Spooktober 13 - Çiçekler
Genişleme Planları’nın bir parçası olarak üzerinde hayat olduğu doğrulanmış gezegenlere inen ve daha kapsamlı araştırmalar yapan bir ekibin üyesiydim. Gezegenlerin yörüngesine giren gemimizden iki kişilik bir saha takımı taşıyan bir kapsül ateşlenir ve kapsüldeki araçlarla gezegenin yüzeyinde, benim gibi insanlar aracılığıyla doğrudan gözlemler, deneyler yapılırdı. Ekibin geri kalanı gemi üzerinden verileri denetler, iletişimi sağlar ve olur da yüzeyde her şey ters giderse, gezegeni tehlikeli olarak işaretleyip yaralarını saracağı bir üsse dönerdi. Yüzeyde görev yapan bizleri kurtarma gibi bir şey yoktu protokolde, böylesi daha karlı ve hızlı oluyordu. Gezegende çalışmaları yürütme hakkını diğer herkesten önce almak en önemli noktaydı. Bu yüzden yüzeyde görev alan bizim gibi insanların oldukça dikkatli olması gerekiyordu.
Hayat taşıdığı doğrulanan gezegenlerden biri de Kipria 5 idi. Gemimiz yörüngeye girmiş, araçlar kapsüle yüklenmişti. Ekibin iyi dileklerini alıp son hazırlıkları yaptıktan sonra görev arkadaşımla birlikte kapsüle bindik. Kapsül ateşlendi. İlk önce yerel yıldızın atmosfer üzerinde yarattığı renk oyunlarını gördük. Pamukları andıran pembe, beyaz arası tonlardaki bulut tabakalarını da geçince o güne dek böyle gezegenlerde görmeye alışık olmadığımız kadar güzel bir manzara ile karşılaştık. Gri, yeşil bir palet üzerine rengarenk boyalar sürülmüş gibiydi. Pembe beyaz bulutlar arasından sızan güneş ışınları bazı bölgeleri daha açık tonlarda gösterirken, ince bulut tabakaları bazı bölgeleri daha kızıl tonlara bürüyor, daha kalın bulut tabakaları da diğer yerleri gölgede bırakıyordu. Görev arkadaşım ile ben, böyle bir manzaraya nelerin sebep olabileceği konusunu tartışıp, renk cümbüşünün kaynağının toprak türleri ve kaya şekilleri olduğunda karar kılsak da, kapsül aşağıya indikçe, yanıldığımızı anladık. Bunun sebebi cansız bir varlıklar değildi, gözümüzün görebildiğince uzanan tüm bu bölgeyi kaplayan flora neden oluyordu bu görsel mucizeye..
Yüzeye iner inmez hızlıca araçlarımızı çıkardık ve analizlerimize başladık. Fark ettiğimiz bir ayrıntı, gri yeşil tonlarını çiçeklerin değil, çiçek gövdelerinin yaratmasıydı. Gövdeler, genelde alışık olduğumuz çiçekli bitkilerin yapılarına oldukça benzese de nasıl işlediğini, ne gibi bir amaca hizmet ettiğini anlayamadığımız kısımlar da vardı. Renkli kısımlar, bu gövdelerin üzerinde gösteriş yapan müthiş taç yapraklara aitti. Bazı yerlerdeki bitkilerin de yavaş yavaş ölmekte olduğunu görüyorduk ama hala çok dayanlıklıydılar. Yavaş yavaş ölüyorlardı, dışarıdan içeriye doğru. Araçlarımızla bitkilerin dokularında bir analiz yapınca yaşamlarının şu ana kadar hakkında bilgi sahibi olduğumuz herhangi bir bitki türünden çok daha uzun ve yavaş sürdüğünü ve bitkilerin bu yavaş yaşam biçimini koruyabilecek kadar gelişmiş, güçlü dış katmanları olduğunu öğrendik. Bitkilerin böyle bir hayatta kalma biçimini koruyarak bölgedeki sıklığını koruyabilmesi bizi oldukça şaşırtmıştı. Neredeyse ayaklarımızı basacak yer bulamıyorduk, bitkileri, çiçekleri ezmemek için aktif bir çaba harcamamız gerekti. Şaşırdığımız başka bir nokta ise hiçbir fauna türüne rastlamamış olmamızdı. Belki de fauna bu gezegende daha beklediğimiz kadar hızlı gelişememişti, eğer böyle bir durum varsa nedenini öğrenmemiz gerekiyordu.
Kapsülün çevresinde araştırmalarımızı bir süre daha sürdürdükten sonra daha geniş bir bölgede çalışmaya karar verdik. Daha fazla şey öğrenmemiz gerekiyordu ve buradaki örneklerle sadece sınırlı bir seviyede bilgi edinebiliyorduk. Böylece görev arkadaşım kapsülden bir iki araç daha alarak, çalışmamızın ölçeğini genişletmek üzere bu çiçek bahçesinde yola çıktı ve bir tepenin ardında kayboldu. Ben ise burada biraz daha kalıp bitki örnekleriyle doğal habitatlarında daha kapsamlı bir çalışma yapacaktım. Buradan yeterli bilgiyle ayrılamazsak çalışmalarımızın sonucu istenilen değerleri karşılayamazdı ve bize bundan sonra kimse böyle kârlı görev vermezdi.
Aradan uzunca bir zaman geçmiş, örnekler üzerindeki çalışmalarım da çoğunlukla sonuç vermişti ama görev arkadaşım hala geri dönmemişti. Durumu kapsüldeki bilgisayardan gemimize ilettim ve herhangi bir olağanüstü durumda kapsülü, ve olası ise kapsülün içinde beni de hızlıca geri almak için hazır olmalarını söyledim. Bu yabancı dünyada bir arama çalışması için gerekli araçları kapsülden aldıktan sonra, görev arkadaşımın ardında kaybolduğu tepeye doğru yola çıktım. Dikkatli adımlarla bitkilerin yoğun olmadığı noktalara basarak ilerledim. Cehalet, yanlış adımlarda felaketi getirebilirdi, bu bitkilerin sahip olduğu kimyasalların yaratabileceği tehlikeleri net bir şekilde bilmiyordum daha. Hatta yirminci yüzyıl edebiyatının uçuk zihinleri bazı uzay canlılarının asit gibi maddeler ile yaşadığını iddia ediyordu ve uzaydaki hayat arayışımızda bu fikirlerin var olmaya devam etmesini sağlayacak dolaylı kanıtlar da bulunmuştu. Tepeye vardığımda ise etrafa baktığımda coğrafyanın da biraz daha değiştiğini gördüm. Artık kapsülden inerken göremediğimiz, bazı tepelerin, kayaların, yer şekillerinin görmemize izin vermediği küçük bölgelerin içindeydim, ve buradaki manzara daha farklıydı. Renklilik biraz daha azalıyor ve gri yeşil tonları biraz daha artıyordu. Çiçeklerin sıklığı da daha azdı. Renksiz bitkilerin arasında dolaşırken sanki hareketlenme görmüş gibi oluyordum ama bunu yine yirminci yüzyıl kurgularının bende yarattığı etkilere bağlıyor ve kendimi rasyonel dünyaya baştan çekiyordum.
Renklerin iyice kaybolduğu bir noktaya geldiğimde anladım ki içimde doğan irrasyonel olarak nitelendirdiğim düşünceler haklıymış çünkü sıcak canlı tonlara sahip olmayan gri yeşil bitki gövdeleri gerçekten de aktif bir şekilde hareket ediyordu. Sanki birbirlerini tamamen nötr, soğuk bir duygusuzlukla boğmaya çalışan binlerce sürüngenmişçesine renksiz uzantılar birbirlerinin üzerinden geçiyor, yavaş yavaş tuhaf düğümler atarak ilerliyorlardı. Ama bana doğru ilerliyorlardı. Her biri. Adımlarımı geri geri atarken botlarıma dolanmak üzere dokunan bir uzuvu son anda farkettim ve ayağımı hızlıca yukarı kaldırdım. Renksiz, soğuk bitkilerin yavaşça bana doğru yaptığı bu hareket nedense midemi bulandırdı ve temas halinde neler olabileceğinden korkup hemen geldiğim yola geri döndüm.
Bitkilerin hareketi ben renkli tonların yanına döndükçe yavaşlıyor gibiydi, çiçek bahçesine döndüğümde ise hareketlenme tamamen bitmişti. Tepenin üzerinde durup önümde duran bu korkunç, yabancı, düşman dünyaya bakarken görev arkadaşımı bulma düşüncesinden iyice vazgeçecek gibi oldum. Protokol, hızlıca kapsüle dönüp beni gemiye geri çekmelerini söylememi, bu sayede kendimi de kurtarmamı söylüyordu ama belki onu çok hızlı bir şekilde kurtarabilirsem içimde bir parçamı berbat bir suçluluk duygusundan kurtarmış olacaktım. İkinci seçenekte karar kıldım ve attığım adımlara dikkat ederek tepenin çevresini aramaya başladım. Hareketlenmenin olmadığı bölgelerde bir şey görünmüyordu ben de böylece tepeden giderek uzaklaştım ve ben uzaklaştıkça etrafımdaki renk çeşitliliği de azalırken, bana yönelik düşmanca niyet gösteren hareketler de gittikçe artıyordu. Mekanik bir canlılık görebilmeme rağmen her yerde ölüm seziyordum. Haklı olduğumu da en sonunda görev arkadaşımı görünce anladım.
Gri yeşil bir yığının ortasında arkadaşımın cesedi üzerine dolaşan bir sürü iğrenç boğum, engel, uzuv vardı. Cesedi ve üzerinde duran kıyafeti parçalayıp duruyor, vücudun bir yerinden içeri girerken bir diğer tarafından çıkıp iğrenç düğümlerini atıyorlardı. Fakat en kötüsü bu değildi. Bazı uzuvlar arkadaşımın kemiklerini, derisini ve kıyafetlerini yardıktan sonra yukarı doğru uzanıyordu ve farklı farklı, canlı tonlardaki renklerde çiçekler açıyordu.
Bu manzara karşısında şoka girmiş ve birkaç saniye boyunca orada durakalmıştım ama hemen kendime geldim ve koşa koşa, çiçeklerin, bitkilerin üzerine basa basa kapsüle geri döndüm. Görev arkadaşımın haberini verdim ve geri çağırmalarını söyledim.
Kapsül gemiden gelen bir komutla yükselmeye başlamışken ben bir kez daha yerel güneşin vurduğu, ışık oyunlarıyla rengarenk duran manzara ile başbaşa kaldım. Yüzbinlerce çiçek göz alabildiğince geniş bir bölgeye yayılmış bir halde duruyordu. Her biri ayrı bir kurbanın, ayrı bir avın zafer hatırası gibi açmıştı ve bu berbat bahçeyi oluşturuyorlardı. Her birinin aralarında da sonraki kurbanlarını bekleyen renksiz uzuvlar yatıyordu. Evet bu dünyada bir hayat vardı, ölümü çağırıyordu.
Hayat taşıdığı doğrulanan gezegenlerden biri de Kipria 5 idi. Gemimiz yörüngeye girmiş, araçlar kapsüle yüklenmişti. Ekibin iyi dileklerini alıp son hazırlıkları yaptıktan sonra görev arkadaşımla birlikte kapsüle bindik. Kapsül ateşlendi. İlk önce yerel yıldızın atmosfer üzerinde yarattığı renk oyunlarını gördük. Pamukları andıran pembe, beyaz arası tonlardaki bulut tabakalarını da geçince o güne dek böyle gezegenlerde görmeye alışık olmadığımız kadar güzel bir manzara ile karşılaştık. Gri, yeşil bir palet üzerine rengarenk boyalar sürülmüş gibiydi. Pembe beyaz bulutlar arasından sızan güneş ışınları bazı bölgeleri daha açık tonlarda gösterirken, ince bulut tabakaları bazı bölgeleri daha kızıl tonlara bürüyor, daha kalın bulut tabakaları da diğer yerleri gölgede bırakıyordu. Görev arkadaşım ile ben, böyle bir manzaraya nelerin sebep olabileceği konusunu tartışıp, renk cümbüşünün kaynağının toprak türleri ve kaya şekilleri olduğunda karar kılsak da, kapsül aşağıya indikçe, yanıldığımızı anladık. Bunun sebebi cansız bir varlıklar değildi, gözümüzün görebildiğince uzanan tüm bu bölgeyi kaplayan flora neden oluyordu bu görsel mucizeye..
Yüzeye iner inmez hızlıca araçlarımızı çıkardık ve analizlerimize başladık. Fark ettiğimiz bir ayrıntı, gri yeşil tonlarını çiçeklerin değil, çiçek gövdelerinin yaratmasıydı. Gövdeler, genelde alışık olduğumuz çiçekli bitkilerin yapılarına oldukça benzese de nasıl işlediğini, ne gibi bir amaca hizmet ettiğini anlayamadığımız kısımlar da vardı. Renkli kısımlar, bu gövdelerin üzerinde gösteriş yapan müthiş taç yapraklara aitti. Bazı yerlerdeki bitkilerin de yavaş yavaş ölmekte olduğunu görüyorduk ama hala çok dayanlıklıydılar. Yavaş yavaş ölüyorlardı, dışarıdan içeriye doğru. Araçlarımızla bitkilerin dokularında bir analiz yapınca yaşamlarının şu ana kadar hakkında bilgi sahibi olduğumuz herhangi bir bitki türünden çok daha uzun ve yavaş sürdüğünü ve bitkilerin bu yavaş yaşam biçimini koruyabilecek kadar gelişmiş, güçlü dış katmanları olduğunu öğrendik. Bitkilerin böyle bir hayatta kalma biçimini koruyarak bölgedeki sıklığını koruyabilmesi bizi oldukça şaşırtmıştı. Neredeyse ayaklarımızı basacak yer bulamıyorduk, bitkileri, çiçekleri ezmemek için aktif bir çaba harcamamız gerekti. Şaşırdığımız başka bir nokta ise hiçbir fauna türüne rastlamamış olmamızdı. Belki de fauna bu gezegende daha beklediğimiz kadar hızlı gelişememişti, eğer böyle bir durum varsa nedenini öğrenmemiz gerekiyordu.
Kapsülün çevresinde araştırmalarımızı bir süre daha sürdürdükten sonra daha geniş bir bölgede çalışmaya karar verdik. Daha fazla şey öğrenmemiz gerekiyordu ve buradaki örneklerle sadece sınırlı bir seviyede bilgi edinebiliyorduk. Böylece görev arkadaşım kapsülden bir iki araç daha alarak, çalışmamızın ölçeğini genişletmek üzere bu çiçek bahçesinde yola çıktı ve bir tepenin ardında kayboldu. Ben ise burada biraz daha kalıp bitki örnekleriyle doğal habitatlarında daha kapsamlı bir çalışma yapacaktım. Buradan yeterli bilgiyle ayrılamazsak çalışmalarımızın sonucu istenilen değerleri karşılayamazdı ve bize bundan sonra kimse böyle kârlı görev vermezdi.
Aradan uzunca bir zaman geçmiş, örnekler üzerindeki çalışmalarım da çoğunlukla sonuç vermişti ama görev arkadaşım hala geri dönmemişti. Durumu kapsüldeki bilgisayardan gemimize ilettim ve herhangi bir olağanüstü durumda kapsülü, ve olası ise kapsülün içinde beni de hızlıca geri almak için hazır olmalarını söyledim. Bu yabancı dünyada bir arama çalışması için gerekli araçları kapsülden aldıktan sonra, görev arkadaşımın ardında kaybolduğu tepeye doğru yola çıktım. Dikkatli adımlarla bitkilerin yoğun olmadığı noktalara basarak ilerledim. Cehalet, yanlış adımlarda felaketi getirebilirdi, bu bitkilerin sahip olduğu kimyasalların yaratabileceği tehlikeleri net bir şekilde bilmiyordum daha. Hatta yirminci yüzyıl edebiyatının uçuk zihinleri bazı uzay canlılarının asit gibi maddeler ile yaşadığını iddia ediyordu ve uzaydaki hayat arayışımızda bu fikirlerin var olmaya devam etmesini sağlayacak dolaylı kanıtlar da bulunmuştu. Tepeye vardığımda ise etrafa baktığımda coğrafyanın da biraz daha değiştiğini gördüm. Artık kapsülden inerken göremediğimiz, bazı tepelerin, kayaların, yer şekillerinin görmemize izin vermediği küçük bölgelerin içindeydim, ve buradaki manzara daha farklıydı. Renklilik biraz daha azalıyor ve gri yeşil tonları biraz daha artıyordu. Çiçeklerin sıklığı da daha azdı. Renksiz bitkilerin arasında dolaşırken sanki hareketlenme görmüş gibi oluyordum ama bunu yine yirminci yüzyıl kurgularının bende yarattığı etkilere bağlıyor ve kendimi rasyonel dünyaya baştan çekiyordum.
Renklerin iyice kaybolduğu bir noktaya geldiğimde anladım ki içimde doğan irrasyonel olarak nitelendirdiğim düşünceler haklıymış çünkü sıcak canlı tonlara sahip olmayan gri yeşil bitki gövdeleri gerçekten de aktif bir şekilde hareket ediyordu. Sanki birbirlerini tamamen nötr, soğuk bir duygusuzlukla boğmaya çalışan binlerce sürüngenmişçesine renksiz uzantılar birbirlerinin üzerinden geçiyor, yavaş yavaş tuhaf düğümler atarak ilerliyorlardı. Ama bana doğru ilerliyorlardı. Her biri. Adımlarımı geri geri atarken botlarıma dolanmak üzere dokunan bir uzuvu son anda farkettim ve ayağımı hızlıca yukarı kaldırdım. Renksiz, soğuk bitkilerin yavaşça bana doğru yaptığı bu hareket nedense midemi bulandırdı ve temas halinde neler olabileceğinden korkup hemen geldiğim yola geri döndüm.
Bitkilerin hareketi ben renkli tonların yanına döndükçe yavaşlıyor gibiydi, çiçek bahçesine döndüğümde ise hareketlenme tamamen bitmişti. Tepenin üzerinde durup önümde duran bu korkunç, yabancı, düşman dünyaya bakarken görev arkadaşımı bulma düşüncesinden iyice vazgeçecek gibi oldum. Protokol, hızlıca kapsüle dönüp beni gemiye geri çekmelerini söylememi, bu sayede kendimi de kurtarmamı söylüyordu ama belki onu çok hızlı bir şekilde kurtarabilirsem içimde bir parçamı berbat bir suçluluk duygusundan kurtarmış olacaktım. İkinci seçenekte karar kıldım ve attığım adımlara dikkat ederek tepenin çevresini aramaya başladım. Hareketlenmenin olmadığı bölgelerde bir şey görünmüyordu ben de böylece tepeden giderek uzaklaştım ve ben uzaklaştıkça etrafımdaki renk çeşitliliği de azalırken, bana yönelik düşmanca niyet gösteren hareketler de gittikçe artıyordu. Mekanik bir canlılık görebilmeme rağmen her yerde ölüm seziyordum. Haklı olduğumu da en sonunda görev arkadaşımı görünce anladım.
Gri yeşil bir yığının ortasında arkadaşımın cesedi üzerine dolaşan bir sürü iğrenç boğum, engel, uzuv vardı. Cesedi ve üzerinde duran kıyafeti parçalayıp duruyor, vücudun bir yerinden içeri girerken bir diğer tarafından çıkıp iğrenç düğümlerini atıyorlardı. Fakat en kötüsü bu değildi. Bazı uzuvlar arkadaşımın kemiklerini, derisini ve kıyafetlerini yardıktan sonra yukarı doğru uzanıyordu ve farklı farklı, canlı tonlardaki renklerde çiçekler açıyordu.
Bu manzara karşısında şoka girmiş ve birkaç saniye boyunca orada durakalmıştım ama hemen kendime geldim ve koşa koşa, çiçeklerin, bitkilerin üzerine basa basa kapsüle geri döndüm. Görev arkadaşımın haberini verdim ve geri çağırmalarını söyledim.
Kapsül gemiden gelen bir komutla yükselmeye başlamışken ben bir kez daha yerel güneşin vurduğu, ışık oyunlarıyla rengarenk duran manzara ile başbaşa kaldım. Yüzbinlerce çiçek göz alabildiğince geniş bir bölgeye yayılmış bir halde duruyordu. Her biri ayrı bir kurbanın, ayrı bir avın zafer hatırası gibi açmıştı ve bu berbat bahçeyi oluşturuyorlardı. Her birinin aralarında da sonraki kurbanlarını bekleyen renksiz uzuvlar yatıyordu. Evet bu dünyada bir hayat vardı, ölümü çağırıyordu.
Yorumlar
Yorum Gönder