadece göz gezdirdik bu mekanlara çünkü en iyisine gitmek istiyorduk. Pazar gününü keyfimizi olabilecek en iyi şekilde yaşamak istiyorduk. Ve sonunda göze çarpan bir yer bulduk, küçük ama tarzı olduğu belli olan bir çorbacı.
Bu çorbacı öyle diğer çorbacılar gibi değildi, zaten çok küçük bir yere kurulmuştu, oturacak masa bile yoktu. İçeriye girip belirli bir düzende sipariş vermemiz, çorbayı almamız ve gitmemiz gerekiyordu. Bu tuhaf düzen bizi biraz rahatsız etmişti ama çorbalardan gelen koku tam anlamıyla mükemmeldi ve hiçbir şekilde dayanamamıştık. Bu leziz kokunun neden başka müşterileri çekmediğini de bir türlü anlayamıyorduk. Dayanılmaz bir şeydi, içerisinin dolup taşması gerekiyordu. Neyse, paketlerimizi aldık, dışarıya çıktı bir yere oturduk ve çorbalarımızı içtik. Bizim içtiğimiz çorbalar müthişti ama çocuğumuz, güzel altın saçlı çocuğumuz çorbasından oldukça şikayet ediyordu. Çorbada midesini bulandıran bir şeylerden bahsediyor, çorbanın içinde duran şeyleri göstermeye çalışıyordu. Ne olduğunu bir türlü anlayamadık, çorba gayet güzel kokuyordu, tadı da iyiydi ve içinde hiçbir tuhaf şey görünmüyordu. Çocuktur, böyle tavırlar yapar diye çok üstelemedik ama o noktadan sonra da günün pek keyfi çıkmayınca eve döndük. İşte bu sabah kalkıp çocuğumuzun odasını kontrol edince onu orada bulamadık. Hiçbir yerde yoktu. Evden kaçma ihtimali de yoktu, tüm her açıklık içeriden kilitlenmişti.”
Genç çift durumu böyle anlatıp detayları verdiler ve her ne kadar rezil bir şekilde geçirdiğim haftasonum sebebiyle vakanın altından kalkamayacağımı söylesem de, kendilerine başka kimsenin yardım etmediğini, benim son umutları olduğumu söylediler. Bir kez daha yufka yüreğimin kullanılmasına izin verdim, ve altın saçlı küçük bir çocuk için vakayı üstlendim.
İlk önce çiftin evine gidip etrafı ayrıntılı bir şekilde inceledim, gerçekten de verdikleri tüm detaylar tutuyordu, çocuğun bir yere kaçması olanaksızmış gibi görünüyordu. Sonra bende tuhaf bir şüphe uyandıran bir detay yakaladım. Çocuğun yatağının altına sanki çorba dökülmüş gibiydi. Nereye bağlayacağımı anlayamadığım bu detayı zihnimin arka taraflarına, daha sonra dönmek üzere attım ve evin içindeki araştırmamı bitirdim. Sırada caddeye inip ailenin gezdiği yerlere bakmak vardı. Eğer ki aileyi önceden takip eden ve bir süredir çocuğu kaçırmayı düşünmüş birisi varsa, kaçırana dair ipuçlarını da bulabilirdim.
Ailenin gezdiği yerleri iyice inceledim, aynı yerlerde bulunan insanlara sorular sordum, çocuğun resmini gösterdim. Tüm ayrıntılar üzerinde birer birer durduğum için bütün süreç oldukça yavaş ilerliyordu ama kesinlikle gelişme sağlıyordum, önemli olan da buydu. Araştırdığım vakalarda gelişme sağlamanın ne kadar önemli olduğunu ilk yıllarımda öğrenmiştim ne yazık ki.
Caddenin işlek kısımlarına gelene kadar akşam olmuştu ve yağmur başlamıştı. Reklam panoları, mağaza vitrinleri ve neon lambalarının vurduğu ışıklar tüm caddeyi sayısız renge boyuyordu. Ceketime ve şapkalarıma vuran yağmur damlalarının sesi ve gözlerimin algılayamayacağı kadar ışığın eşliğinde araştırmam devam ediyordu ve sonunda çiftin tarif ettiği küçük dükkanı bulmuştum. Tek bir sorun vardı, dükkan bomboştu ve uzun zamandır terk edilmiş gibi görünüyordu. İçeriye girmeden bile midemi kaldıran bir kokuyu fark edince ceketimden mendilimi çıkarıp burnumu kapadım. Şapkamın ve mendilimin gizlediği gözlerimle etrafa bakınınca tuhaf bir şüphe duygusu uyandı içimde. Bu terk edilmiş küçük dükkanda sanki benden başka birisi daha varmış gibi geldi. Mesleğimde bu kadar yılı geride bırakmış birisi olarak içgüdülerime çok önem veriyordum ve gardımı alarak dikkatlice araştırmama devam ettim. Sağa sola atılmış eski çorba kaselerini, kese kağıtlarını seçebiliyordum. Standın arkasında duran bölmelerde uzunca bir süre orada kalıp bozulmuş ve şimdi de iğrenç bir kıvam almış maddeler duruyordu. Hepsinin rengi ve kokusu ayrıydı, ama hepsinin de içimde yarattığı bulantı aynıydı.
Tam arkamı dönüp çıkacaktım ki standın daha da gerisindeki kapıyı ancak farkettim. Kapı yarı açık duruyordu, ve içeri girip arka odayı da incelemeyi çok istesem de o kapı aralığı hakkında normal olmayan bir şeyler vardı. Kapıdan içeriye girme düşüncesi beni çok çekiyordu ama nedense o aralıktan bana bakan gözler hayal edip durmaktan kendimi alamıyordum. Sonunda mesleğimin getirdiği bir güdüye teslim olup kapıya doğru yönelecektim ki arkamdan bir ses duydum.
“Hey, sen! İçerdeki! Çabuk çık dışarıya!”
Dışarıda bir bekçi duruyordu, biraz sinirli görünse de yüzünde şu an ona hakim olan endişesini görebiliyordum. Kapıyı aklımdan çıkarıp bekçiyle konuşmaya gitti. Bana ne yapmaya çalıştığımı sorduğunda mesleğimden, yardım isteyen genç çift ile çocuğundan ve araştırmamdan bahsettim. Bekçinin üzerine bir dehşet ve hüzün indi aynı anda. Bu dükkanı kafamdan çıkarmamı, burada yaşanan tekinsiz olayları ve bu olaylarla bağlantılı çok uğursuz bir figürden bahsetti.
“Soupooknatsy”
İsmi duyunca beynimde şimşekler hemen çaktı. Geçmişte de karşıma çıkan bir isimdi bu ve insanlar bu ismi kolay kolay ağızlarına almazlardı. Bekçi genç çifte acıdığı için ve benim de başımın daha fazla belaya girmesini istemediği için o varlığı anmıştı ama konuşma esnasında bir daha aynı kelimeleri duymadım. Bu tekinsiz figür bir nevi şehir efsanesiydi. Şehrin karanlık, soğuk gecelerinde aç ve yalnız bir şekilde dolaşıyorsanız eninde sonunda enfes bir kokuyu takip ederken bulurdunuz kendinizi. Kokuyu takip ettiğinizde karşınıza küçük bir dükkan çıkardı, dükkanın içinde, tezgahın üstünde ise bir kağıt kap içinde sıcak bir çorba karşılardı sizi. O çorbayı içtikten sonra neler olduğunu ise sadece çığlıkları duyan insanlar, ancak duydukları seslerden çıkardıklarıyla anlatırdı. Bugüne kadar bu insanlara ne olduğuna dair bir tahmin yürütmedim çünkü bir çoğu mesleğe başlamamın ilk yıllarında çözemediğim vakalardaki kurbanlardı. Yardım edeceğime dair söz verdiğim ama hiçbir şekilde yardım edemediğim müşterilerimin akrabaları, arkadaşlarıydı.
Bekçiyle olan konuşmamı bitirip geçmişten gelen ve karnıma inen son bir yumrukla bütün mücadele gücüm kırıldı. Başımı eğip ofisime doğru dönecektim ki hayal gücüm, veya vicdanım, veya egom, artık her ne inatçı güç ise yolun karşısına kafasının gölgede kaldığı tuhaf bir figür çıkardı. Turuncu, kabarık bir yelek giyiyor gibiydi ve yakalarının arasındaki kısa bıyığı bir şekilde seçebiliyordum. Bir nedenden dolayı yüzünün geri kalanını göremiyordum, gölge fazla yoğundu. Doğrudan bana baktığını hissedebildiğim şekilden biraz ürküncü bekçiyi görebilmek ve yalnız olmadığıma dair emin olmak için etrafa bakındım ama bekçi yoktu. Şimdi daha da korkuyordum, gözlerimi bir kez daha yolun karşısına çevirdiğimde ise orada duran kime yoktu.
Bu olayın peşimi bırakmayacağını ve ileride baştan karşıma çıkacağını bilerek ofise dönmedim. Bugün, bu gece bu vaka çözülecekti, ben de küçük dükkana geri döndüm. Dükkana adımımı atar atmaz soğuk bir hava kapladı her tarafı. Burada hoş karşılanmıyordum. Standın arkasında duran kapıya baştan göz attım, kapı hala aralık duruyordu ve o karanlık aralıktan bana bakan bir şeylerin baktığını hala sezebiliyordum. Bir an için olduğum yerde durdum, içimde bu işi sonuna kadar götürebilecek gücü toplayıp ilerledim. Her bir adımımda baka bakan varlığa yaklaşıyordum, her bir adımımda gözlerim beni izleyen gözlerle daha da yakınlaşıyordu. Sonunda kapıya vardım ve hızla bir hareketle kapıyı açtım.
İçerideki oda sımsıcaktı ve ben kapıyı açar açmaz aydınlandı. Aslında bir odadan çok genişçe bir koridoru andırıyor gibiydi. Terk edilmiş dükkandan gelen soğuğu kesmek için arkamdaki kapıyı kapadım, üzerim sırılsıklam olmuştu ve ısınmam gerekiyordu. Bir kaç adım ileriye atmıştım ki en son ne yediğime dair küçük bir düşünce takıldı zihnime. Araştırmam sırasında bir şey yememiştim, ofise geldiğimde dışarıdan bir şey çağıracaktım o yüzden ofisteyken de yememiştim, ofiste bir şeyler yerim düşüncesiyle evden apar topar çıkmıştım o yüzden evde de kahvaltı yapmamıştım. En son hatırladığım yemek, dün akşama doğru atıştırdığım, bir şeyler içerken eşlik etsin diye yediğim şeylerdi. Bu düşüncenin böyle bir sonuca ulaşmasıyla birlikte koridorun sonundan ağır, taze, enfes bir koku geldi. İçimdeki ilkel bir varlık bir yandan tüm gücüyle bu kokuyu takip edip, takibin sonundaki şeyi yemek istesede aynı ilkel varlık daha eski duyguların yarattığı bir koruma güdüsüyle geri dönüp koşarak uzaklaşmamı söylüyordu. Dükkana girerken inşa ettiğim kararlılık ve bu şehir efsanesinin arkasında yatan gerçeği keşfetme merağıyla kokuyu takip ettim. Koridorun sonunda beni yarım daire şeklinde dizilmiş birkaç masa ve masaların üzerinde duran farklı farklı çorba kaseleri karşıladı. Karnım şimdi her zamankinden daha kötü bir şekilde beni zorluyordu, hayvani bir ihtiyaç ile çorbaları içmek, mideme indirmek istiyordum. Başka bir hayvani his ise hala oradan koşarak uzaklaşmamı bağıra bağıra söylüyordu.
Çorba kaselerinde yaklaştım, kokladım, kaselere elimle dokundum. Oda çok büyük değildi, arkadaki dükkanın tüm eşyaları çıkartılmış hali gibi bir şeydi ama yine de içine bu masalar sığabiliyordu. İlk çorba kasesini elime alıp biraz salladım, yüzüme yaklaştırıp kokladım ama koku bu sefer gittikçe midemi kaldırdı ve iğrençleşti. Tuhaf bir şekilde yine de çorbayı içmek, açlığımı gidermek istiyordum. Kaseyi bütün içsel gücümü kullanarak yüzümden ulaştırdım ve parmağımı içine sokarak biraz karıştırınca parmağım ne olduğunu çıkaramadığım bir yere değdi ve kaseyi birden elimden attım. Kase şansıma karanlık bir yere çarpıp parçalandı, tabi içindeki materyalde döküldü ama yine yoğun bir gölgenin kapladığı o alanı göremiyordum,, belki de kaderin merhametiydi bu, eğer ki o an oradan çıkıp gitmiş olsaydım. Sonraki çorba kasesine yaklaştığımda bu sefer parmağımı kulanmadım, çorbayı yavaş yavaş masanın üzerine döktüm, ve ben çorbayı döktükçe onun normal görünen kısmı yüzeyden döküldü ve yüzeyin altında saklanmış halde duran iğrenç tonda, berbat bir kıvamdaki kısmı açığa çıktı. İğrenerek kaseyi masaya geri koydum ve bir diğer kaseye geçtim. Bu kaseyi bir duvara doğru fırlatmam çok sürmedi, kaseyi elime alıp sallar sallamaz bir tutam saç çorbanın yüzeyine çıktı. Bu daha taze bir çorbaydı ve yüzeye çıkan saçın rengi altın sarısıydı.
Şimdi dehşete düşmüş bir haldeydim ama bir yandan da sonuçlar alıyorum, vakam bitmek üzere idi. Son çorba kasesine geçtim, kasenin kendisine ışık vursa da üzerinde duran masa olduğu gibi karanlıktaydı, ayaklarını bile göremiyordum. Ben tam kaseye elimi uzatmıştım ki çorbanın yüzeyine iki tane şekil çıktı, şekillerin üzerindeki iğrenç sıvılar çorbanın geri kalanına aktığında ise düştüğüm dehşet katlandı da katlandı. Çorbanın yüzeyine iki tane göz çıkmıştı ve öylece yüzüyorlardı. Bir panik duygusu tüm vücuduma hükmetmeye başlamıştı ki olaylar burada da durmadı. Gözler odaklarını bana çevirecek bir şekilde yön değiştirdiler, ve daha önce karanlık kapı aralığından bana döne bakışların aynısını hissettim. Birkaç adım geriye çekilmiştim ki çorba kasesi altında duran berbat figürü ortaya çıkaracak bir şekilde yükselmeye başladı.
Yer yer çürümekte olan bedeninin görüldüğü, kabarık eskimiş, turuncu bir yelek giyen insanımsı bir şekildi bu. Çatlaklarından, deliklerinden eskimiş, çirkin kokan çorbasının yavaş yavaş sızdığı bir çorba kasesi şeklinde bir kafası vardı ve kafasının üstünde küçücük el izlerini, çoktan bitmiş hüzünlü bir mücadelenin ipuçlarını görebiliyordum. Sanki korkunç bir komedyenin korkunç gülüşü gibi bir ses duyduktan sonra ses tellerimi yıpratacak bir bağırışla oradan kaçtım.
Ne zaman polisle konuştum, ne zaman ofisime döndüm hatırlamıyorum. Bir ara da genç çifte haber vermiş olmalıyım ki teşekkür mektuplarını bana yollamışlar. Sanırım dükkanı haber vermişim yetkililere, çünkü dükkanın araştırıldığını, bahsettiğim koridorun bulunamadığını ama aynı kapıdan bir bodruma inildiğini söylediler. Bodrumda görünüşe göre onlarca çocuğun cesetleri saklanıyormuş, saç, göz ve bahsedemeyeceğim bazı parçaları eksik bir halde.
çizen: https://www.instagram.com/majorburks/
Yorumlar
Yorum Gönder